Kilitlenme ve "Yıldızın Parladığı Anlar"

~ 25.06.2011, Metin ÇULHAOĞLU ~
İçerde ve dışarıda, Türkiye’ye nihai bir şekil verme niyetindeki odakların belirli planları olduğu, kimi adımlarını da bu planlar doğrultusunda attıkları herhalde herkesin malumudur.
Ancak, buradan kalkarak, şu veya bu planın hiç değişmeden olduğu gibi kaldığını, dahası, süreçlerin hiçbir engelle karşılaşmadan tıkır tıkır bu plana göre işlediğini düşünmek için fazla komplocu bir kafaya sahip olmak gerekir.
Çünkü odakların planları varsa, “senaryoları” da vardır.
Her kimse, odak, planını en başta mevcut duruma ve kendi gücüne bakarak yapar; bu, asıl olarak siyasetin, siyasal örgütün işidir ve görece daha az sayıda parametreye oturur. “Senaryo” ise, odağın “think-tank” denebilecek kolunun meşgalesidir. Bu anlamda “senaristler”, kendi dışlarındaki odakların olası yönelimlerini, akim kalan bir sürecin yerini hangi sürecin alabileceğini, “planda” hiç hesaba katılmayan olasılıkların etkilerini vb hesaba katmak zorundadırlar.
Bu durumda, planda değil ama eldeki senaryoda yer alan bir olasılığın güçlenmesi, geriye dönüp planı da etkiler; daha da katılaştırır veya tersine esnetir. “Geriye dönüp” diyorum; çünkü plancı örgüt, senaryocu think-tank’i her zaman ve her yerde önceler, önce o vardır.
***
Bugün görünen şudur: 12 Haziran seçimleri, Türkiye’de önümüzdeki dönemin siyasal süreçlerinde ikisi içerde ve biri dışarıda olmak üzere üç odağın başrol oynayacağını ortaya çıkarmıştır: İçerde AKP ve Kürt hareketi, dışarıda ise zaman zaman AB’yi de öne sürse bile asıl olarak ABD…
“Ilımlı İslam”, “BOP”, “Yeni Osmanlı”, “bölge liderliği”, “bölünme”, “federasyon”, “demokratik özerklik”, “eyalet-başkanlık sistemi”, “AB üyeliği”, “yeni Anayasa”, “yeni Cumhuriyet” ve daha başkaları…
Şimdi, bunlar hangi “planların” parçalarıdır? Bu planları etkileyecek “senaryolar” neler olabilir? Bir de, planların ve senaryoların üç aktöre dağılımını ve “çapraz kesenleri” ortaya koyan bir matris çıkartılamaz mı?
Benim naçizane önerim şu olacak: Kimse boşuna uğraşmasın…
Evet, bunların hepsinin gerçekliği, maddi karşılığı olabilir. Gelgelelim, Türkiye’de olup bitenler, belirli bir planın onunla bire bir ilişkili ardışık parçaları olmaktan çok, planları yenilenmeye, senaryoları ise çeşitlenmeye zorlayan fiili durumlardır. Örneğin, kimse kalkıp seçmenin AKP’ye iktidar olacak, ama Anayasa’yı tek başına değiştiremeyecek kadar oy vermesinin “belirli bir planın parçası” olduğunu söylemesin. YSK’nin Hatip Dicle’yi önce seçime sokup sonra vekilliğini iptal etmesi, mahkemenin Balbay’la Haberal’ı salmaması da en fazla AKP’nin kısa dönem manevralarıyla ilişkilendirilebilir, her hangi bir “meta planla” değil.
Özetle şunu söylüyorum: Planlar vardır; ama onlardan önce ve onları etkileyecek fiili durumlar da…
Asıl olan bunlara bakmak, bunlardan ne çıkabileceğini kestirmeye çalışmaktır.
***
En basiti şudur, iki aktör, AKP ve Kürt hareketi, kendi planları falan bir yana yaklaşık 1 yıldır birbirini karşılıklı test etme durumundadır. Bu bir güç, etki ve cüret testidir; ideoloji, siyasal vizyon, yeni Anayasa, “nasıl bir Türkiye?” vb hepsi ikinci plandadır. Mesele geriletirim geriletemezsin, yaparım yapamazsın, elinden alırım vermem, vururum vuramazsın noktasında kilitlenmiştir.
İki taraftan AKP’yi bu noktaya getiren, daha az olmak üzere “bölge dışındaki milliyetçi oylar” kaygısı, daha çok da “çözülmüş” bir Kürt sorununun, dış politika-bölge vizyonunu ve misyonunu başkalarına benimsetme açısından olmazsa olmaz olmadığı kanaatine varmasıdır. Kürt tarafı ise, birtakım andavallı Türk entelektüellerinin ortaya attığı, “ceberut-bürokratik-merkeziyetçi-kemalist seçkinlere karşı çıkan AKP’nin Kürt meselesini de çözebileceği” tezinin kofluğunu görmüş, AKP’nin bu alanda kadim iktidarlardan pek de farklı olmadığını anlamıştır.
Neticede, yarın Hatip Dicle sorunu çözülse de, “yeni Anayasa” konusunda birtakım asgari müştereklerde buluşulsa da, bu işin görünür çözümü yoktur.
“Görünmeyen” çözümü varsa, o da mevcut durumda, planlarda değil, ancak senaryolarda olabilir.
***
“Siyasal süreçleri etkileyip belirleyen odaklar” derken, sosyalist hareketten söz etmememe herhalde kimse şaşırmamıştır.
34 yıl önce, benzer bir seçim başarısızlığı ardından benimsenen şiar, daha doğrusu beklenti şuydu: “Kitleler doğruları yaşayacak.” Şu anlama geliyordu: “Bizi doğruları söyledik, dinlemediniz, yaşayıp kendiniz göreceksiniz.”
34 yıl önce pek öyle olmadı, bugün de olacağını sanmıyorum.
Kimse “umutsuzluk” olarak algılamasın; söylediğim yalnızca şudur: Siz “yaşatmazsanız” yaşamıyorlar, “gördürmezseniz” görmüyorlar. O halde yaşatmak ve gördürmek, bunun için çabalamak gerekiyor. Yoksa sosyalist hareketin bu uğrakta yapması gereken, kesinlikle ve kesinlikle “nerede yanlış yaptık?” sorusunun dipsiz kuyularında debelenmek değildir. Sosyalizm adına söylenen ve yapılanlarda bir iki yanlış bulunursa, iyileştirici düzeltici olabilir; bulunan üç dört yanlış soğumayı ve uzaklaşmayı getirir; bundan da fazla yanlış bulunursa, bundan sosyalizmin zıddı neyse onun doğru olduğu sonucu çıkar!
“Nerede yanlış yaptık?” sorusu, bulunan yanlış sayısını dördün üzerine çıkarma potansiyeli taşıdığından tehlikelidir.
***
Yazının ortalarına dönersek, Türkiye sosyalist hareketi önümüzdeki dönemde iki odak arasındaki kilitlenme tarafından belirlenen bir ortamda yol almak, daha doğrusu yolunu bulmak durumundadır.
Yeni bir kriz, Türkiye’nin birtakım dış maceralara atılması, bugünden kestirilemeyecek birtakım gelişmeler, vb. Bunlar olabilir de, olmayabilir de. Ancak, başka ülkelerdeki hareketler ayrı, Türkiye sosyalist hareketinin kendi dışındaki, yerli veya dışsal, ani ve spektaküler herhangi bir durum veya olayla ihya olduğu tek bir dönem bile olmamıştır. Bu bağlamda, en fazla çeşitli durum ve eğilimlerin üst üste gelmesiyle ortaya çıkan özel konjonktürlerden söz edilebilir, tekil olay ve durumlardan değil.
Evet, ticarette, hiç beklenmedik, ihya edici büyük kârlar elde edilebiliyor (“windfall profit”). Sosyalist harekette pek olmuyor. Zaten, Stefan Zweig’ın 1927 yılı öncesinde tespit edebildiği “yıldızın parladığı” 12 andan yalnızca biri sosyalizme “yazılmış” (Lenin ve mühürlü tren). Bundan sonra da hiç olmamış; ne kazanıldıysa, dişe diş mücadele ederek, uğraşılarak kazanılmış.
Bizim de başka yolumuz yok.

(SolHaber 25.06.2011)

Metin ÇULHAOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1618