Düzen partilerinin sınıfsal profili

~ 07.06.2011, Tülin ÖNGEN ~
Bir önceki yazımda, neo-liberalizmle birlikte ekonomik güç ile siyasal gücün giderek griftleştiğini (kaynaştığı), siyasal partilerin de sermayeyle bütünleşip, şirketleştiklerini anlatmıştım. Bugün, konuyu somut örnekleriyle daha yakından işleyeceğim.
Aslında siyasi partilerin çıkar çevreleriyle içlidışlılığı, ne yeni bir olay, ne de istisnai bir durumdur.  Çünkü parti dediğimiz kurum, bir siyasal hegemonya aygıtıdır. İstisnasız hemen her parti, bir sınıf, sınıf dilimi ya da bir toplumsal öznenin sözcülüğünü yapmak; çıkarlarını savunmak, dünya görüşünü temsil etmek ve bunları genelleştirmek için kurulur. 
Öte yandan bir partinin iktidara gelip, sözcülüğü yaptığı öznenin hegemonik üstünlüğünü sağlayabilmesi, geniş kitlelerin onu genel iradenin-ortak iyinin temsilcisi olarak görmesine bağlıdır. Bu yüzden partiler, tüm ulusun  partisiymiş gibi davranmak, özellikle angaje oldukları çevrelerden özerk görünmeye çalışırlar.  Özellikle küçük bir azınlığın hizmetindeki düzen partileri, bu tür bir imaja daha çok ihtiyaç duyarlar. 
Nitekim liberal, muhafazakâr, milliyetçi sağ partiler ile sınıfsal uzlaşıdan yana sosyal demokrat partiler, gerçekte birer sınıf (burjuva) partisi oldukları halde, asla onun çıkarlarını açıkça dile getirmezler. Halkın karşısına bağımlı sınıfların birtakım taleplerini de içeren ortak politika paradigmalarıyla çıkmayı tercih ederler. Benzer biçimde siyasal projelerini de salt burjuva ideolojisi üzerine temellendirmezler. Onu öteki ideolojilerle (egemen ideoloji, resmi ideoloji, bağımlı sınıfların özgül ideolojileri, dinsel, milliyetçi geleneksel ideolojiler) harmanlayıp, daha geniş kesimlere hitap eden bir siyasal söylem inşa ederler. Aynı özeni, üye tabanı kadar lider, yönetici kadroları ve kurul üyeliklerinin kompozisyonunda gösterirler. Kısmen sermaye dışı figürlere de yer verip, daha çoğulcu (çok sınıflı) bir profil çizmeye çalışırlar.
DÜNDEN BUGÜNE
Partiler, ekonomik çıkar çevreleri veya sosyal ve siyasal güç odaklarıyla geçmişte de çok yakın ilişki içindeydiler. Aradaki bağ, örgütsel, idari ve lojistik destekten başlayıp  mali yardıma kadar uzanmaktaydı. Hatta bir kısmının arkasında partinin kuruluşunda da etkin bir rol oynayan ve parti üzerinde otoritesi olan geniş bir cemaat/çevre (Milli Görüşçü, Fettullahçı, Ülkücü vb) bulunmaktaydı. Bu oluşumların, doğrudan ya da sahip oldukları ilişki ağları aracılığıyla dolaylı olarak bu partileri finanse ettikleri bir sır değildir.
Bugünse parti-sınıf ilişkisi, yoğunlaşmakla kalmayıp, hem daha dolaysızlaşmış hem de daha özelleşmiştir. Örneğin düzen partileri, siyasi olduğu kadar mali açıdan da özerliklerini yitirip, sermayeye tabi hale gelmişlerdir. Dolayısıyla ilişki içinde oldukları çıkar çevrelerinin etki ve müdahalelerine çok daha açık durumdadırlar. İkincisi, sermaye sınıfı ile düzen partileri arasındaki ilişki fazlasıyla tikelleşmiştir. Ortak sermaye çıkarlarını  temsil ('kolektif kapitalist' karakter) yerini belli çıkar gruplarının aracı olmaya ('tikel kapitalist' karakter) bırakmıştır. Her biri, özgül bir sermaye fraksiyonunun organik uzvu (şirket-parti) haline gelmiştir. Ekonomik örgütler arasında var olan ayrışma (Tüsİad-Müsİad)  olduğu gibi partilere de yansımıştır. Akp ile Tüsİad arasında yaşanan gerilimleri bu çerçevede değerlendirmek daha doğru olur.
ŞİFREYİ ÇÖZMEK KOLAY
Bir partinin hangi sınıf ya da sınıf fraksiyonunun organik temsilcisi (şirketi) olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yoktur. Kuruluş süreçleri, örgütsel yapı ve finansman kaynakları, program ve projeleri, lider ve yönetici kadroların toplumsal tabanları ve ilişki ağları, kurul üyelerinin mesleki ve gelir durumları ya da işteki pozisyonları incelendiğinde, herkesin gerçek kimliği kolayca anlaşılabilir.
• • •
Üstelik elimizde başvurabileceğimiz kaynaklar da var. Bunlardan birisi, Doç. Dr. Ayşen Uysal ile Dr. Oğuz Topak'ın birlikte yürüttükleri TÜBİTAK destekli bir araştırma. Geçen yıl "Particiler, Türkiye'de Partiler ve Sosyal Ağların İnşası" adıyla yıl yayınlanmış (İletişim Yayınları), ayrıca TÜBİTAK ödülü de almış bir çalışma.
Araştırma, 2007-2009 yılları arasında 14 kent ile 13 ilçede örgütlü 6 partinin (AKP, CHP, MHP, DP, DTP, ÖDP) temsilcileriyle yapılan 197 derinlemesine mülakattan oluşuyor. Parti liderleri ile yöneticilerin toplumsal özellikleri, siyasi kariyerleri ve yol haritaları, sosyal, ailevi, etnik, dinsel kökenleri ve bağlantıları hakkında ayrıntılı verilerle dolu. Doğrudan partilerin sınıfsal kompozisyonları üzerine olmamakla birlikte buna ilişkin bilgiler de yer alıyor.
Çalışmada E.O. Wright'ın Weberci ve Marksist sınıf kategorilerinin sentezine dayanan araştırma yöntemi kullanılmış. Marksist ölçütler gözetilmek istenirse, kategorilerin yeniden düzenlenmesi, dolayısıyla bulguların yeniden yorumlanması gerekiyor. Çünkü meslek, gelir, eğitim ve işteki konum gibi (weberyen) kategoriler, aslında sınıf içi farklılaşmayı gösterirler. Yine kariyer, güç, itibar ve benzeri kategoriler de, Weber'in sınıftan ayrı tutuğu statü konumlarıyla ilgilidir. Bununla birlikte her iki grup da, partinin finans kaynakları, yöneticilerin çıkar çevreleriyle olan yakınlık derecesi, toplumsal güç  ilişkileri ağına eklemlenme ve sermaye ideolojisiyle bütünleşme süreçleri konusunda bir fikir verebileceğinden, bazı Marksist araştırmacılar tarafından da kullanılmaktadır. Ben, geleneksel Marksist ölçütlere uyarlayabilmek için şemayı kısmen değiştirip, verileri yeniden derlemeye çalıştım. Buna göre:
YOK ASLINDA BİRBİRİMİZDEN FARKIMIZ
Araştırmadan çıkan en önemli sonuç, büyük partilerin sınıfsal profillerinin hemen hemen birbirinin aynı  olduğudur: Örneğin AKP, CHP ve MHP'in  lider ve yönetici kadrolarının dörtte üçünü mülk sahibi sınıflar oluşturuyor.  Bunlar, büyük ve küçük işveren ile kendi hesabına çalışanları kapsamaktadır (%34işveren+ %43 kendi hesabına çalışan). Bunların yarıya yakını aynı zamanda mühendis, mimar, eczacı, avukat gibi profesyonel meslek sahibi kişiler (%42). Dörtte biri ise, esnaf, tüccar ve benzeri işler yapmakta (%22).  Üst ve orta düzey yöneticilerin oranı ise %15. Buna karşılık tarımsal mülk sahiplerinin sayısı yok denecek kadar az (%2).
Partilere göre dağılıma gelince:
Sermaye sınıfının (büyük işveren, küçük işveren, kendi hesabına çalışan) oranı, AKP'de % 92.8, CHP'de %73.9, MHP'de % 79.9. Bu rakamlar, sermaye sınıflarının, genel kanının aksine, siyasete aktif olarak katıldıklarını göstermektedir. Özellikle MHP'li yöneticiler arasındaki işadamı sayısı AKP'dekinden bile fazladır. 
Bunun yanı sıra sermaye sınıfı kapsamında sayılabilecek (onun adına iş gören) üst düzey bürokrat ve teknokratların oranı,  AKP'de %12.7 (çoğu şirket yöneticisi konumunda), MHP'de %13.8, CHP'de ise, %20.3.  Bu rakamlar bir önceki tabloyla bir arada değerlendirilecek olursak, burjuvazinin üç büyük  partideki temsil oranının çok daha yukarılarda olduğu görülecektir.
Uzman yönetici, uzman amir, uzman, nitelikli yönetici, nitelikli işçi gibi Webercilerin orta sınıf, yeni Marksistlerin küçük burjuvazi, klasik Marksistlerin ise 'kolektif işçi' kapsamında değerlendirdikleri sınıfların yöneticiler içindeki oranı, AKP'de %7.3 (çoğu uzman yönetici) CHP'de % 22.6, MHP'de ise %16.6.
‘ŞİRKET-PARTİ’ MODELİ
Niteliksiz işçiler ve alt düzey idari işler söz konusu olduğunda rakamlar bütün partilerde çok aşağılarda seyretmektedir: AKP'de %0, CHP'de % 2.9, MHP'de % 3.3. Oysa parti yöneticilerinin üçte birinden fazlası işçi sınıfı ailelerinden geldiklerini belirtmişler (%37). Özellikle küçük işletme sahipleri arasında bu oran çok daha yüksek. Sınıf atlamanın siyasete atılmadan önce mi yoksa sonra mı gerçekleştiğiyle ilgili veriler yok, ama ikinci şık daha akla yatkın gibi.
Araştırma, 'şirket-lider' tipolojisi ile 'şirket-parti' modelinin hiç de sanıldığı gibi Batı’ya özgü olmadığını, Türkiye'de de geçerli olduğunu, hatta giderek yaygınlaştığını ortaya koyması açısından çok önemli bir iş yapıyor. Berlusconi örneğinde olduğu gibi bizzat bir işadamının parti (Forza İtalia) kurması, literatürde 'şirket-lider' olarak tanımlanmakta. Bunun bizdeki örnekleri C. Uzan ve C. Boyner'dir. Bir de parti lideri olduktan sonra sermayedar olanlar var ki, bu tür 'şirket-lider'lerin tipik örneği herhalde Erdoğan'dır.  İktidara belli sermaye gruplarının finansal desteğiyle gelip, onların çıkarlarıyla bütünleşen partiler ise, 'şirket-parti' olarak adlandırılmakta. Halihazırda bu modele en uygun parti ise AKP'dir.
Birkaç gün sonra sandığa gideceğiz. İki şık söz konusu: Ya şirketlerden şirket beğeneceğiz ya da şirketlerin egemenliğine boyun eğmeyenler  arasında yer alacağız.  Tercih aslında bu kadar basit.

(Birgün 07.06.2011)

Tülin ÖNGEN | Tüm Yazıları
Hits: 2180