Resmi Gazete engeli: "Seçilme" itirafı

Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun “Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Sonuçlandırılması” başlıklı 20’nci maddesini hatırlayalım:

İBRAHİM Ö. KABOĞLU

Cumhurbaşkanlığı Seçimi Kanunu’nun “Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Sonuçlandırılması” başlıklı 20’nci maddesini hatırlayalım: “Cumhurbaşkanı seçiminin kesin sonuçları, Yüksek Seçim Kurulu tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Makamı’na bildirilir, kamuoyuna ilan edilir ve Resmi Gazete’de yayımlanır”.

YSK, bu maddenin gereklerini 15 Ağustos’ta yerine getirdi. Ne var ki, eşzamanlı dört işlemden sonuncusu, siyasal ve idari makamların engeline takıldı.

Bu ne demek ve sonucu değiştirir mi?
Madde açık ve YSK kararı, RG’de yayımlanmasa da, Anayasa md. 101 ve 102’de öngörülen, “seçilme” ve “seçilmiş olma” kayıt ve koşulunu yansıtıyor. R. G. ’de yayımlanma, ilk üç işlemin yasal ve doğal sonucu olduğu için, aslolan bu halkanın eşzamanlı olarak tamamlanması.
Bunu, Hükûmet ve Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü engelledi. Burada üç sorun iç içe:
- Suç: işlenmeye devam edilen bir suç var ortada ve yayımlanmadığı sürece durum değişmeyecek…

- Kendi koyduğu kurala uymamak: 6271 sayılı CSK’nın yapıcısı AKP, “bildirme”, “ilan etme” ve “yayımlama” üçlüsüne uymamakla, ciddi bir etik sorun ötesinde, hukuk devletinin en temel ilkesini çiğniyor.

- İtiraf: 12. CB ve AKP kurmayları, YSK’nin kesin sonuçları ilân etmesiyle birlikte, parti ile ilişiğin kesileceği ve TBMM üyeliğinin düşeceğini itiraf etmiş oluyor. Bu konuda herhangi bir kişi veya makamın başkaca bir işlemine gerek olmaksızın, âmir hükümler gereği ilişiğin kendiliğinden kesileceği açık. Engelleme ise, Anayasa’nın açıkça belirttiği iki ve bunlara bağlı diğer iki hukuki sonucun doğurmamasına yönelik:

- Doğrudan sonuç; parti ile ilişik kesme ve TBMM üyeliğinin düşmesi.

- Dolaylı sonuç; Başbakanlığın sona ermesi ve dokunulmazlığın kalkması.

Dikkate değer bir başka nokta ise, “kraldan çok kralcılar”ın sefaleti: Kimi unvanlı zevata göre, “seçilme işlemi”, and içme ve göreve başlama ile tamamlanır. Oysa, CSK md. 21, bunu sonraki aşama olarak düzenliyor. Şimdi ise, AKP kurmaylarının suç işleme pahasına sergilediği tutum, “yeminli yandaşları su yüzüne çıkarmış” bulunuyor.

Korku mu, yoksa biçimlendirme iştahı mı?
12. CB ve AKP’nin hukuk kurallarını açıkça ihlâli, korkudan mı, yoksa geleceğe yönelik hedeften mi?
Korku ihtimali; hukuki ve siyasi olmak üzere iki düzlemde kendini gösteriyor.

Hukuki korku, “dokunulmazlık zırhı”nın kalkacak olması. Bunu açıkça telâffuz edenler var. Aslında, hazin de olsa, bu anlaşılabilir bir korku.
Siyasal korku ise, AKP’nin geçiş dönemini, artık “hukuki bir sıfatı” kalmamış olsa da, Erdoğansız kotaramayacağı. Demek ki parti, henüz kurumsallaşamadı…

Kuşkusuz, “korku” ile açıklamak, Parti ve fiili şefinin geleceğe yönelik hedeflerini görmeyi engellememeli: “şefin iştahı”, parti yoluyla devlet aygıtını şekillendirerek, imam hatip motifleriyle bezeli bir “güneş gözlüğü” bakışıyla “yeni” Türkiye toplumu inşasına ivme kazandırmak.

Hukukun katli…
“CB seçilirsem yetkilerimi kullanacağım” çıkışı veya sözleri, farklı tartışmalara yol açmıştı. Oysa güncel sorun, anayasal yetkilerin kullanılması değil, “yetki gaspı”. Başbakanlıktan çekilmesi gereken bir kişinin, tam tersine göreve devam edip görevlilere suç işlettirmek suretiyle hedeflerini pekiştirmesi.
Aslında, bugünlerde tanık olduğumuz geçiş süreci “kumpası”, nasıl bir Cumhurbaşkanlığı sorusuna da yanıt oluşturacak açıklıkta.

TBMM Başkanı Çiçek, suskun. Devlet bütçesinden veda karnavalları düzenleyen Gül, yeni bir statü arayışı ile etrafa gülücük dağıtmakla meşgul: Kimin başbakan olacağını biliyor; ama, CB seçilen kişinin artık başbakan olmadığını söyleyemiyor.

Aslında çiçek ve güllerle bezeli gibi gösterilen bahçe (yeni Türkiye), nefret tohumları ile yeşertildi. Tohum öznesi de belli… İşte, üçlünün yarattığı veya seyirci kaldığı “yeni Türkiye”, hukukun katledildiği bir ülke konumuna getirildi.

Bilgi/başvuru ve eylem
Açık hukuk ihlâlleri yoluyla anayasal düzeni askıya alma sonucunu doğuran uygulamalara karşı mücadele, hukuk yollardan yapılmalı. Yani “hukuk devleti, teröriste karşı da hukuk yolunu kullanmalı” kuralı, “toplum, hukuku tanımayan devlete karşı da hukuk yoluyla mücadele etmeli” kuralına dönüşüyor. Bunun için;

- Devletin en üst katındaki ihlâlleri, bıkmadan usanmadan teşhir etmek,
- Hukuka aykırılıklara karşı başvuru yollarını yaygınlaştırmak ve sonuna kadar işletmeye çalışmak,
- Hukuki muhalefeti, örgütlenme ve eylem yoluyla pekiştirmek, en temel yurttaşlık görevi ve en doğal birey hakkıdır.

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1905