İnsan hakları su altında kaldı: Siz doğurun, biz öldürürüz!

~ 30.10.2014, Nazım ALPMAN ~

Eski başbakan yeni “Ak Saray Valisi” boşuna fetva vermiyor: 'Kardeşlerim en az üç çocuk, hatta 5 çocuk yapın!' Devamını Soma’da, Mecidiyeköy’de, Ermenek’te yaşayarak görüyoruz: 'Siz doğurun biz nasıl olsa onları bir biçimde öldürürüz!'

NAZIM ALPMAN

Karaman’ın Ermenek ilçesine bağlı Güneyyurt Beldesi’ndeki Has Şekerler Madencilik firmasına ait ocakta büyük bir facia yaşandı. 18 maden işçisi 350 metre derinlikte ocağı basan suların altında kaldı.

Yeraltı maden işçiliği en riskli çalışma alanlarının başında geliyordu, eskiden… Çünkü bilinmezlikle dolu bir aleme doğru kazma sallayarak ilerleniyordu.  

Maden işçilerinin nasıl bir ortamda çalıştıklarını gayet iyi biliyorum. Çünkü gözlerimle gördüm. Zonguldak’ta maden mühendisi dostum-kardeşim Turhan Karagöz ile birlikte Asma-Dilaver Ocağı’nın eksi 238 kotuna inmiştim 2004’te… Yeraltında açılan kömür tünellerinin tavan atkıları olan tren rayı abadındaki çelik konstrüksiyonların, alüminyum gibi eğilip büküldüğünü görünce şaşırmıştım. Turhan “doğa bu” demişti:

-Onunla boğuşmak kolay değil!..

Çalışma koşullarının ağırlığını “hapishaneye” benzetince Turhan Karagöz ailesinin hikâyesini özetleyivermişti bir çırpıda:

-Benim büyükbabam Ali Karagöz 1950’de Çankırı’da 3 yıl hapis cezası alıyor. Çankırı’da 3 yıl hapis yatmak yerine Zonguldak’a gelip 1,5 yıl maden işçiliği yapıyor, cezası infaz edilmiş sayılıyor!

İşte maden işçiliği böylesine ağır bedellere denk bir işkolu… Bu yüzden RTE Soma’da 301 işçi öldüğünde “normal” anlamına gelen ünlü açıklamasını yapmıştı:

-Kaza bu işin fıtratında var!..

Oysa bu eskidendi… Şimdi gelişmiş teknolojik imkânlarla yeraltındaki her gelişme önceden saptanabiliyor. Madencilik teknolojisi çok gelişti. Ancak biraz masraflı!.. Çok mühendis, çok mühendislik, çok teknoloji yerine “çok ölümlü üretim” modelinde ısrar ediyor yeni müteşebbisler!..

AKP’yi destekleyen yeni sermayedarlar, geç kaldıkları için hızlı zengin olmaları lazım. Ne pahasına olursa olsun, çok para kazanacaklar!

İnsanlar ölebilirmiş, ölsün!

Türkiye’nin nüfusu 80 milyona dayandı. İnsandan çok ne var?

Böyle düşünüyorlar.

Eski başbakan yeni “Ak Saray Valisi” boşuna fetva vermiyor:

-Kardeşlerim en az üç çocuk, hatta 5 çocuk yapın!

Devamını Soma’da, Mecidiyeköy’de, Ermenek’te yaşayarak görüyoruz:

-Siz doğurun biz nasıl olsa onları bir biçimde öldürürüz!

***

Cumhuriyet iyi dayandı

Ermenek’te maden işçileri madende su altında kaldıkları haberi gazetelere yansıdığında Türkiye Cumhuriyeti de 91. yaşına basıyordu.

Eski şanlı günleri yaşayanlar, Cumhuriyet’in en tepesine yerleşmiş siyasi İslamcı yönetim kadrosuna bakarak “Ah, ah…” diyorlardı:

-Bugünleri de mi görecektik?

Aslına bakarsanız Mustafa Kemal’in temellerini attığı Cumhuriyet 91. yılına gelene kadar yine iyi dayandı!

Neden?

Çünkü 1938’de hayata gözlerini kapatan Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra Cumhuriyet’e rota çizenler adım adım onu bir İslamcı kadronun eline teslim etmek için ellerinden gelen hiçbir hizmeti esirgemediler!

İşçi, emek, alın teri diyen herkesi “vatan haini” bellediler. Solda olan her akımın, teşkilatın, kişinin altını oymak, yok etmek için her yolu mubah saydılar. Eğer ellerinden gelseydi, insanların kalplerini bulunduğu sol yanlarından çıkartıp, sağa alabilirlerdi. Güçleri yetmedi, çaresiz kaldılar.

Ağızlarını açtıklarında “Büyük Atatürk” demeden cümle kurmadılar. Ancak Atatürk’ün gösterdiği her şeyin tersini uyguladılar.

Kimler?

Birinci sırada patronlar, ikinci sırada askerler, üçüncü sırada Cumhuriyetçi sivil(!) aydınlar… Öyle güzel sözler buldular ki, unutmak mümkün değil:

-Demokrasi Cumhuriyeti öldürüyor!

O zaman sendikal hakları silip atalım!.. Devrimci çizgideki bütün yapıların üzerinden silindirle geçelim. Geçin…

Geçtiler!

Meydan İslamcılara kaldı!

29 Ekim 2014 tarihli Cumhuriyet gazetesinin “Hayalimdeki Cumhuriyet” adlı çoklu soruşturmasına her kesimden birkaç yanıt gelmişti.

Mesela Rahmi Koç “Demokrasi kültürünün hâkim olduğu” bir Cumhuriyet hayal ediyordu. Güler Sabancı ise “Yüzünü modern dünyaya dönmüş  geleceğine güvenen” bir Cumhuriyeti özlüyordu. İdil Biret “sanatın ve sanatçının engellenmediği” Cumhuriyet bekliyordu.

Yahudi yazarımız Mario Levi “ırkçılığın olmadığı”, Berkin’in annesi Gülsüm Elvan “Çocukların öldürülmediği” bir Cumhuriyet istiyorlardı.

Özetlemek gerekirse “şu anda olmayan” her şeyi hayal ediyorlardı… Kuruluşundan tam 91 yıl sonra…

Bütün bunlara bakınca rahatlıkla şöyle diyebiliriz:

-Cumhuriyet yine iyi dayandı!

***

Demokrasi, adalet, özgürlük

Türkiye’nin en çok ihtiyacı olan kavramların başında “demokrasi” geliyor. Onun ayrılmaz parçaları “adalet” ve “özgürlük” demokrasinin hemen yanı başında duruyor.  

Üçünü bir arada savunmak için büyük bir bütçeye ihtiyaç yok. Zamana da öyle… Yatırım, altyapı gibi şeylere de…

Sadece siyasetin en önüne yerleştirmek ve bu doğrultuda çalışmak yeterli olur.

Şimdi bu kavramlara itiraz edecek hiç kimse bulunmuyor. Zaten ülkenin başında öyle bir bela var ki, ona karşı aktif olmak için her olanağı değerlendirmekten kimse kaçınmaz gibi görünüyor.

Sadece küçük bir sorun var:

-Bütün bu kavramları kendi bünyesi içinde uygulayabilmek!..

En kitlesel olması bakımından Cumhuriyet Halk Partisi sorunun birinci muhatabı gibi duruyor. AKP iktidarına karşı “demokrasi” diyecek partinin öncelikle kendi içinde demokrasiyi işletmesi gerekiyor. Şu anda böylesi bir vaziyet ortada yok. AKP’ye “demokrasiye saygılı ol” diyecek CHP, hâlâ “ön seçim” uygulaması yapmıyor. Görünür bir gelecekte de “yapacakmış” hali yok. O zaman ortaya şöyle bir durum çıkıyor:

-Tayyip Erdoğan despotluğuna karşıyım!

-Nasıl karşısın?

-Tayyip Erdoğan gibi yaparak!..

Erdoğan ile mücadele için Erdoğanlaşmak değil, bilakis onun tam karşısında yer almak gerekiyor.

Çok mu zor?

Nazım ALPMAN | Tüm Yazıları
Hits: 1350