"Onur" ve hukuksuzluk

~ 02.07.2015, Ali Rıza AYDIN ~

“Onur yürüyüşü”, amacıyla birlikte, hem yürüyüşe katılanların öz saygıları hem de katılmayanların onlara gösterdiği saygının değeri yönünden anlamlıydı.

“Onur”, hukukla yaratılmaz; hukukla çiğnenemez, yok edilemez. Onur, derecelendirilemez.

            Onur ile hukuk arasındaki bağlantıyı ve “onur yürüyüşü”nün anlamını, bizim yasakoyuculardan ve uygulayıcılardan çoğunun anlaması olanaklı değil. Çünkü onlar, onuru kendilerine göre derecelendiriyorlar. Tıpkı eşitlik ve özgürlük gibi, onura kendilerince anlam yüklüyorlar.      Sermayenin temsilcileri ile emekçiler gibi, zenginlerle yoksullar gibi, erkeklerle kadınlar gibi, kentlilerle köylüler gibi, markalı ve fiyakalı giysililerle olağan giysililer gibi, lüks otomobil sahipleri ile ikinci el otomobil sahipleri gibi, onura kendilerince anlam yüklüyorlar.

Fiili eşitsizliğin neden olduğu tüm farklılıklar onurun derecesini belirliyor. Dernek üyeliği bile bu derecelendirmeyi etkiliyor. TÜSİAD,  MÜSİAD üyesi iseniz, devlet katında farklı işleme tabi tutuluyorsunuz; bırakalım emekçilerin, halkın derneklerini, yargıç ve savcı derneğinin üyesi iseniz yumruk ve tekme yiyebiliyorsunuz.

            Din ya da mezhebiniz, etnik konumunuz etiketiniz oluyorsa, onur dereceniz de farklılaşabiliyor.

            Onur yürüyüşünün katılımcısı iseniz, toplumsal cinsiyeti savunuyorsanız, onur derecenizi de farklılaştırıyorlar.

            Onurlu yaşam talebi, aynı zamanda eşit yaşam hakkı talebidir.

Hukukun el atamayacağı alanlar vardır ve bunların başında tıpkı “yaşam hakkı” gibi “onur” gelir. Yani, ne egemen güçler ne de devlet, “insan onuru” üzerine farklı bahanelerle el atamazlar.

İstanbul Valiliğinin, “onur yürüyüşüne” şiddet kullanımlı müdahalesinin “provokasyon” gerekçesi, tam da yukarıda değindiğimiz nedenlerle, eşitsiz düzenin yarattığı eşitsiz “onur” anlayışının, ramazan ayı gibi dinsel davranışı belirleyen dönemler bahane edilerek dincilerin onurunu üstün gören anlayışın, gericiliğin, yobazlığın ürünüdür. Bu nedenle, bırakalım hukuksallığı, insanlık onuru nedeniyle kabul edilemez.

Provokasyon gerekçesi için hukuksallıkta ısrar, hâlâ Anayasa’da yer alan “laik hukuk devleti” ilkesi nedeniyle de kabul edilemez. Hatta AKP’nin, Anayasa Mahkemesi’nden de destek alarak laiklik diye dayattığı dinsel özgürlük nedeniyle de kabul edilemez. Ayrıca bu soyut gerekçe, keyfiliği ile “onur”u yer bitirir ve müdahale edenleri de insanlık dışına iter.

Valiliğin, “izin almama” gerekçesi ise, sert müdahalenin gerekçesi olamaz. Valilik, evrensel hukukun belirlediği ilkelere ve yargı kararlarına uymak zorundadır.

Anayasa Mahkemesi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararlarından da destek alarak, özetle şöyle diyor 25.3.2015 günlü  (BN:2013/2394) bireysel başvuru kararında:

“Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir ve dolayısıyla ifade özgürlüğünün siyasi ve kamu yararını ilgilendiren konularda sınırlandırılmasının daha dar kapsamda olması toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının uygulamasında da gözetilmelidir. Bu sebeple demokratik bir toplumda temel haklardan biri olan bu hak dar yorumlanmamalıdır.”

“Muhalif ve azınlıkta kalan fikirlerin, çoğunluğun fikirleri nazarında kışkırtıcı veya rahatsız edici olması durumunda dahi korunarak güvence altına alınması çoğulculuğun, açık fikirliliğin, hoşgörünün ve demokratik bir toplumun gerekliliğidir.”

“Mevcut düzene itiraz eden ve barışçıl yöntemlerle gerçekleştirilmesi savunulan siyasi fikirlerin, toplantı özgürlüğü ve diğer yasal araçlarla kendisini ifade edebilmesi imkânı sunulmalıdır.”

“Toplanma hakkının amacı şiddete karışmayan ve fikirlerini barışçıl bir şekilde ortaya koyan bireylerin haklarının korunmasıdır. Bunun dışında toplantının veya gösteri yürüyüşünün hangi amaçla yapıldığının bir önemi yoktur.”

“Bir toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasadışı olması veya yasalara aykırı olarak düzenlemesi tek başına toplantı veya yürüyüşün barışçıl niteliğini ortadan kaldırmaz.”

“Protesto barışçıl yöntemlerle yapıldığında, bu tür bir eylemin, sadece bildirim yükümlülüğünün yerine getirilmediği gerekçesiyle dağıtılması barışçıl toplantı hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir.”

“Barışçıl amaçlarla bir araya gelmiş kalabalıkların toplantı hakkını kullanırken kamu düzeni açısından tehlike oluşturmayan ve şiddet içermeyen davranışlarına devletin sabır ve hoşgörü göstermesi çoğulcu demokrasinin gereğidir.”

Anayasa Mahkemesi, genel seçim öncesinde, özellikle cumhurbaşkanının hak ihlalleri nedeniyle yapılan başvurular karşısında sessizliği tercih etse de, yani dönemsel özellikleri gözetse de, ortada İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne, İHAM kararlarına ve hiç olmazsa çoğunlukçu demokratik toplum düzenine koşut bir Anayasa Mahkemesi kararı var. Bu karar, herkes gibi valiliği de bağlar, polisi de…

Hukuku, onurları için yürüyenler değil, o barışçıl yürüyüşe müdahale ettiren valilik ve şiddetle müdahale eden polis çiğnemiştir.

Savaşı sevenlerin, barışçıl eylemleri tek yönlü olarak savaşa çevirdiği; “kim dinler, halkı, onuru, hukuku ve mahkeme kararını” çizgisine dayanıldığı ülkede, keyfilik ve diktatörlük tahta oturur. Yaratılan vahşilik, yalnızca hükümete değil, onu denetlemekle sorumlu devlete de meşruiyetini kaybettirir.  Halka da ideolojik, siyasal ve örgütsel bütünlük içinde mücadele ve direnme hakkı doğar.      

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1167