Güdük İken Düdük Olmak!

~ 04.06.2014, Mine KIRIKKANAT ~

Merhaba,
Size yaşamak zorunda kaldığım bir olaydan bahsetmek istiyorum.
Ben ... ilçesinde görev yapan bir resim öğretmeniyim. Kaymakamlığın desteği ile yürütülen SODES Projesi’nde okulum adına görev aldım. SODES, spor ve sanat dersi etkinliklerini maddi olarak destekleyen ve öğretim süreci sonunda ürünlerin sergilenmesini isteyen bir oluşum.
Öğrencilerimle, aylar süren resim çalışmalarımızın ürünlerini, ilçedeki alışveriş merkezinde sergilemek üzere hazırlığımızı yaptık.
Bizim okulumuz haricinde 3 okul daha sergi için hazırlık yaptılar. Saat sabah 11.00 civarında kaymakam ve kim olduğunu bilmediğim diğer “önemli” kişiler geldi.
Koridorun ucundan göründüklerinde, resimlere bakarak ilerlediklerini sanıyordum. Sergi açılışı için kesilecek kurdele, benim okulumun çalışmalarının önündeydi, doğal olarak bize doğru ilerliyorlardı.
Tam bana yaklaştıklarında kaymakamın gerçekten “bana” yaklaştığını fark ettim. Karşıma geçti. “Neden böyle giyindiniz” demesiyle, beynim ve konuşma yeteneğim ortadan kayboldu. Nasıl giyindiğimi anlayamadım çünkü.

***

Kaymakam, devam etti: “Kot pantolonla neden geliyorsunuz? Böyle gelemezsiniz!” Ve daha bir sürü şey söylediyse de ne duydum ne de anladım.
Öğrencilerim, öğretmen arkadaşlarım, müdürüm ve kim olduğunu zaten bilmediğim, “kurdeleye ve makasa” ulaşmak isteyen bazı adamların önünde azarlandım. Sadece oradan geriye doğru adım atarak biraz uzaklaştım. Muhtemelen kurdele keserken çekilen fotoğraflarda eskaza kenardan görünmem canlarını sıkacaktı zaten. Ve zaten onların yanında durmak benim için de zulümdü.
Sevinçle kurdeleyi kestiler, unvanları olan adamlar.
Benim öğrencilerimle sohbet ederek ilerlerlerken, mağazalardan birinden orada çalışan bir genç çıktı. “Neden bu sergi burada yapılıyor” diye sordu. Bu soru benim için çok zordu. Zaten kot pantolonumdan dolayı azarlandığım ve teşhir edildiğim için şoktaydım ve sonra da kenara çekilmemin onlara huzur ve mutluluk verdiğini gördüm, kızgındım.
Cevabım, sadece “Buna ben karar vermiyorum. Kalabalık bir kitleye hitap etmek için sanırım” dedim. “İyi de buraya sanat ya da eğitimle ilgisi olanlar gelmez ki, vitrine ilgisi olanlar gelir. Her zaman olduğu gibi vitrinlere bakacaklar ve resimleri fark etmeyecekler bile. Hem bu adamlar da kim? Siz öğretmen misiniz? Neden konuşmuyorsunuz bu adamlarla bunları” dedi.

***

Bir sorunun cevabı bu kadar kolay, ama açıklaması bu kadar zor olabilir mi?
“Çünkü onlarla konuşulmaz” dedim. “Onlar konuşulacak kişiler değiller. Ama zaten çok sinirliyim, sizinle de konuşmak istemiyorum!”
Deli midir nedir, “Neden” demekten çekinmedi. “Çünkü ben kot pantolonluyum, uygunsuzum” dedim.
Ve bu konuda karşılıklı birkaç cümle daha kurduktan sonra bir şey fark ettim. Tam da o unvanlı kişilerin yanında tesettürlü bir öğretmen hanım, gururla salınıyordu. “Hanım”dı, “uygun”du.
Ben aramızda tesettürlü bir bayan olduğunu hiç fark etmemiştim, ama kaymakam bakılacak 200 tane resim, takdir edilecek 60 öğrenci ve öğretmenler arasında, “günün anlam ve önemi”ne inat benim kot pantolonumu fark etmişti. Ve bu farkındalık haykırılmıştı.
Ve bu haykırma tuhaf karşılanmamıştı!
Şov devam ediyordu. Kaymakam bey, bir büyüğünden böyle görmüştü işte. Sonradan bir öğretmenin daha kot pantolon ile geldiğini ve benim yaşadığım şeyi duyunca oradan kaçtığını öğrendim.
Birçok erkek öğretmen arkadaşımız da keten pantolon ve penye tişörtlerle gelmişlerdi. Tabii ki öyle geleceklerdi, şövale taşıyorduk, sergiyi düzenliyorduk! Ama ben azarlanmıştım.

***

Bana yaşatılan bu durumda:
1- 100 insanın kıçını “uygun mu değil mi” süzgecinden 3 saniyede geçirecek bir “yetenek” Allah vergisi olabilir mi?
2- Sanat ve sanatçı (sanat eğitimcisi de dahil) bazılarını bu kadar rahatsız ederken, “makas ve kurdele” nasıl bir zevk veriyor olmalı ki, sanatsal etkinliğe katlanmak uğruna böyle itiş kakış bir fetiş yaşanıyor?
3- Şimdi vitrinlere bakan akrilik resimler kendilerini indirim ilanlarının karşısında nasıl hissediyor? Ve aralarından geçip giden insanlar nereye bakıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Bu arada, ben köşemde yıkıntımı toplamaya çalışırken mağazada çalışan duyarlı, akıllı ve cesur genç gidip kaymakamla bu “sergi” meselesini çatır çatır konuştu(*).

GNOKTASI
(*) Okuduğunuz mektupta, ancak Türkiye’deki gibi yarı cahil “mütegallibe” toplumunda yaşanabilecek türden olayın geçtiği il, ilçe ve azarlanan öğretmenin adı bende saklıdır. Yoruma gerek duymuyorum, sanırım güdüklükten düdüklüğe terfinin başını döndürdüğü azarcıya, “Yuh!” demek yetecektir.
Çatır çatır konuşan genci kutluyorum, çünkü Türkiye’nin bu cahil ceberrutluktan kurtuluşu, onun gibiler sayesinde mümkün olacak ya da olmayacak.
Sevgili okurlarım, birkaç gün izin kullanacağım. Fransa’nın Okyanus kenti Quimper’de polisiye romanların ve romancıların buluştuğu “Maskeli Martı” kitap fuarına davetliyim. Hem dalgaların dövdüğü bu güzel kentin hem de katılacağım söyleşilerin tadını çıkarmak niyetindeyim. 15 Haziran’da yine bu köşede buluşalım… 

“Önyargılar, cehaletin çocuklarıdır.
” WILLIAM HAZLITT

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 1454