M. Çulhaoğlu’nun bilgi ve bilinç kuyusu olmanın ötesinde rehber uyarısı da içeren yazısını okuduğumda, bir ara şu yazdığım yazıdan vazgeçmeyi de aklımdan geçirdim. Yazmamı gerektiren nedenler ve yazma duygum daha ağır bastı ki, yazıyorum. İlkin: önceki yazılarımla müdahil olduğum bir konudur. Canımızla bağlı olduğumuz değerlere sıçramış çamur var, susmak teslimiyet olur. Sussam, ağzımdaki söz, içimdeki ses bile taşlaşır, çamurlaşır. Bir çaremiz de bu: konuşmak! Sonra: o tepeye çıkılacak, başka yolu yok, o bayrak o tepeye dikilecek; önü ardı duvarmış, bataklıkmış, bana ne; duvarı yuva, bataklığı yataklık yapan düşünsün! ‘Vız gelir’! Ne ‘o duvar’ , ne de ‘o bataklık’ berhava olmaktan kurtulacaktır!
Geçtiğimiz hafta, iktidarbaşı’nın ve devrimcilerin aynı güne rastlayan ‘kahvaltı daveti’yle ilgili konu soL’a değişik tartışmalarla yansıdı. Kemal Okuyan’ın bu konu nedeniyle yazdığı “Saflaşma ve Tartışma ve de soL’ başlıklı yazısı hem politik kapsamı, hem sanatçıya yönelik yaklaşımıyla önemliydi. Ki ben, Kemal Okuyan gibi sabır ve bilincin harmanıyla ölçülü, soğukkanlı konuşmayı beceremiyor, bu konu üstüne kendi kişiliğimle konuşmaya geçiyorum:
Frankfurt Fuarı günlerinde öfkeden dilimizde tüy bitti, bağırmaktan sesimiz kısıldı. Dedik ki: bu iktidarın ve onun pamuklaştırma hesabının ardında saf tutmayın, aydın onurunuzu bu pislikten sakının! Nâzım Oratoryosu’nun ketenpereye getirilmesi ince planlanmış bir iktidar hesabıdır. Dünyadaki kültür çıtamızı Nâzım, S.Ali, Y.Kemal düzeyinden Pamuk, E.Şafak düzeysizliğine düşürme hesaplarına, devrimci potansiyeli liberal yavşaklığa çekme taktiklerine alet olmayın. En azından, Nâzım’ın hâlâ vatan haini sayılmasına tepki olarak bunu yapın. Ve bu yasağın kalkmasında kendi öz gücünüzü kullanın. Yoksa bu iktidar bu sorunun çözümünü de ‘sahte demokratikleşme hesaplarının mezesi’ olarak kullanacaktır….
Ne oldu? Her biri ayrı bir ‘politik önder komleksi’yle güruh halinde aydınlar ‘katılmanın yararları, katılmamanın zararları’ üstüne öterek Gül’ün, Pamuk’un, türbanın, fermanın ardında saf tuttular. Sonuç ne? Önce vak vaklık, sonra vah vahlık! Üstelik fuarın hemen sonunda, ‘Nâzım’ın vatandaşlık sorunu’ gibi bir ‘baş ağrısı’ndan kurtulmak için, iktidar alel acele bir genelgeyle, sahte demokratik açılım paketine bu konuyu da aldı. Devrimcilerin yıllardır sürdürdüğü, TKP’nin onbinlerce imzayla başvurusunu yaptığı mücadelenin hasadını, halkla dalga geçerek kendilerine biçti. Büyük kesim, o ‘açılımın’ bu karanlık yanına da kör durdu. ‘Hükümetin olumlu bir kararı’ diye iktidar düdüğü çaldı. Yavşaklarsa yine alkıştaydı!
Benim için açık: Sultan sofrasına katılan her kim ise, suça iştirak etmiştir. Hele ki, bu tavrı ‘sosyalist olmanın gereği’ olarak sunmak suça iştirakın katmerlisidir. Çünkü iktidarbaşı’nın, bu işe girerken ‘esas hedef’ kitlesi odur. Yani, ‘ben sosyalistim, size karşıyım ama bu sorunları çözmenizi sizden istiyorum, bunu çözün’ diyenler bu operasyonun esas hedefidir. Sen, hadi devrimci güçlerin çağrısına itibar etmiyorsun; ‘sivil darbeci faşizme karşı sivil itaatsizlik’ çağrısıyla nefes tüketen devrimcileri duymuyorsun, hiç olamazsa, Tarık Akan’dan Edip Akbayram’a, Erkan Oğur’dan Rutkay Aziz’e ülkenin onurlu sanatçılarının tavırlarına saygı duy. Bu nasıl sosyalistlik ki, kollektif sesin hiçbir kıymeti harbiyesi yok? Politik önderliğe soyunmuş ve kendini ‘sol’ diye niteleyen bir avuç liberal soytarının dışında iktidar sofrasına icabeti olumlayan ilerici, devrimci, demokrat bir kurum, kuruluş, örgüt mü var? Bunu da geçtik, müzikte, sahne sanatında bu ülkeyi şimdi Fazıl Say, Genco Erkal düzeyi değil de Kibariye yüzeyi mi temsil etmiş oluyor? “Başbakanım, senin üstüne adam tanımam!” ana reklâm spotu altında ‘figüran‘ açılımlı dipnot olmak mı sosyalistlik? (Yeri gelmişken söylemeden edemeyeceğim: Kendi doğal kimliğiyle davranan Kibariye’nin dürüstlüğüne şahsen ben, o davetlere ‘muhalif’ kimlikle katıldığını söyleyenlerden bin kat fazla saygı duyuyorum.)
İktidar sofrasına konuk olanların kimisi, gündüz sultanın sultasında rol kesip, akşam tvlerde, ‘ekmek kavgası’ yaftasıyla ‘işsize iş veren patrona bedava konser’ akrobatlığı yaptı; kimisi ‘Başbakanın iyi niyetli olduğunu gördüm’ diye öten iktidar papağanı gibi kanal kanal dolaştı; kimisi de ‘toplantıya sosyalist kimliğiyle katıldığını ve bunu da orda belirttiğini’ söyleyerek kendi komleksini okşadı. Devrimciler, bu sahte demokrasi şovunda, iktidarbaşı’nı teşhir etme yolunun, bu daveti reddetmek olduğunu anlatmak için çırpınırken, davete katılan arkadaşın kendini savunmasına bak: davete katılanlar içindeki tek sosyalist oymuş, orada yanlış konuşmalara müdahale etmiş! Kötünün aldatıcı parlaklığıyla daha da tehlikeli olması, sahtenin gerçeğe dublörlüğü başka nedir? Yapılması leke bırakan bir şeyi, ‘sosyalist’ olarak yapınca leke yok mu oluyor? Bu sosyalistlik denen şeyin leke çıkaracı çamaşır suyu gibi bir özelliği mi var? Bu arkadaş ‘yaptığım doğru’ mu diyor, ‘daha az kötü’ yani ‘kötünün iyisi’ mi, o da anlaşılmıyor! Şimdi gel de, hiç olmazsa doğal halleriyle orada olan arabesk ve magazin dünyasının temsilcilerine yuh çek! Madem sosyalist olarak katıldın, sosyalistlik yapsaydın o zaman. Hazır, düşmanla temas halindesin, Marcos’un dediği gibi, ‘bu temas onu teslim almak için değilse, ona teslim olmak içindir’ diye düşün! Eğer yürekten sosyalistsen kendini bu terazide tart, vicdanını dinle! Ayrıca, ‘el’ dediğin organ sadece tokalaşmak veya toka takmak için mi kullanılır, mesela tokat atmaya da yaramaz mı? Ben çağrılsam ve de katılmış olsam, şahsen böyle düşünürdüm: Katılanlar peçetelerini takar, ‘esas oğlan’, yanında yardımcı oyuncuları Çelik, Günay ve bedavaya getirdiği herbiri kendi alanının starı figüranlarıyla kameraya keyf içinde ‘Motor!’ diye ‘açılım reklâm çekimlerinin’ startını verirken, benim aklıma Subcomandante Marcos gelir ve ‘hiç olmazsa şanım kalır’ diye ayakkabımı çıkarırdım! Diyeceğim o ki, tarihimizin en kara, en karanlık, en emekçi düşmanı, en yobaz yönetiminin karşısında sultada duran kişi, üstelik de bu duruşunu ‘sosyalistlik’ örtüsüyle örmeye çalışıyorsa, sosyalistliğin taşıdığı anlam altında ezilmeyi de göze almalıdır. Esasında, ona hak ettiği tepkiyi vermeyen sosyalistin sosyalistliği şüphe götürür..
Çağımızda halk düşmanlarının en etkili silahı bu şimdi. Özellikle de aydın ve sanatçı kimlikli kişilerin ‘sosyalistim’ demekten vazgeçmeksizin, kademe kademe kendileriyle ilişkide olmaları. Bu ilişkinin selamlaşmaktan, işbirliğine kadar boyutları var. Piyasaya bakın: ılımlı destekçisinden, kapıkulu işbirlikçisine dek ‘ilişki’nin her kademesini göreceksiniz. Zaten devrimciler de bu ‘sol’ etiketli ‘demokrasi’ havarileriyle uğraşmaktan, kafalarını kaldırıp başka iş yapamaz halde kaldılar. Ahmet’in torbasındaki darbe tombalası, Perihan’ın çorbasındaki ‘ekşi sözlük’ kumbarası, Lale’nin dosyasını Başbakan dolmasına sarması türünden sürüsüne bereket vıcıklık yetmezmiş gibi, şimdi bir de ‘sultan sofrasında sosyalistlik’ gıcıklığı çıktı başımıza!
Kuzguna yavrusu anka görünür misali sanatçının kendi ürününe güveni doğal bir duygudur ve hoşgörü gerektirir. Varsın kendini ‘en iyi sanatçı’ saysın, bunun kimseye zararı yok. Bu tamam da, sanatçı politika alanında da aynı duyguyu dayatıyorsa ne yapacağız? Hoşgörü mü hoştgörü mü? Herkes haddini bilecek!
Bu konuya ilişkin Y.Er’in soL’daki yazısında, sinema sanatçısı arkadaşa yönelik üslubu sertmiş! Sinemacı arkadaş da sanatçı olduğuna göre, abartılı üslubun sanatçı kişiliğiyle bağlantısını en çok da onun anlaması gerekmez miydi? Ayrıca, bir de öbür yanından baksa, yani ‘Bu kadar öfkelendiğine göre, bana verdiği bir değer varmış!’ diye düşünse, kendini gözden geçirme ve hatasını görmesi de mümkün olacak. Adının ‘önder’lik ekini kişilik kabının ‘sırrı’ kompleksiyle taşıyan sinama sanatçısı kardeşimiz, kendisine yönelik eleştirilerdeki üslubu yanıtlamakla yetinmiyor, o üslup sertliğini haklı çıkarırcasına, hâlâ tavrını ‘sosyalistlik’ olarak savunuyor! Sanki oraya onu davet edenler onun söylediklerini bilmiyormuş gibi; sanki o sofrada söylediklerini başka alanlarda daha etkili anlatma yolu yokmuş gibi; sanki o sofrada onları söylemekle softalığın karanlık hesaplarını açık etmiş gibi; sanki orada bulunmakla devrimci muhalif tutumu iktidarın karşısına dikmiş gibi; sanki iktidarbaşı onun söylediklerinden ilham alıp insafa gelecekmiş gibi; sanki sosyalistlik sultan sofrasının magazin orkestrasında ötmekmiş gibi; sanki sosyalist sinema sanatçılığı, iktidar partisinin reklâm filminde ‘fügüranlık’ yapmakmış gibi! Eh, bunlar değilse, geriye kalan ne, iktidarın ayak oyununa gelmekten başka? Madem figüranlık yapacaksın, Hitchcoch gibi kendi filminde yap, iktidarın reklâm filminde değil! Neyini savunuyorsun? Acıyıp da, ‘bisikletimiz arkadaşta kalsın, artık biz yürüyerek gideriz’ deme misali, ‘anti sosyalistlik bizde kalsın, sosyalistlik arkadaşta devam etsin’ diyecek halimiz de yok. Öyle ya: sosyalistlik onunkisiyse, bize ‘anti’si kalıyor!
Sosyalistim diyen bir sanatçı safların netleşmesine çalışır, bulanıklığın daha da koyulaşmasına değil. Çünkü bulanıklık her türlü rezilliğin, rezillikte dipsizliğin, edepsizliğin örtüsüdür. Şu anda ‘bulanık alan yaratma’ görevini liberal soytarılar görüyor. Taktikleri şu: sol görüntünü iktidarla ilişkilendir! Safları sıklaştırmanın ilk adımı safları netleştirmek, bu oyunu bozmaktır. Bulanık alanda dolaşmak değil. Bu arkadaşın yapacağı en olumlu davranış, kendisini eleştiren devrimcilere yanıt yetiştireceğine, başta muhatap aldığı iktidarın taze zulüm hedefi Tekel işçileri olmak üzere, emekçi halktan, bu iktidarın halk düşmanı yapısını ve bu davetlerin sahte yüzünü teşhir için katılmayı reddetmiş sanatçılardan, bu konuda mücadele yürüten devrimcilerden açık yüreklilikle özür dilemesidir. Eğer sosyalizm davasına içtenlikle bağlı ise, bu onu küçültmez, tam tersi yüceltir. En sert sözlerle eleştiren arkadaşlar dahil, hiç kimse, sosyalizm gönüllüsü bir sanatçının iktidar işbirlikçisi liberal hainler çetesine doğru savrulmasını istemez. Bu arkadaşın bu olayda sergilediği yanlışa rağmen, ben şahsen, yüreğinin öyle olduğunu düşünmüyorum. Hata aşılmaz değildir ve onu aşabilmenin en güçlü dayanağı devrimci dünyanın kollektif sesidir. Arkadaşımız vicdanıyla, yüreğiyle bu sese kulak vermelidir.
Halk düşmanlarına karşı, üstelik de en aşırısıyla efelenmek ve sert muhalif tavır en çok da sanatçılara yakışır. Uzlaşma, itidal, tedbir, fütur sanatçı halleri değildir. Hele ki yalanın en sinsi kılığıyla, demokrasi düşmanlığının ‘demokratlık’ maskesiyle dolaştığı şu ortamda.
(07.04. 2010)