Ziynet İken Cüruf

~ 01.02.2015, Mine KIRIKKANAT ~

Fransa coğrafyasından insan elini eksiltseniz, doğası çok şey kaybeder. Örneğin Atlantik Okyanusu’nu Gaskonya’nın bereketli topraklarından zümrüt bir bilezikle ayıran Landes ormanı var olmaz!
Ülkenin en verimli doğal kaynaklarından sayılan bu görkemli çam ve mantar meşesi alanı, 1 milyon hektar yüzölçümüyle Avrupa’nın en büyük yapay ormanıdır. 19 Haziran 1857 tarihli bir yasayla, kumulların ana karaya ilerlemesini ve bölgeyi çölleştirmesini engellemek için başlanan ağaç dikimini, Köprü ve Yol Mühendisi Nicolas Bremontier projelendirmiştir. Çünkü Fransa’nın prestiji yüzyıllardır dünya çapında kabul edilen iki teknik üniversitesinden biri Köprüler ve Yollar Okulu (Ponts et Chaussees), diğeri Polytechnique’tir.
Başka bir deyişle, 1800 yılından öteye inşa edilen Paris kanalizasyonlarının, bugün kayıkla gezilen turistik bir gelir kaynağı olması, raslantı değildir. Keza aynı yıllarda açılan geniş cadde ve kaldırımların, bugünün ihtiyaçlarına da cevap verip, daha yüzyıllarca verecek olması da...

***

Zaten Paris coğrafyasından insan elini eksiltirseniz, ortada ne “dünyanın en güzel şehri” kalır, ne de içinden nehir geçen düz ovadan ibaret doğasının bir özelliği...
Dünyanın bir numaralı turistik destinasyonu olup, her yıl 60 milyonun üstünde, yani nüfusuna yakın sayıda gezginin ziyaret ettiği Fransa’dan dönen her turist, “Çok güzel bir ülke” der. Doğasında, elbette güzel yerler vardır. Ama ülkeye hayran olan gezgine “Nesini beğendin” diye sorduğunuzda, alacağınız cevap mutlaka insan eliyle düzenlenmiş bir tasarım olacaktır. Kimi üzüm bağlarının güzelliğinden söz edecektir, kimi Loire Nehri kıyısındaki şatoların görkeminden... Ama aslında hepsi, saydıkları her dağ, her ova ve su yoluna, insan elinden çıkmış alt ve üstyapının uyumlu güzelliği dolayısıyla hayran kalmıştır.
Fransa yerine İtalya, Avusturya,Yunanistan, hatta Katar Emirlikleri’ni de örnek verebilirsiniz. İnsan elinin doğaya değer kattığı sonucu değişmez.

***

Oysa Türkiye coğrafyasından insan elini eksiltseniz, doğa ne kaybeder, hiç düşündünüz mü?
Hiçbir şey kaybetmez. Tam tersine, kazanır. Çünkü Türkiye’nin doğası, ham haliyle Fransa’dan çok daha güzel, çok daha çeşnili ve cömerttir.
Daha doğrusu, öyleydi.
Fransa’nın doğasına uyumlu değer ve güzellik kattığı ne kadar yüzyıl varsa, Türkiye daha büyük ve daha görkemli coğrafyasını adım adım yedi, bitirdi, çirkinleştirdi.
Bu ülkenin insanları, yaşadıkları hiçbir bölgede var olan, aslolan güzelliğe saygı duymadı, doğanın dengelerine uyumlu bir uygarlık geliştirmedi.
Aksine.
Türkiye, gelişeceğim, sanayileşeceğim diye denizlerini, göllerini, akarsularını kirletti. Taş çekeceğim diye dağlarını kel, kentleşeceğim diye ormanlarını yok etti. Yüzyıllardır süren bu talan, coğrafyanın büyüklüğü sayesinde görece bir hızla ilerliyor, orada burada henüz dokunulmamış bir güzellik, gözümüzü oyalıyordu.
Ama Akdeniz’in en görkemli coğrafyasının yağması, AKP iktidarı sürecinde sistematik, devasa bir hız kazandı. Kumsallar, içme suyu kaynakları, yerin altında ve üstündeki tüm doğal bağışların hepsi, tek tek sömürgenlere, semirgenlere satıldı, tarumar edildi.

***

Köprü yapacağım diye ormanlar yok edildi. Maden açacağım diye zeytinlikler. GDO’lu tohum üretecek çokuluslu komisyonlara göller peşkeş çekildi, zehirlenmemiş son tarım arazileri ömrü on yıl bile olmayan çirkin ve dayanıksız inşaatlara feda edildi.
Dünyanın en büyük, en gereksiz, en kullanışsız havaalanını yapacağım diye, son mandaların beslendiği sulak araziler kurutuldu...
Yetmedi.
AKP iktidarı, Türkiye’nin doğasını öteden beri sömürüp sündürenlerin önüne, çok övündüğü Osmanlı mirası “insan eliyle yaratılmış güzelliği” de en çirkin, en kaba biçimiyle yiyerek geçiyor.
Önceki gün gördüm: Göz koyup iğrenç bir rant iştahına peşkeş çekecekleri için yıkılmaya terk ettikleri çatısı yanık Haydarpaşa Garı’nın önüne, alay eder gibi “bilmem ne şirketi tarafından restore ediliyor” yazılı devasa bir ışıklı pano koymuşlar!
Gecenin karanlığında Haydarpaşa Garı’nın zavallı hayaleti önünden süzülen vapurlardan, gar binası değil, o görkemli binayı restorasyon adı altında mahvedecek “terminator” şirketin panosu seyrediliyor!
İşte bu, yıkıcılıkta bile zevksizliğin daniskası, doğayı bitirip insan eliyle yaratılan güzelliğe de saldıran ilkelliğin ta kendisidir.

***

Estetik, güzellik ve duygu algısını konu alan bir felsefe dalı. Zevk dediğimiz uyum olgusu, 19. yüzyılda “Estetik” başlığı altında sanat felsefesine dönüştü. Doğal olsun yapay olsun, herhangi bir güzelliğin ya da sanat eserinin insanlarda uyandırdığı duyguları betimliyor.
Felsefeye Estetik boyutunu kazandıran ilk düşünür, 1750’de “Aesthetica” başlıklı kitabın yazarı Alexander Gottlieb Baumgarten.
Bizim ellerde, felsefe tu kaka...
Zaten 100 kelimeyle konuşup düşünen ve kendisi kadar fikir yoksunu kişileri “demokratik seçimlerle” işbaşına getiren toplum da hem “estetik”ten habersiz, hem de ne olabileceğine dair en küçük bir merak duymuyor.
İşte bu yüzdendir ki Türkiye’de en iyi niyetle ve “güzellik” diye yapılan her şeyin altı kaval üstü şeşhane.
Ve bu coğrafyanın en büyük talihsizliği, akılsız değil, zevksiz insanların ülkesi olması. Ziynetin cürufa çıkarılması.

“Ruh estetiğine, etik denir.”
PIERRE REVERDY

G NOKTASI
Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu kararıyla genel yayın yönetmenliğine son verilen Utku Çakırözer, çok başarılı bir gazeteci ve insani değerleriyle takdir edilen, zarif bir insandır.
Gazetemde onunla birlikte ve onun yönetiminde çalıştığım sürede çok mutlu oldum, kendisine teşekkürü borç biliyorum.
Üstün gazetecilik vasıflarıyla aramızda kalmasını, ama her halükârda bundan sonraki yaşamında mutlu ve başarılı olmasını diliyorum.
Utku Çakırözer, daima arkadaşımdır.

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 1487