Ekmel Bey Anayasa'ya aykırı!

~ 18.06.2014, Soner Yalçın ~

Akıl fukara olunca fikir ukala olur!..
TV’de seyrediyorum; vurgulu konuşuyorlar, “İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu!..” Vay… Vay…
Sanıyorum birkaç gün bu konuyu yazacağım; çünkü bilmiyorlar! Ne yazık ki bilmiyorlar.
Ekmel Bey’e geleceğim…
Ama önce 10 yıl genel sekreterliğini yaptığı teşkilatı/İKÖ’yü size anlatmalıyım. Bilerek kafalar bulandırılıyor.
Meseleyi en baştan ele alıp sorayım:
Türkiye, İKÖ üyesi mi?
Girin Dışişleri Bakanlığı gibi devlet kurumlarına ya da İKÖ’nün internet sitesine “evet” yanıtını alırsınız. Oysa…
Türkiye İKÖ üyesi değildir.
Peki, Türkiye niye İKÖ üyesi değil? Çünkü…
Anayasa’nın değiştirilemez ve hatta teklif dahi edilemez ilk üç maddesi buna engeldir! Türkiye Cumhuriyeti; laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.
İKÖ; İslam dinini temel alan siyasi bir örgütlenmedir. Din birliğine bağlı bir dayanışma örgütüne katılım laiklik ilkesine aykırıdır.
Anayasası’na laiklik kavramını koyan bir ülke “İslam Ümmeti” kavramını kabul edebilir mi? Şeriat kuralları, fıkıh laik bir ülkede referans kaynağı olabilir mi? “İslam Adalet Divanı” bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde kabul edilebilir mi?
İKÖ’nün; “İslam’a ve İslam ilke ve değerlerine bir yaşam biçimi olarak kesinlikle bağlılıkla kalınmasını” gibi bir deklarasyonu Türkiye, anayasasını ve iç hukuk düzenini çiğneyerek kabul edebilir mi?
Bir örnek vermeliyim…
Tarih: 16 Haziran 2004.
Yer: İstanbul.
İKÖ Dışişleri Bakanları toplantısı sonuç bildirgesinde Avrupa Birliği’ne sert çıkıldı. “AB’nin Şeriat konusu içinde yer alan recm ve benzeri ceza uygulamalarını insanlık dışı diye nitelendirmesini kınıyoruz. Bu ülkelerin iç içişlerine karışmaktır.”
Böyle bir metni Ekmel Bey’in başında olduğu genel sekreterlik hazırlayabilir; ama bunun altına Türkiye imza koyabilir mi?
Alınan benzer dinci kararları alt alta yazayım mı? Neymiş Ekmel Bey çok aydınmış! Geleceğiz hepsine geleceğiz…

Ekmel Bey’in koltuğu

Diyeceksiniz ki…
“Türkiye İKÖ’ye üye olmamasına rağmen bizi nasıl yıllardır kandırıyorlar?”
Ali-Cengiz Oyunu’dur bunun adı. Türkiye; “fiili üye”, “tam üye”, “kurucu üye”, “gözlemci üye” gibi her toplantıda farklı bir isimle tanımlandı. Oysa, Türkiye üye değildi. Bu nedenle her toplantıda genel sekreterliğine “çekince mektubu” sundu. 13 Mart 2008’de Dakar’daki İKÖ toplantısında, sadece bu sorunu gidermek için yeni bir kurucu antlaşma metni hazırlandı; ama Türkiye bunu bile onaylayamadı. Nasıl imzalasın Anayasa’yı ihlal etmiş olacak! Yüce Divan tehlikesi var…
Aslında…
İlk karışıklık 1969 Rabat toplantısıyla başladı. Fas Kralı II. Hasan‘ın davetine Başbakan Süleyman Demirel olumlu yanıt verdi. Türk kamuoyunda tartışma başladı; toplantıya katılmanın laiklik ilkesi ve Türk dış politikasıyla uyuşmazlığı dile getirildi. Demirel toplantının siyasi bir toplantı olduğunu ve alt düzeyde “gözlemci” olarak gidileceğini açıkladı. Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil toplantıya katıldı.
Sıkı durunuz…
İKÖ kuruluşu sırasında ne oldu dersiniz? Türkiye, İKÖ içinde bir Genel Sekreterlik kurulmasına karşı çıktı. Sebebi İKÖ’nün bir danışma formu ötesine gitmesini; Birleşmiş Milletler gibi bir kuruma dönüşmesini istemedi. Bu nedenle, Cidde’deki Dışişleri Bakanları toplantısına katılmadı. Keza, 1971’de 22 ülkenin katılımıyla kurucu antlaşmasının imzalandığı toplantıya gitmediği halde “üye” olarak var kabul edilmesi de ayrı bir şark kurnazlığıdır.
Sonuçta…
Türkiye, 4 Mart 1972’de İKÖ kuruluş yasasını imzalamadı. 1975’te katıldığımız Dışişleri Bakanları toplantısında devlet statümüz sihirli bir elin dokunuşuyla birden “üye ülke” oluverdi!
Anayasa’nın 90’ıncı maddesi açık; bir antlaşmanın Türkiye için bağlayıcı olması için kanun çıkarmak gerekir. TBMM onayı şarttır. Açın bakın bakalım; TBMM gündeminde böyle bir kabul var mı? Yok.
Türkiye üye değildir; çünkü bu şeriat dayatması anayasasına aykırıdır.

Ekmel Bey-Evren kol kola

Bir ayrıntıyı eklemeliyim. Madem bu hafta Ekmel Beyi konuşacağız; 12 Eylül 1980 askeri darbesinin bir “marifetine” de değineyim…
İKÖ toplantılarında Türkiye, dışişleri bakanları tarafından temsil edilirken; 1981’de Mekke toplantısına Cumhurbaşkanı Kenan Evren gitti. Bunun anlamı şuydu; Türkiye, ilk kez eşit düzeyde katılım sağlamıştı! Şaşırtıcı mı? Darbenin toplumu ve devleti nasıl dincileştirdiğini sanırım bu köşeyi okuyanlar bilmektedir. “Gardrop Atatürkçüsü” Evren katılım sağlamakla kalmadı; 1984 tarihindeki Kazablanka’daki toplantıda hem İKÖ başkan yardımcılığına, hem de Ekonomik ve Ticari İşbirliği Daimi Komitesi (İSEDAK) başkanlığına getirildi.
O Türkiye’yi dincileştirme döneminde…
İKÖ’nün bir yan kuruluşu olan; İslam, Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) Genel Direktörü Ekmel Bey sayesinde, -Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen- İstanbul’da İKÖ’ye bağlı, “İslam Tarihi ve Kültürü Araştırma Merkezi” kuruldu.
Sonra “yol” ardına kadar açıldı…
Hadi bir örnek vereyim…
Türkiye yine bir oldu bittiyle; “amacı, üye devletlerin ve Müslüman halkların bireysel veya toplu olarak sosyal gelişimini ve ekonomik kalkınmasını Şeriatın ilkelerine uygun olarak desteklemek” olan İslam Kalkınma Bankası “kurucu üyesi” oldu. Bunun için Bakanlar Kurulu kararı şarttı; alınmadı!
Ne “tesadüf” değil mi; İKÖ’nün İslam Kalkınma Bankası’nda 8 yıl çalışan Abdullah Gül, Çankaya Köşkü’ne çıktı.
Aynı teşkilatın genel sekreterliğinde 10 yıl bulunan Ekmel Bey, Çankaya Köşkü’ne aday gösterildi. Yakışır!..
Değiştirilemez; değiştirilmesi teklif dahi edilemez Anayasa’nın üç maddesine aykırı olan şeriatçı bir teşkilatın/İKÖ’nün has adamını, devletin başına aday göstermek akıl fukaralığıyla açıklanamaz.

 

sözcü/

Soner Yalçın | Tüm Yazıları
Hits: 1240