Zemheride kimsenin gülleri açmaz ama zeytin dalları öyle değil

~ 24.10.2015, Bülent SOYLAN ~

O güzel türküyü hemen hemen hepimiz biliriz.
Vaktiyle Muzaffer Sarısözen Orta Anadolu’dan derlemiş. 
En iyi de Ruhi Su’dan dinlenir:

“Evlerinin önü zeytin ağacı, 
dökülmüş yaprağı kalmış siyeci
Eğer senin gönlün bende yok ise,
sen bana kardeş de ben sana bacı”

Türküde geçen “siyeç” yapraksız kuru dal, çalı anlamında. 
Kimi dinleyenler “Zeytin ağacı kışın yaprağını dökmez ki siyeci kalsın, bunda bir kusur olmalı” diye düşünürler ya; Anadolu insanı bu türküsünde işte o aslında olmayacak gibi olan şeyi anlatıyor bile bile: Zeytinin bile yaprağının döküldüğü, kuru çalıya dönüştüğü o kötü durumu…
Düşünsenize, zeytinin dalını kurutursanız üzerinde hiç yeşil yaprak olur mu?
Tabii ki “siyec”i kalır.
*
Bu gün hepimizin gözü önünde yaşananları bir de burada tekrarlamaya gerek yok; 
Memleketin şu sıkıntılı haline bakarak dinlediğinizde “Anadolu”muz, o türküsünde bize aslında olanca hoşgörüsüyle çok güzel, çok da insancıl şeyleri anlatmaya çalışmıyor mu?

Bir kısım siyaset(!) ne yazık ki evlerimizin önünde, bizim içimizdeki o zeytin ağacının yaz-kış dökülmeyen yapraklarını bile döküp, onu birer kuru dal, hatta karaçalı haline getiriyor. 
Bu çalılık giderek artıyor, birilerince her an daha da artmasına gayret edilmiyor mu?
İnsanlarımız o ya da bu düşünceyle(!) neredeyse birbirlerini gırtlaklamaya kalkmıyorlar mı?

Neden böyle?
Düşünceler farklı, gönüller ayrıysa bile; yüzyıllarca birlikte yaşadığımız bu topraklarda birbirimize şimdi de bu güne kadar olduğu gibi “kardeş-bacı” demek o kadar zor mu? 
Bundan kim zarar görür?
Niye o barışın, sevginin, kardeşliğin zeytin dalları kurutulsun da birer “siyec”e dönüştürülsün, bizleri ayıran birer karaçalı haline gelsin?
*
“Bilmem şu feleğin bende nesi var,
her gittiğim yerde yar ister benden. 
Sanki benim mor sümbüllü bağım var, 
zemheri ayında gül ister benden”

Yakın zamanlara kadar birbiriyle kardeşçe yaşamış, bir biriyle dost geçinmiş insanlarımız şimdi neden karşı karşıya getiriliyor?
Bundan kim ne kazanacak?

O yetmişiki milletin yaşadığı koca imparatorlukta yüzyıllarca birbirimize ilişmeden bir arada değil miydik? Dünyanın sayılı güçlerine karşı yaptığımız istiklal savaşında –herkese ibret- omuz omuza olanlar bizlerden başkaları mıydı ki?

O zamanlar kimlerden neyi koruyorduk, şimdi bize birileri neyin kavgasını yaptırıyorlar?
Anadolu “Bilmem şu feleğin bende nesi var?” derken bunu soruyor hepimize aslında.

“Felek” dediği de çıkar çatışmaları ve iktidar hırslarıyla yoğrulmuş “düzen” ya da ”dünya”…
Onu Ortadoğu’yu kana bularken, şeriat özentisiyle insanların kafasını örümceklendirirken, kendi çıkarına göre ülke sınırları çizerken, silah satarken apaçık “iş üzerinde” görmüyor muyuz?

Bu felek, bu dünya düzeni neden bu güzel yurdun insanlarını birbirlerine düşürüyor, her birini; buraları sanki sadece şunun ya da bunun kendi mor sümbüllü bağlarıymışçasına sahiplendirip, bencilleştirip üstelik o bağlarda şu zemheri ayında güller açtırılmasını istetiyor?

Zemheri ayazında hiç gül açar mı?
Anadolu onun bunun değil, hepimizin ortak bağı değil mi? 
“Felek” Türkiye’den ne yapmasını, bizim daha ne olmamızı istiyor böyle yaptırmaya çalışmakla?
O felek bize dost mu yoksa düşman mı?
*
Daha bir öncekinin tartışmaları bitmeden önümüzdeki birkaç gün içinde yeni bir seçime gidiyoruz…
Bazıları buna “yeni değil, eski seçimin tekrarı” da diyor.
Bir açıdan doğrudur.

Herkes yine kendi “fikrini” sonuna kadar savunacak tabii… Ama söylemlerde bir yenilik yoksa, aradan çok kısa bir zaman geçmiş, oy dağılımında “ciddi” bir değişiklik beklenmiyorsa tabii ki seçim aynı seçimdir ve karşımıza çıkacak sonuçları bir öncekinin tekrarından daha da fazla bir şey olmayacaktır. 
Bu hemen herkesin gördüğü gerçek.
Aradan geçen zaman, maalesef ortaya çıkan kamplaşmayı yeterince eritmeye, olması gereken ortak aklın ortaya çıkmasına da yetmeyecek gibi.

Peki o zaman bu seçimle ne değişecek diyeceksiniz?
Bir önceki seçim Hazirandaydı, “baharın başı”ydı; doğrusu budur diyecek bir şeyler yapamadık.
Bu seferki Kasımda, yani “kışın başı”nda; her anlamda yaklaşan “zemheri”ye az kalmış olan günlerde.

Şimdi kimse sadece “kendi gülleri”nin açmasını beklemesin, en azından birbirini anlamaya, zeytin dallarını yeşertmeye çalışsın. 
Gelin şu “siyec”i yeniden canlandıralım, kuruyan dallarına suyu yürütelim.
Ülkenin pek çok köşesinde zemheri ayazının yaşandığı şu günlerde bencillik edip hep kendi gönlümüzdeki güllerin açmasını beklemeyelim:
Birbirimizi biraz daha anlamaya çalışalım.

Zemheride kimsenin gülü açmaz ama zeytin dalları yeşertilebilir.
Haydi şimdi Anadolu’nun o güzel türküsünü bir de bunları düşünerek hep birlikte söyleyelim, kim güzel söylerse ondan dinleyelim.
-------------
(Zemheri: 21 Aralık-31 Ocak arası kışın en soğuk günlerinin olduğu dönem).

 

Bülent SOYLAN | Tüm Yazıları
Hits: 2101