Veda yazısı

~ 28.03.2011, Rıza TÜRMEN ~

Bugün yazı günüm. Yazı yazmadan önceki, her zamanki  hafif gerginlik hatta heyecan bugün de var. Ancak, bugunkü yazı farklı. Bu bir veda yazısı. Veda etmenin, ayrılığın  getirdiği hüzünle yazılıyor.
Türkiye’de bir demokrasi, özgürlük, hukuk mücadelesi veriliyor. Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” adını taşıyan basılmamış kitabının başına gelenler, Türkiye’de düşünce özgürlüğünün durumunu özetliyor. Polis, ev ev, gazete gazete dolaşıp basılamamış bir kitabın bilgisayardaki taslaklarına el koyuyor. Kitabın basılmasi, okunması önlenmek isteniyor.
Türkiye’de sadece açıklanan düşüncelere sınırlamalar getirilmiyor. Düşünceler açıklanmadan once de yasaklanıyor. Aslında yasaklanan düşüncenin kendisi. Düşünceden korkuluyor. İnsanların düşünmesinin, kitap yazmasının, düşüncenin başka insanlara ulaşmasının engellendiği bir ülkede özgürlükten, demokrasiden söz edilemez.
Gözümün önüne hep Truffaut’nun Fahrenheit 451 adlı filmi geliyor. Baskıcı, totaliter bir rejimle yönetilen bir ülkede, kitap yakmakla görevli itfaiye ev ev dolaşır, alev çıkaran hortumlarla kitapları yakar. Çünkü, ülkeyi yönetenler kitapların kötü olduğuna karar vermiştir. Fahrenhait 450 kitapların tutuşup yandığı ısı derecesi. Ne var ki, filmin kahramanı olan itfaiye eri büyük bir suç işler.  Kitapları saklayıp okumaya başlar ve önünde yepyeni bir dünya açılır.
Türkiye’de ısı Fahrenhait 450 dereceye ulaşmış durumda. Ancak, bizde kitaplar basılmadan yok ediliyor.
İstanbul 12.  Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında da “İmamın Ordusu” kitabının okunması durumunda doğacak kötülükler anlatılıyor. Buna göre, “kitabın bastırılarak sansasyon ve dezenformasyon yapılmasının planlandığı, yargılanan örgüt üyelerine moral ve motivasyon verilmeye çalışıldığı anlaşıldığından” basılmamış olan bir kitabın “tüm nüshalarına el konulmasına” karar veriliyor. 
Kararın doğurduğu pek çok soru işareti var. Yargılama sürdüğü ve yargılananlar masumluk karinesinden yararlandıklarına göre, kimin hangi örgüt üyesi olduğu nasıl saptanmış? “Moral ve motivasyon vermek” diye bir suç mu var?
Türkiye’de hava iyicene ağırlaşıyor. Daha da ağırlaşacağa benziyor. Sizi bilmem ama, ben soluk almakta güçlük çekiyorum. Böyle bir ortamda, gazetemdeki rahat köşemden çıkarak aktif siyasetin içine girmek gereğini duydum. Demokrasi, özgürlük, hukuk mücadelesinin en etkin bir biçimde verilebileceğini düşündüğüm bir siyasal partiye katıldım.
Milliyet’te üç yıla yakın bir süredir yazıyorum. Köşemde hukuk devleti ilkelerini, evrensel standardlara uygun bir biçimde savunmaya çalıştım. Aynı ilkeleri siyaset platformunda da savunmayı sürdüreceğim.
Gazetede bir sütuna sahip olmak ve haftada iki kez bu sütun aracılığı ile okuyuculara ulaşmak bana büyük bir mutluluk verdi. Okuyucuların  yazılarımı okuyup tepki göstermeleri en büyük itici güç oldu. O nedenle, yazdıklarımı begendiğini söyleyen, ya da beğenmeyip eleştiren tüm okuyucularıma gönülden teşekkür ederim.
Üç yıllık Milliyet yaşamım boyunca, tüm Milliyet ailesinden, genel yayın müdürlerinden, dizgideki arkadaşlara dek büyük bir yakınlık, sıcak bir dostluk gördüm. Pazar akşamlari dizgiden gelen ve bilgisayar acemiliklerimi yakalayan telefonları çok arayacağım. Hepsine pek çok teşekkür ederim.
Basılmamış kitapların toplatılmadığı, daha özgür günlerde buluşmak dileği ile hoşca kalın...

(Milliyet 28.03.2011)

Rıza TÜRMEN | Tüm Yazıları
Hits: 3480