'Ben demiştim' yazısı...

~ 19.10.2015, Hakan Gülseven ~

Hepinizden özür dileyerek, bir ‘ben demiştim’ yazısı daha yazacağım. Daha evvel de vurgulamıştım, “Ben demiştim” demekten ve diyenlerden hoşlanmıyorum ama bu tarihsel anda bunları yazmak zorunda hissediyorum. Zira Türkiye tarihinin en kritik dönemini yaşıyoruz ve hepimiz bir şeyler yapmalıyız.

“Ne yapmalı?” sorusunu yanıtlarken, ‘ben demiştim’lerden güç almayı umuyorum...

***

Malum, bu sütunda uzun süredir iktidardaki örgütlü şuursuzluk ve cehaletin ülkeyi bir iç savaşa sürüklediği vurgulanıyor. Suruç  katliamının ertesi günü şunları yazdım:
“AKP iktidarı devrilmediği sürece, bu iktidara çeşitli vesilelerle yama yapıldığı sürece, Türkiye büyük çatışmalara, hatta bir iç savaşa sürüklenecektir, diyoruz. Gidişat değişmezse, Suruç’taki bomba İstanbul, İzmir, Ankara, Adana ve diğer kentlerde, hatta kasabalarda patlamaya başlayacaktır. Durum bu kadar vahimdir.”

Ayrıca şunları:

“Demokratik protesto gösterileri dönemi kapanmıştır. Emekçi halkımız kendini savunmak için uzun soluklu bir mücadeleye hazır olmalıdır. Mezhepçi/faşizan siyasal İslamcılara karşı halkın kendini savunması son derece meşru bir haktır. Polisin, istihbarat teşkilatının ve ordunun siyasal İslamcı bir iktidar tarafından yönetildiği bir ülkede, halkın güvenliği yok demektir. Bu durumda, ülkenin her tarafında (gerektiğinde) halkın kendi savunmasını örgütleme hakkı da meşru olmalıdır.”

***

Ve nihayetinde Ankara katliamına tanık olduk. İktidarın en tepesindeki unsurun cihadçı kartını kullanacağını bir kez daha vurguladığım 27 Eylül yazısında şunlar savunuluyordu:

“Lafı hiç dolandırmadan söyleyeyim, ya büyük bir halk ayaklanması yaşanır, ya da sağlı sollu basiretsiz muhalefet hiçbir şeyi çözemeyeceği için Amerikancı bir darbe gelir ve ortalığı dümdüz eder... Ne var ki, zayıf bile olsa bir iç savaş girişiminin etkileri ve sonuçları öyle kolay silinemez...

Silinemez çünkü cihadçı unsurlar kalleştir. Bombalar patlamaya devam eder. Uyuyan hücreler bir anda temizlenemez. Ve bu hücrelerden bol miktarda mevcuttur... Bu millet daha uzun süre tedirgin yaşar...

Evet...

Ne yazık ki bu iktidar döneminde ülkemiz telafisi zor bir biçimde kirlenmiştir... Bunun bedelini hep beraber ödeyeceğiz, başka yolu yok...”

***

13 Ağustos’ta ‘Ne Yapmalı?’ başlıklı seri yazının son bölümünde ise bu köşede şunlar yer aldı:
“Bugün Türkiye’de ‘barış ve demokrasi’ en acil sorun. Bu sorunu kısmen de olsa çözmek için bir plana ihtiyacımız var.

Yoksa toplum gericilik girdabına daha fazla çekilecek ve belki de iç savaş dinamikleri daha fazla büyüyecek…

Haziran’da sokağa dökülen kitlelere ve Kürt halkına, onların da dahil olacağı ve böylelikle içlerine sindirebilecekleri basit, az sayıda hayati maddeden oluşan bir ‘barış ve demokrasi planı’ sunmak, bunu tartışmaya açmak gerekiyor.

Toplumun tüm kesimlerinden emekçilerin, aydınların, kadınların, gençlerin gönül ferahlığıyla savunabileceği bir politika yaratmak demektir bu.

Buradan hareketle, liberal aklın yarattığı “Çözüm ve demokrasi AKP’yle görüşerek elde edilebilir” safsatası çöpe atılmalıdır. AKP-CHP koalisyon masalları da…

AKP halkımızın düşmanıdır ve bir daha çıkmamak üzere tarihin çöp sepetine atılmalıdır.
‘Barış ve demokrasi planı’ kendini AKP’ye karşı konumlandırmak zorundadır. ... Planın ana başlıkları şöyle sıralanabilir:

- AKP defol! Katiller-Hırsızlar yargı önüne!

- Silahlar derhal ve çift taraflı olarak sussun, gençlerimiz ölmesin!

- Barajsız, demokratik bir seçim yasası! Demokratik anayasa için ‘Kurucu Meclis’ seçimi!”

***

Bugün, bu tespitler ve öneriler doğrultusunda büyük bir mücadele vaktidir. Yapamazsak, yaşayacağımız acının boyutu da büyüyecektir. Memleketimiz tahrip olacaktır.

Bunun için öncelikle sendikaların, özellikle Türk-İş’in başına çöreklenmiş sendika ağalarına karşı büyük bir hareket başlatmalıyız. Fabrikalar, işlikler hırsız-katil iktidarına karşı bir mücadele alanı haline getirilmelidir; bunun önüne geçen tüm sendika ağalarını sendikalarımızdan atmalıyız.

Kent merkezlerindeki göstermelik yürüyüşler, ‘demokratik gösteriler’ yerine, emekçi mahallelerine yayılan ve kendini koruyan eylemler geçirilmelidir.
Yurtdışındaki emek örgütleri desteğe çağırılmalıdır. Avrupa’da yaşayan Türkiyeliler burada yürüyen mücadeleye sahip çıkmalıdır. Dünyayı ayağa kaldırmalı, bu iktidarın kanlı yüzünü tüm dünyaya teşhir etmeliyiz.

KaçAk Saray’ı yıkana kadar mücadeleye devam etmeliyiz...

Hakan Gülseven | Tüm Yazıları
Hits: 967