"Beni bu havalar mahvetti".

~ 05.05.2011, Nurettin ABACIOĞLU ~
Uluslararası sermaye ve siyasası, dünyayı bir sirk gibi yönetiyor. Ulusal, yerel süreçler yeniden tasarımlanmak adına gezegenin bu gösteri ve manipülasyonlarla dolu gündeminden derin paylar alıyor; acı deneyimler çıkarıyor. Şimdilerde coğrafyalardaki egemenlik alanları yeniden yapılandırılıyor. Kaynakların dağıtımlanması yeni bir hukuğa bağlanıyor. Öyleyse, bu yapıbozumunun adının baştan konulması gereken yeni bir çağa girildiğini söylesem, acaba çok abartmış sayılırmıyım?..
Son günlerden geriye sararak bakmak, yararlı olacak.
İlk sorum; yoksa Bin Ladin öldü mü (?); ya da artık öldürülmesi mi gerekiyordu?
Haberler öldüğünü bildiriyor. Mekan nefes kesen bir Holivut filminin seti değil, Pakistan’ın Abbottabad kenti. Abbot, İngiliz sömürgesi zamanında, bu topraklarda hüküm süren Majestelerinin Genel Valisi. Kadirşinas Pakistan, geçmişini unutmamak için olsa gerek, bu mümtaz tiranın adını, halen bir kentinin adında yaşatıyor. Kısacası, Pakistan’ın egemenliği altında olan bir coğrafyada, Pakistan’lı yöneticilerin bilgisi ve izninden bağımsız olarak askeri bir operasyon düzenleyen ABD, Bin Ladin’i ölü ele geçiriyor ve civar karasularında seyreden uçak gemisinin küpeştesinden, denize islami usuller ve dualarla defnediyor. Ne kader!..
Ekranlarda, bir karargah odası ve bir yığın yetkili görünüyor. En çarpıcı olanlarının başında yüreği ağzında bir Clinton görüntüsü var. Yanında, azametle kurulmuş bir Amerikan genaralinin makam koltuğundaki kabarmış göğsü ve gövdesi duruyor. Onun omuz arkasında, neredeyse büzülmüş gibi oturan kararmış bir Obama sureti ise, tam bir film jeneriği. Heyet hep beraber, bir askerin miğferine monte edilmiş kameradan naklen gerçekleştirilen “Geronimo” operasyonunu seyrediyor.
Geronimo, beyaz adama, yani istilacılara karşı halkı adına direnen bir özgürlük savaşçısı ve son Apaçi kabile şefi… Geronimo özgürlük isteğinin bedelini sonunda canıyla ödüyor; halkı da özgürlüğünü yitirerek. Şimdi ise adı, “Taliban’ın on yıldır sırra kadem basmış lideri”ne karşı düzenlenen yeni usül başka bir özgürlük ve demokrasi operasyonunda bir daha geçiyor…
Hey gidinin Usame’si; “sen neymişsin be abi” demek mi gerekir acaba? Dünyaya Vahabi inancında bir Suudi olarak geldin. Yaşın yettiğinde önce ABD’nin etkili, yetkili askeri merkezlerinde Taliban savaşçısı ve lideri olarak eğitildin. Ardından Sovyetler’in “yeşil kuşak”la kuşatılmasında baş taşeron olarak görevlendirildin. Bu kutlu dönemlerinde hem sen, hem Taliban’ın, demokrasi dünyasının müttefiklerinden sayıldın. Sonra gün geldi, devran döndü; BOP’un Afganistan’dan Ortadoğuya ve şimdilerde Kuzey Afrika tarikiyle Atlas Okyanusu kıyılarına genişletilen devasa coğrafyasının baştan yapılandırılması gerekti. Bu kez aktörlük rolün birden düşman olarak yaratılmana tebdil etti. 2000 li yıllarda ikiz kulelerin yıkıcı terörist faili ve kötü oğlan ilan edildin. Ardından İsa-Mesih gibi derinlere karıştın. Afganistan’ın Hindikuş dağlarındaki mağra kovukları dahil aranıp, taranmadığın; kovalanıp ve dahi bombalanmadığın delik kalmadı. Yoktun ve bulunamadın. Gaiplere karışmanın ardında kocaman bir Afganistan işgali kaldı; bir de efsane haline dönüşen terör korkun. Bir türlü bulunamadın ama, ABD’nin çaresizliğine karşın seninle röportaj yapmayı beceren gazetecilerin şöhreti ve video kasetlerin, dünyayı dolaştı. Şimdiyse, yani bugün; hizmet süren doldu; ve ortalama dünya vatandaşının aklının yettiremediği senaryolar içinde kefeninin ayakucuna bağlanmış bir ağırlıkla okyanusun dibine indirildiğin söyleniyor. Kimileri bu kaderi “şehitlik” mertebesi sayadursun, kimileri de iblisten kurtulmanın korkulu sevincini bayram gibi kutluyor…
Şimdi artık, ABD, Irak’tan ve Afganistan’dan düşmanı yenmiş olmanın dik başıyla geri çekilme evresine varmış sayılabilir. Televizyon kanallarında bolca izlediğimiz demokrasi ihracatını konu alan görüntülerden geride kırık dökük neler kaldı; acaba hatırlayan var mı? Filmin bir bölümü Irak’a ait. İlk kare, balistik yapısına zayıf uranyum katıştırılmış misket bombaları ve napalm bombalarıyla kavrulmuş bir buçuk milyon ölü, yaralı Irak halkı. İkincisi saç sakal karışık bir bodrum deliğinden alınıp, jet hızıyla yargılanan ve bir yılbaşı arefesinde sehpaya çıkarılan Saddam’ın görüntüleri. Son kare ise, birkaç gün önce Irak Meclisi’in ABD’ye ödemeyi kabul ettiği dörtyüz milyon dolarlık savaş tazminatı.
Film uzun; hızla sarmak gerek. BOP savaşları yeri yerinden oynatıyor ve fakat demokrasi güçlerinin tezgahladıkları yapıbozumculuğu için daha az masraflı taktikler geliştirilmesi de giderek zorunluluk haline geliyor. Bu kez, Arap illeri savaş yerine, devrim dalgasıyla sarsılmaya başlıyor. Tunus, Mısır, Bahreyn derken, Libya ve Suriye düzenlemeleri gündemin başına oturuyor. Demokrasi güçlerinin müttefik despotları, oturdukları yerden ayıklanıp, yerlerine yeni yönetici memurlar atanıyor.
Tasarımın sonuna varılmış gibi görünüyor. Şimdi emperyalizmin, kriz sonrası stabilizasyon ve istikrar çağı açılıyor. Perdeyi açıp kapamak da senoraya gereği Bin Ladin’e düşüyor. Yer altında bir türlü bulunamayan Usame, birden Abbottabad Askeri Akademisinin burnunun dibinde avlulu bir evin içinde kıstırılıyor. Bin Ladin ölüyor; İslami usullerde kusur yapılmaksızın denize defnediliyor ve artık istikrar dönemi başlıyor.
İnce detaylar yok sayılmamalıdır. Sağa sola rende atmak ve coğrafyaları serbestçe biçimlemek adına kullanılacak argümanlar ve yürürlüğe sokulacak taktikler olmalıdır. Şimdi sıra Taliban’a mal edilecek birkaç intikam senaryosıyla son traş işlemlerinin yapılmasına gelmektedir. Sonra tut elini tutabilirsen; sermaye demokrasisi daha da ve ne denli gelişecektir.
Bu arada masalların prenses ve prensinin (Kate ve William) evlilik törenleri de bu gündem öncesine ne güzel denk düşmüş; dünya ahalisi peri masallarındaki gibi bir düğünle muratlarına erip, tahteravanlarına yerleşen asillerin mutluluğuna alkış tutarken, sonrasında iblis Ladin’den kurtuluşun getirdiği keyifle de tam bir mutluluk sarhoşu olmuştur.
Dedim ya, dünya gündemi değişip dururken geride bundan nasibini almayan hem hiç yoktur. Nasipkar olaylardan birisi de, memleketimizde cereyan etmiş olup, mutlu bir biçimde 1 Mayıs törenlerimize yansımıştır.
2007-2010, Taksim 1 Mayıs gösterilerinin biber gazlı, bombalı, coplu, orantılı, orantısız güçlü uğraşları birden bu yıl esenliğe, sükunete ve barışa dönüşüp son bulmuştur. Yüzbinleri, milyonları bulan halk sınıfları, “birlik, dayanışma ve mücadele günlerini” bir bayram havası içinde sadece Taksim meydanında değil, yurdun dört bir yanında kutlamıştır.
Kuşkusuz bu durup dururken gerçekleşmemiştir. Hem memlekette “ileri demokrasi”ye geçilmesi çabaları bu yıl çiçek açmış ve hem de 1 Mayıs facialarının müsebbibleri başta hükümet erkanı ve iktidar partisi vekillerince açıklıkla saptanmıştır.
Başta kimi bakanlar olmak üzere, televizyon kameralarına konuk olan AKP’li milletvekilleri verdikleri demeçlerde, daha önceki olaylara “Ergenekon” un musallat olduğunun tesbitini yapmışlar ve bu zararlı akımın eradike edildiğinden dem vurararak bir huzur, istikrar ve ileri demokrasi çağının heyetlerince açılması suretiyle, bu yılın bir şenlik havasına dönüştüğünü müjdelemişlerdir.
Demek ki neymiş; geçmiş yıllarda polise biber gazı ve bombasını “Ergenekoncular” attırmış. Demek ki neymiş; asayiş düzenlemesi yapan vali ve emniyet yöneticileri ve emekçilere karşı yürütülmüş tüm cebir işlemleri “Ergenekon” örgütü tarafından düzenlenmiş.
Bu beyanatları veren zat-ı şahaneleri cemaatına dahil olan “büyük Türk büyükleri”ni sadece gazete ve televizyon havadislerinden tanıyorum. Ancak içlerinden bir tanesi ile hukukum hayli eskidir. Hayatının AKP İstanbul milletvekili seçilme demi olan 2007 seçimine kadar olan bütün dönemlerinde “solculuk” satmış olan eski Türk Eczacıları Birliği Başkanı aynı teraneyi şimdi vekil sıfatıyla ve Fehmi Koru’nun gazetedeki yorumunu intihal ederek televizyon kameralarına Taksim Meydanı’ndan geçmiştir.
Bu mümtaz kişiliğin milletvekili olmadan önceki dönemi şimdi tam bir ibretliktir. Vakti zamanında Emek Platformu içinde TEB temsilcisi ve sözcülüğünü yapan zat, solculuk müessesesine aidiyete kendinden başka kimseleri yakıştıramazken, sonraları dümen ayarını gemisini ve kaptanını değiştirerek baştan düzenlemiştir. Son dört yılını vekil hizmetlisi olarak geçirdikten sonra giderayak döneminin en büyük son hizmetini bu 1 Mayısta, Taksim Meydanına çıkarak göstermiş ve mikrofon uzatan muhabire 1977 de de meydanda olduğunu ve bugün buraya gelebilme nedeni olarak “Ergenekon”un buralardan sökülüp atılmasına bağlamıştır. Kuşkusuz yaptığı hizmetin taktire şayan olan en şaşalı bölümü, 2007 den bu yana gelip geçen dönemlerin vali, emniyet müdürü ve görevdeki polislerini “Ergenekon” yatakçıları olarak savcılığa zımmen ihbar etmesi olmuştur. Hatta karine ile, iç işlerinden sorumlu bakanlara da buradan kusur çıkarılması kabildir.
Sözü noktalamak gerekir. Orhan Veli’nin şiirindeki gibi, bu 1 Mayısta da “beni bu havalar mahvetti”…

(SolHaber 05.05.2011)

Nurettin ABACIOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1825