Yirmi Yıl Sonra.

~ 10.10.2010, Mine KIRIKKANAT ~

Alexandre Dumas’nın aslında dört kafadarın maceralarını anlattığı romanı Üç Silahşörlerin ikinci bölümü yalnızca bir yıl sonra yayımlanmasına karşın, Yirmi Yıl Sonra başlığını taşır.

Yarattığı kahramanlar kadar gözü kara ve üretken Dumas’nın bir sonraki romanını sabırsızlıkla bekleyen okurları, 1844’te delikanlılık çağında bıraktıkları ve üçte dörtdiye andıkları silahşörleri, 1845’te yirmi yıl yaşlanmış halleriyle karşılarında bulurlar:

Üçün dördü kurnaz Dartanyan, düşük rütbeyle atandığı Kraliyet Muhafız Alayı’nda, sıkıntıdan patlamaktadır. Kafasından çok kasları çalışkan Portos, ölümüne bağlı olduğu Dartanyan’la aynı kaderi paylaşır elbet… Aramis, saray entrikaları çevirmekle meşguldür. Atos’a gelince, karısını öldürmek ve içmekten vazgeçip, zengin ve kibirli soyluların arasına karışmıştır.

Dört arkadaşı yirmi yıl sonra bir araya getiren roman, Kardinal Sarayındaki bildiğimiz bir odada, tepeleme kitap ve kâğıtla kaplı, köşeleri altın varaklı bir masanın ardında, kafasını iki elinin arasında almış bir adam oturuyordu…tümcesiyle başlar.

Gazeteciliğe gözümü açtığım, gazeteciliği öğrendiğim ve öğrendiğimi hiç unutmadığım Cumhuriyet’e ben de bugün, Yirmi Yıl Sonramın ilk yazısını yazıyorum, dostlarım.

Ne tarihsel, ne toplumsal hiçbir değerini, hiçbir ölçüsünü korumayı bilmeyen, beceremeyen bu ülkede Cumhuriyet, Türk basınında kurumsallığın tek, düşüncede devamlılığın ve kalitenin de sonkalesi…

Bu ülkede kendi çocukluğumuzu anlatmak istediğimiz çocuklarımıza, oynadığımız parkı, yaşadığımız evi, şeker aldığımız dükkânı, okulu asıp baharı kokladığımız kır kahvelerini göstermek, olanaksız. Çünkü yoklar artık! Anılarımızın tanığı her şeyin, her yerin, her kanıtın yıkıldığı ya da -çoğu kez ucubeye- dönüştüğü böyle bir ülkede, ilkesel ve kültürel değerlerini geçmişten geleceğe taşıyabilen Cumhuriyet gazetesi, dünkü çocuklardan bugünkülere köprü olmayı ve kalmayı başarıyor.

Yirmi yıl, Alexandre Dumas’nın üçte dörtsilahşörlerini yaşlandırdığı bir yıl gibi geçmiş… Elbette Cumhuriyet’e 1978’de Ciddiyet kapısından, 1985’te de Bilbao penceresinden giren acemi çaylak değilim. Ama heyecanım hiç aşınmadı, yorulmadım, olgunlaştım.

Yazımı yazdığım masaya bakıyorum, babamın karşısında Dik dur, çatalı sol, bıçağı sağ elinle tut!komutlarıyla yemek yemeyi öğrendiğim, boyuna hâlâ iskemlenin üstüne yastık koyarak yetişebildiğim, hâlâ deprem sırasında altına girmeyi düşündüğüm, yüz yılı sallanmadan aşmış aynı kunt, sağlam masa…

Siyasal coğrafyası hiç olmadığınca büyük tehditler altında sarsılan laik Türkiye Cumhuriyeti’ni, mıh gibi duran Cumhuriyet gazetesinde mıh gibi duran kalemşör dostlarımla birlikte savunmaya hazırım, aynı masada.

Ablam Suna anımsattı: Yirmi yıl önce Cumhuriyet muhabirliğinden ayrıldım diye ağlayan anneme ve ona, Üzülmeyin, bir gün oraya köşe yazarı olarak döneceğim!sözü vermişim.

Ablam sevinçten ağlıyor bugün. Annemin de ışıklar içinde gülümsediğine eminim. Onun aziz hatırasına verdiğim sözümü tutmamı sağlayan, yuvaya dönüşümü destekleyen ve gerçekleştiren gazeteci arkadaşlarıma, gönülden isteyen ve sevinen okurlarıma çok teşekkür ederim!

Üç Silahşörler’in, Yirmi Yıl Sonraki romanı, yolcu Dartanyan’ın hancı Madeleine’e söylediği, Beni birinci kata yerleştirin, artık silahşör yüzbaşısıyım, ama beşinci kattaki odayı da hazır tutun, ne olur, ne olmaz…tümcesiyle biter.

Benim içinse yirmi yıl sonra, nihayet Birimiz hepimiz, hepimiz Cumhuriyet için!diyebileceğim ustalar arasındaki maceram yeni başlıyor. Çarşamba ve Pazar günleri, okumaya beklerim.

(Cumhuriyet 10.10.2010)

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 25238