Suriye Çıkmazının Türkiye ve Bölge İçin Olası Sonuçları

~ 10.06.2011, Orhan AKA ~
Suriye’deki halk ayaklanmasının Beşşar Esad rejimince kanlı biçimde bastırılmaya çalışılması karşısında gerek hükümetimiz gerek Başkan Obama’nın demokratik reform çağrıları ülkenin gerçekleriyle bağdaşmadığından sonuçsuz kalıyor.
Bu tutum ve önerilerden Suriye’nin homojen bir toplum sayıldığı ve ülkedeki mezhep farklılıklarının göz ardı edildiği izlenimi alınmaktadır.
Oysa, Suriye’deki başkaldırının Tunus ve Mısır örneklerinin yarattığı heyecan ve umutla demokratik reform ve özgürlük talepleriyle başlasa da, daha sonra Sünni çoğunluk tarafından yüzde 12’lik azınlık iktidarından kurtulma fırsatı olarak değerlendirilmek istendiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla şu aşamada çatışma, iki farklı mezhep arasında iktidar mücadelesi olarak algılanabilir.
Bir ülkenin iç ve dış politikası incelenirken mezhep farklılıklarının ön plana çıkması nahoş olmakla birlikte Suriye şıkkında gerçekçi bir değerlendirme yaparken bundan kaçınmak mümkün değil. Hatta sorun bölge açısından irdelendiğinde İran, Suudi Arabistan, Lübnan’da Hizbullah ve Irak’taki Şii nüfus faktörlerinin de hesaba katılması zorunludur. Suriye halkı yaklaşık yüzde 70’i Sünni, yüzde 16’sı Hıristiyan, yüzde 12’si Şiiliğin bir kolu olan Nusayri, yüzde 2’si de öteki din ve mezhep mensuplarından oluşuyor.
İktidar kırk yıldır Nusayri azınlığın elinde. Bu azınlık askeri darbeyle eline geçirdiği iktidarı ordu, polis ve istihbarat güçlerine tamamen hâkim olarak baskıcı, otoriter bir rejimle sürdürüyor.
Suriye’nin Tunus ve Mısır’dan farkı şurada: Bu iki ülkede halk demokrasi ve özgürlük talepleriyle isyan etti. Liderler ve çevresi bertaraf edilince, çok zor olsa da artık demokratik düzenin kurulması bekleniyor. Ama, Suriye’de lider çekilse de azınlık iktidarı yerinde kaldığı sürece demokratik reformların uygulanması mümkün değil. Çünkü, tam demokratik serbest seçimlerde yüzde 12’nin yüzde 70’i alt etmesi düşünülemeyeceğinden Nusayri azınlığı iktidarı kaybetmeyi göze almadıkça bu yola gidemez.
Hesap sorulmasından korkuyorlar
Beşşar Esad, üst yönetim kademeleri, hatta tüm Nusayri topluluğunun iktidarı mutlaka elinde tutmayı yaşamsal önemde görmesi doğal.
Zira iktidarı Sünnilere terk etmek zorunda kalırlarsa, 40 yıllık baskıların, Hama’da on binlerce kişinin katledilmesinin, son ayaklanmada da binden fazla kişinin hayatını kaybetmesinin hesabının sorulacağını biliyorlar.
İktidar kanlı şiddet uygulamalarıyla amacına ulaşabilir, isyanı bastırabilir mi? Bu tamamen olanak dışı değil. Ancak, böylece sağlanacak düzenin uzun süreli olması ihtimali zayıf. Çünkü, 40 yıldır azınlığa tabi olmanın maddi ve manevi ezikliğini hissetmiş olan Sünni çoğunluk yönünden cin şişeden çıkmış durumda. İktidar şiddet yoluyla düzeni sağlamayı başarsa bile artık huzur içinde ülkeyi yönetmesi mümkün değil.
Endişe duymaları doğal
Nusayri topluluğunun er veya geç mukadder akıbetle iktidarı kaybetmesi halinde ciddi güvenlik sorunuyla karşı karşıya kalmaktan derin endişe duyması doğaldır.
Bu durumda, öteden beri Nusayri bölgesi olan Lazkiye ve Tartus’a çekilerek Fransız manda yönetiminin 1920-25 arasında uyguladığı sistemde olduğu gibi kendi hükümetine sahip olabileceği, hatta daha ileri giderek bağımsızlığını ilan edebileceği hatıra gelmektedir.
Ben 1980’lerin ikinci yarısında Şam’da görevli iken, resmi görevi olmayan önemli bir Nusayri şahsiyeti, azınlık topluluğu iktidarı kaybedip güvenlik riskine maruz kalırsa çaresiz bu çözüm yoluna sarılacağını ifade etmişti.
Bu takdirde, ülkenin kuzeydoğusunda Kürtlerle meskûn bölgede Suriye Kürtlerinin de kendi devletini kurmakta gecikmeyeceği tahmin olunabilir. Suriye’nin bölünmesine yol açacak bu gelişmelerden Balkanlar’da olduğu gibi Ortadoğu’da da bölünmeleri hiç yadırgamayan hatta teşvik eden dış güçlerin en çok da İsrail’in memnuniyet duyması doğaldır.
Suriye krizinin izleyeceği seyir ve bu ülkede neden olacağı olası gelişmelerin ülkemiz için pek çok yönden olağanüstü önem taşıyacağı kuşkusuzdur.

(Cumhuriyet 10.06.2011)

Orhan AKA | Tüm Yazıları
Hits: 1404