6331 sayılı patronu kurtarma kanunu (Deniz Aktaş)

~ 16.09.2014, Yeni Yaklaşımlar ~

Sosyal medyada birçoğumuzun gördüğü üzere son günlerde defalarca bir paylaşım yapılır oldu: “ YOK BAŞKA CEHENNEM YAŞIYORSUNUZ İŞTE”. Bu paylaşımın nedeni son günlerde Torunlar Center katliamıyla bir kez daha gündeme gelen ve fakat ülke geneline baktığımızda esasen her gün hız kesmeksizin devam eden iş cinayetleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bahsettiğimiz üzere ülkemizde iş cinayetleri hız kesmeksizin her gün ama her gün yaşanmaktadır. Ancak toplumun gündemine toplu katliamlar gerçekleştiğinde ve Torunlar Center örneğinde olduğu gibi kent merkezinde yaşandığı durumlarda girmektedir ve her katliamdan sonra Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olan zat aynı teraneyi okumaktadır, “İLO STANDARTLARINA UYGUN BİR İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ KANUNU ÇIKARTTIK, HÜKÜMET OLARAK ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPTIK VE YAPMAYA DEVAM EDECEĞİZ GEREKİRSE YENİ TEDBİRLER ALACAĞIZ” vs.

İçgüdüsel olarak pek çoğumuz bu söylenenlerin teraneden ibaret olduğunu biliyoruz, ancak nedir bu Bakan olacak zatın bahsettiği 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu (Patronu Kurtama Kanunu)?

Evvela İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmeti adı altında tarif edilen hizmetlerin mahiyetini tespit etmek gerekmektedir. Ülkemizde İş Sağlığı ve Güvenliği Hizmetleri ya doğrudan işveren yahut işveren ile iş akdi imzalamış İşyeri Hekimi, İş Güvenliği Uzmanı ve diğer sağlık personeli (hemşire, paramedik acil tıp teknisyeni) eliyle ya da yine işveren ile bir hizmet sözleşmesi imzalayan Ortak Sağlık Güvenlik Birimi (OSGB) adı verilen firmalardan hizmet alımı yoluyla gerçekleştirilir.

Peki, sunulan hizmetin ve yapılan işin mahiyeti nedir? Kanun ve bağlı yönetmeliklerden onlarca detay verilebilir ancak özü itibariyle tarif edilen hizmet, bir denetim faaliyetinden ibarettir. Şöyle izah edeyim. İş Güvenliği Uzmanı ve İşyeri Hekimi, (diğer sağlık personeli hekimin yardımcısı mahiyetinde olduğundan bu noktada tanımlı bir görevi bulunmamaktadır) çalışma ortamındaki riskleri ve bu risklerin bertaraf edilmesi için gerekli tedbirleri tespit ve öneri defteri adı verilen ve her işyerinde bulunması gereken Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı veya noter onaylı deftere yazarak tespit etmekle yükümlüdürler, işyerindeki asıl faaliyet konuları bundan ibarettir. İş Güvenliği Uzmanı veya İşyeri Hekimi bu tespitleri yapar ve onaylı deftere yazarak işverene bildirirler ise, artık meydana gelecek bir iş kazasında sorumluluğu üzerlerinden atmış ve işveren yahut vekili bu risklerin giderilmesi hususunda sorumluluk altına girmişlerdir.

Buraya kadar bir problem yok gibi görünmekte; ancak atladığımız yahut dikkatlerden kaçan çok önemli bir nokta var. Yukarıda belirtmiş idik, bu faaliyet esasen bir denetim faaliyetidir diye. Ancak 6331 Sayılı Kanun gereği işyerinde bu hizmeti sunan OSGB’ler doğrudan doğruya işverenden hizmet bedelini almakta ve dolayısıyla işverenin hoşuna gitmeyecek tespitlerde bulunmaktan imtina etmektedirler. Zira işveren her zaman OSGB ile akdetmiş olduğu sözleşmeyi feshederek başka bir OSGB ile anlaşmak hakkına sahiptir. Bu durumda ortada gerçek bir denetlemenin varlığından bahsetmek sanırım saçmalık olacaktır.

E o zaman 6331 Sayılı Kanun niye çıkartıldı? Bu soru bana kalırsa sorulabilecek en meşru ve en gerekli sorudur. Şöyle izah edelim, bugüne kadar işyerlerinde gerçekleşen kazalarda cezai yönden kusur silsilesi izlenir ve bu silsile içerisinde patronlar dahi ceza almak riskiyle karşı karşıya kalırdı. Ancak kanaatimce bu kanun ve bağlı mevzuatın getirdiği en büyük yenilik iş kazalarına karşı patronları cezai yönden koruma altına almaktan ibarettir. Şöyle ki; bir şantiyede gerçekleşen ölümlü bir iş kazası neticesinde öncelikle riskleri tespit etmek ve bu konuda alınması gereken önlemleri sıralamakla yükümlü olan İş Güvenliği Uzmanı bu görevini işverenin engellemesi nedeniyle (fiili bir engelleme olmasa da ekonomik bağımlılık nedeni ile engelleme gerçekleşmektedir) yapamamış olacağından, kusur silsilesi bu noktada kesilecek ve iş kazasının sorumluluğu bütünüyle İş Güvenliği Uzmanına yüklenecektir. Nitekim yasanın iki yıllık pratiği de bize işlerin bu şekilde yürütülmek istendiğini net olarak ortaya koymuş bulunmaktadır.

Mesele şudur, İş Güvenliği önlemlerini almamak sayesinde elde edilen kazancı cebine koyan patron olmasına ve İş Güvenliği Uzmanı olarak çalışan kişinin esasen görev yapması fiilen mümkün olmamasına rağmen ihdas edilen uyduruk bir sıfat nedeni ile gerçekleşecek iş kazalarının günah keçileri kendileri de birer işçi olan İş Sağlığı ve Güvenliği Profesyonelleri olarak karşımıza çıkacaktır.

Belirtmek gerekir ki, Türkiye’de gerçekleşen ve artık bir toplu katliam boyutu kazanan iş kazaları üretim sürecinin dışında istenmeyen bir takım unsurların yahut ihmallerin bir araya gelmesi nedeni ile yaşanan münferit hadiseler değil, dönemsel olarak bir takım balonlar yaratarak ayakta kalan Türkiye burjuvazisinin bir alanda delice üretim yapmak ve balon patlayana kadar geçecek süre içinde ceplerini doldurma isteklerinin bir sonucudur. 2000’lerin başında Tuzla tersanelerinde gerçekleşen katliamlar, son yıllarda inşaat sektöründe ve madenlerde yaşanan katliamlar bunun en net göstergesidir. Bu nedenle iş cinayetleri, gerek inşaat sektöründe, gerek madencilikte, gerekse de bundan önce olduğu gibi gemi inşaatında istenmeyen ve fakat önlenemeyen nedenlerle gerçekleşen bir sonuç değil (taksir), önlenip önlenmemesi bir tercih meselesi olan fakat patronlar tarafından önlenmesindense ödenmesinin daha az maliyetli olduğundan sebep, önlenmesi yönünde tedbir alınmasının bilinçli olarak tercih edilmediği bir hal almış ( kasıt) ve bu anlamıyla ekonomik bir gereklilik mertebesine ulaşmıştır. Ancak tercihin bu yönde kullanılmasının patronların canını sıkacak tek bir yanı bulunmakta idi, o da iş kazası nedeni ile hapse girmek riski. Bu risk de 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği (Patronları Kurtarma)Kanunu marifetiyle ortadan kaldırılmış bulunmaktadır.

 

 

SOLHABER

Hits: 1064