Silivri'yi 'darbeciler' mi inşa etti?

“Darbeler demokrasisi”, aynı zamanda darbelere karşın yaşayabilen bir “aksak demokrasi” Türkiye’nin siyasal rejimi. Darbe, hemen askeri çağrıştırsa da, siyasilerin sorumluluğu daha az değil. İki nedenle: darbe sözcüğünü dillerine pelesenk eden siyasiler, meşrulaştırıcı bir işlev üstlenmiyor değil. Dahası, kendileri de, darbe aktörü olabilmekte. “Anayasa darbesi”, bunun tipik göstergesi: görev ve yetkileri belirleyen anayasal kurallar yerine “fiili yönetim” yoluyla Hükûmet edilmesi.
AK Parti Hükûmeti, darbe söylemini o denli sürekli hale getirdi ki, darbe mağduru hükûmetleri çok geride bıraktı. Bunu iki şekil veya nedenle yaptı: Birincisi, toplumsal demokratik muhalefeti bastırmak; ikincisi, darbe mağduriyetini sandığa tahvil etmek.
-Demokratik muhalefet; sadece eylem yoluyla yapılanları değil, görüş ve düşüncelerini farklı biçimlerde ortaya koyanlara karşı uygulanan yıldırı ve sindirme politikası, Cumhuriyet mitingleri veya Gezi Direnişi ile sınırlı değil. Anayasa referandumu: TÜSİAD, destek vermeyince, “tarafsız kalan, bertaraf olur” tehdidi ile karşılaştı. Eleştirel dil kullananlar, bugün de “namlunun ağzında”…
-Darbe mağduriyeti, bir tür can simidi olarak kullanıldı: Askeriye karşısında, “Balyoz davası”nı canhıraş sahiplenmenin ötesinde; “ama, yargılama hukuka uyularak yapılsın” diyenler de, darbe yandaşlığı ile suçlandı… Hükümet ve havuz medyası tarafından, hukuku savunanlar, “demokrasi düşmanı” ilân edilmedi mi?
2013 yazında “Balyoz kararı” verildi. Öyle bir karar ki, eğer idam cezası kalkmamış olsaydı, “12 idam kararı” çıkacaktı. ÖYM kararları, olağanlaşma, “ileri” demokrasi ve “yeni” Türkiye göstergeleri olarak sunuldu… Evet, “darbe teşebbüsü” cezalandırılmış olduğundan, artık haklılık ve demokrasi havariliği bayrakları çekilebilirdi…
Ne var ki, henüz gerekçe yazılmadan, bu kez, “kanalizasyon taştı”: Ortalığa fışkıran paralar, yeni bir darbe senaryosu yarattı. “Siyaset-ticaret ilişkileri” neden bu denli kirletildi ve bir tür kanalizasyona çevrildi? vb soruları sormak ve bunların hesabını yargı önünde vermek yerine, “bu dosyalar neden bu denli bekletildi?” yollu bir tür “yargısız infaz” makinesi devreye sokuldu. Seçim sürecinde ise, “yolsuzluk yapmış olsak, bu kadar yol yapılır mıydı?”; seçimler sonrasında ise, “yolsuzluk olsa, halk oy verir miydi?” söylemi öne çıktı.
(Evren’e yöneltilen eleştiri benzeri: “darbe için neden bekledin o kadar?”. Yanıt: “darbe koşulları olgunlaşsın” diye… Siyasiler, “darbe şakşakçılığını ve Evren dalkavuluğu”nu pek çabuk unuttu. Şimdi ise, Evren-Şahinkaya kararı için, “darbeyi yargıladık” aldatmacası yoluyla halktan oy istenecek…)
Dosyalar “velev ki geciktirildi ve zamanlaması yapıldı”, ne değişirdi? Eğer ortaya çıkarılanlar gerçek ise. Tam tersine, “kanalizasyon patlaması”, bir darbe olarak nitelendi. Eğer dosyalar anında işleme konmuş olsaydı, o zaman gereği yapılacak mıydı?
Hükümet, zamanlama hatasını bahane ederek, bu kez, “lağım kapağı”nı açanları “darbeci” ilan etti ve pislikleri hukuk dışı yollarla örtmek için, kendisi anında “hukuk darbesi” yaptı. Bu yolla, 6 aydır “darbeci avı” ile meşgul.
Kendi deyişleriyle “cadı avı”nı desteklemeyenleri de darbeci veya en hafifinden işbirlikçi olarak ilanda iki amaç önde: hukuk dışı uygulamaları meşru kılmak ve darbe mağduriyetini sandığa tahvil etmek.
Peki, ya 10 yıl önce başlatılan darbe söyleminin yol açtığı tahribat ne olacak? Verilen yanıtlara bakın: “Kumpas” ürünü olan yargılamanın neden olduğu haksızlık ve mağduriyetleri, 2010 Anayasa değişikliği ile getirdiğimiz “bireysel başvuru” ile gidermeye çalışıyoruz. Anayasa değişikliğine karşı çıkanlar utansın!
Bir dakika: Silivri hapishane ve mahkemesi de mi “paralel devlet”çe kuruldu? (Hani bir zamanlar, “işkence devlet politikası değil, münferit uygulamalar” denirdi de, karakollardaki işkence aletlerinin hangi polisin maaşı ile satın alındığı sorgulanmazdı…). Şimdi “Silivri”yi de “onlar inşa etti; ÖYM’leri de onlar kurdu…” derseniz, o zaman esas kumpası kuran partinizin, Türkiye’ye karşı, şöyle bir itiraf borcu doğmaz mı?: “Biz anayasal yetkileri kullanmak yerine, sürekli meydanlarda idik ve bu yolla sandıkları başkasına kaptırmadık; makamımız için öngörülen hukuki ve mali ayrıcalıklardan yararlanmak için hiç ödün vermedik…”.
Karşımıza çıkan kısırdöngü ise şu: “Eski” darbecileri yargılamak için “yeni” darbeciler üreten Hükümet, “darbeler zinciri”nin yeni halkalarını nasıl örecek?
10 Ağustos CB seçimlerinin kritik eşiği, bu olsa gerek.

“Darbeler demokrasisi”, aynı zamanda darbelere karşın yaşayabilen bir “aksak demokrasi” Türkiye’nin siyasal rejimi. Darbe, hemen askeri çağrıştırsa da, siyasilerin sorumluluğu daha az değil. İki nedenle: darbe sözcüğünü dillerine pelesenk eden siyasiler, meşrulaştırıcı bir işlev üstlenmiyor değil. Dahası, kendileri de, darbe aktörü olabilmekte. “Anayasa darbesi”, bunun tipik göstergesi: görev ve yetkileri belirleyen anayasal kurallar yerine “fiili yönetim” yoluyla Hükûmet edilmesi.
AK Parti Hükûmeti, darbe söylemini o denli sürekli hale getirdi ki, darbe mağduru hükûmetleri çok geride bıraktı. Bunu iki şekil veya nedenle yaptı: Birincisi, toplumsal demokratik muhalefeti bastırmak; ikincisi, darbe mağduriyetini sandığa tahvil etmek.
-Demokratik muhalefet; sadece eylem yoluyla yapılanları değil, görüş ve düşüncelerini farklı biçimlerde ortaya koyanlara karşı uygulanan yıldırı ve sindirme politikası, Cumhuriyet mitingleri veya Gezi Direnişi ile sınırlı değil. Anayasa referandumu: TÜSİAD, destek vermeyince, “tarafsız kalan, bertaraf olur” tehdidi ile karşılaştı. Eleştirel dil kullananlar, bugün de “namlunun ağzında”…
-Darbe mağduriyeti, bir tür can simidi olarak kullanıldı: Askeriye karşısında, “Balyoz davası”nı canhıraş sahiplenmenin ötesinde; “ama, yargılama hukuka uyularak yapılsın” diyenler de, darbe yandaşlığı ile suçlandı… Hükümet ve havuz medyası tarafından, hukuku savunanlar, “demokrasi düşmanı” ilân edilmedi mi?
2013 yazında “Balyoz kararı” verildi. Öyle bir karar ki, eğer idam cezası kalkmamış olsaydı, “12 idam kararı” çıkacaktı. ÖYM kararları, olağanlaşma, “ileri” demokrasi ve “yeni” Türkiye göstergeleri olarak sunuldu… Evet, “darbe teşebbüsü” cezalandırılmış olduğundan, artık haklılık ve demokrasi havariliği bayrakları çekilebilirdi…
Ne var ki, henüz gerekçe yazılmadan, bu kez, “kanalizasyon taştı”: Ortalığa fışkıran paralar, yeni bir darbe senaryosu yarattı. “Siyaset-ticaret ilişkileri” neden bu denli kirletildi ve bir tür kanalizasyona çevrildi? vb soruları sormak ve bunların hesabını yargı önünde vermek yerine, “bu dosyalar neden bu denli bekletildi?” yollu bir tür “yargısız infaz” makinesi devreye sokuldu. Seçim sürecinde ise, “yolsuzluk yapmış olsak, bu kadar yol yapılır mıydı?”; seçimler sonrasında ise, “yolsuzluk olsa, halk oy verir miydi?” söylemi öne çıktı.
(Evren’e yöneltilen eleştiri benzeri: “darbe için neden bekledin o kadar?”. Yanıt: “darbe koşulları olgunlaşsın” diye… Siyasiler, “darbe şakşakçılığını ve Evren dalkavuluğu”nu pek çabuk unuttu. Şimdi ise, Evren-Şahinkaya kararı için, “darbeyi yargıladık” aldatmacası yoluyla halktan oy istenecek…)
Dosyalar “velev ki geciktirildi ve zamanlaması yapıldı”, ne değişirdi? Eğer ortaya çıkarılanlar gerçek ise. Tam tersine, “kanalizasyon patlaması”, bir darbe olarak nitelendi. Eğer dosyalar anında işleme konmuş olsaydı, o zaman gereği yapılacak mıydı?
Hükümet, zamanlama hatasını bahane ederek, bu kez, “lağım kapağı”nı açanları “darbeci” ilan etti ve pislikleri hukuk dışı yollarla örtmek için, kendisi anında “hukuk darbesi” yaptı. Bu yolla, 6 aydır “darbeci avı” ile meşgul.
Kendi deyişleriyle “cadı avı”nı desteklemeyenleri de darbeci veya en hafifinden işbirlikçi olarak ilanda iki amaç önde: hukuk dışı uygulamaları meşru kılmak ve darbe mağduriyetini sandığa tahvil etmek.
Peki, ya 10 yıl önce başlatılan darbe söyleminin yol açtığı tahribat ne olacak? Verilen yanıtlara bakın: “Kumpas” ürünü olan yargılamanın neden olduğu haksızlık ve mağduriyetleri, 2010 Anayasa değişikliği ile getirdiğimiz “bireysel başvuru” ile gidermeye çalışıyoruz. Anayasa değişikliğine karşı çıkanlar utansın!
Bir dakika: Silivri hapishane ve mahkemesi de mi “paralel devlet”çe kuruldu? (Hani bir zamanlar, “işkence devlet politikası değil, münferit uygulamalar” denirdi de, karakollardaki işkence aletlerinin hangi polisin maaşı ile satın alındığı sorgulanmazdı…). Şimdi “Silivri”yi de “onlar inşa etti; ÖYM’leri de onlar kurdu…” derseniz, o zaman esas kumpası kuran partinizin, Türkiye’ye karşı, şöyle bir itiraf borcu doğmaz mı?: “Biz anayasal yetkileri kullanmak yerine, sürekli meydanlarda idik ve bu yolla sandıkları başkasına kaptırmadık; makamımız için öngörülen hukuki ve mali ayrıcalıklardan yararlanmak için hiç ödün vermedik…”.
Karşımıza çıkan kısırdöngü ise şu: “Eski” darbecileri yargılamak için “yeni” darbeciler üreten Hükümet, “darbeler zinciri”nin yeni halkalarını nasıl örecek?
10 Ağustos CB seçimlerinin kritik eşiği, bu olsa gerek.

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1932