Katalonya'da polisiye

~ 30.09.2015, Mine KIRIKKANAT ~

Yolculuğum bir dünya cennetine davetle başladı.
Kuzey İspanya ile Güney Fransa arasında mekik dokuduğum yıllarda keşfettiğim Collioure, doğanın kutsallığına inananların huşuyla tavaf ettikleri bir koy; her şeye bir kusur bulan mızmızların ise mimarisine bakıp “Bu kadar da mükemmellik olmaz ki!” diye hayıflandıkları bir Katalan kentidir.
Bir zamanlar Katalonya, Aragon Prensliği diye anılan devlet çökünce İspanya ile Fransa arasında gidip gelmiş, 1659 yılından öteye Fransa’ya kalmıştır.
İspanyol mimarisinin özelliklerini taşıyan muhteşem Kraliyet Şatosu, 14. Louis tarafından bölgeye gönderilen ve tüm zamanların en büyük kale mimarı kabul edilen Vauban’ın restorasyonuyla Fransızlaştırılmıştır.
Collioure Koyu, bir ucunda yükselen Kraliyet Şatosu ile öteki ucunda yine Vauban’ın imzasını taşıyan Miradou Kalesi tarafından korunan bir Akdeniz incisidir.

***

Kuruluşu Vizigotlara dayanan minik kentin tarihi dokusu yüzyıllardır bozulmamış ve 1986’da bırakın yeni inşaatı, çivi çakılması bile “Kıyı Kanunu” ile sımsıkı kurallara bağlanmıştır. Kanunun amacı, girizgâhında “Fransa kıyılarını yağmadan korumak” olarak açıklanır ve anayasadan bile daha sağlam olup, yararı öylesine net biçimde görülmüştür ki, hiçbir hükümet herhangi bir maddesini tartışmaya açmayı düşünmez.
Çünkü Fransa, bu ve benzeri koruma yasaları sayesinde dünyanın bir numaralı turistik destinasyonudur.
Çünkü Fransa’nın korunmuş mimarisine hayran kalıp yeniden gelmek isteyen turistler; on yıl, yirmi yıl arayla geldiklerinde aradıkları binayı, meydanı, her şeyi bıraktıkları yerde bulurlar! Onlardan sonra çocukları, onların anılarını bıraktıkları yerde kendi anılarını örmeyi sürdürür.
Dolayısıyla ben de Collioure’u 30 yıl önce bıraktığım gibi buldum ve bir kez daha âşık oldum…

***

İspanya İkinci Cumhuriyeti’nin çöküşünden sonra Fransa’ya kaçmak zorunda kalan büyük İspanyol ozanı Antonio Machado, son günlerini Collioure’da yaşamıştır, mezarı buradadır…
Akdeniz’in mavisiyle Pirene Dağları’nın yeşili arasında, tahinli kurabiye rengindeki evleriyle güneşe uzanan bu minik kent, 20. yüzyılın ilk yarısında büyük bir insanlık dramına sahne oldu.
1939 Şubatı’ndan öteye 465 bin İspanyol Cumhuriyetçi sınırı geçerek Fransa’ya sığınmıştı. Fransa da Alman bozgununu yaşıyordu. Yüz binlerce sığınmacı, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar konsantrasyon kamplarından farksız koşullarda kaderlerine terk edildi. Epeycesi öldü…
İspanyol ve Katalan dilinde “Retirada” (rücu) diye anılan bu trajik dönemde, Collioure’daki Kraliyet Şatosu da siyasal sığınmacılar için hapisaneye dönüştürülmüştü.
Bu dram, bugün hüzünle anılan, ama bağışlanan bir tarihe ait.

***

Collioure’un “Bir Denizden Ötekine” adını taşıyan edebiyat festivaline, bu yıl Akdeniz ülkelerinden üçü romancı biri çizer, dört kadın çağrıldı. İspanya’dan Christina Fallaras, İtalya’dan Diana Lama, Fas’tan Gihen Ben Mahmoud ve bendeniz.
Fransız Kültür Bakanlığı’nın desteğiyle Katalan romancı Gildas Girodeau’nun yönettiği edebiyat festivaline, “siyasal mücadele veren kadınlar” olduğumuz için davet edilmiştik.
Barselona, Collioure’a Paris’ten çok daha yakın olduğu için hepimiz sınırı İspanya’dan geçip Fransa’ya intikal ettik.
Açık havada düzenlenen festivalin ilk günü, tanıştık ettik, nefis bir paella yedik, söyleşi saatine daha vardı; ben de kimseye görünmeden sıvışıp dolaşmaya çıktım.
Dönüşte, artık ahbap olduğumuz festival yöneticisi koluma yapıştı: “Neredeydin?” Beti benzi atmıştı. “Polis harıl harıl seni arıyor” demesin mi? Afalladım.
Gevezeliğimden hâlâ sıkılmadıysanız, devamı pazara.  

Edebiyatla gazetecilik arasındaki fark; gazeteciliğin okunaksız olması, edebiyatın ise okunmamasıdır.
OSCAR WILDE

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 1215