Cinayeti Gördüm

~ 02.05.2011, Tevfik ÇAVDAR ~
Oradaydım 1977’nin 1 Mayıs’ında Taksim meydanında, tribünde yerimi almıştım. Hemen aynı sırada Prof. Sadun Aren, Ahmet İsvan, Kenan Somer ve daha nice dostlar, yoldaşlar vardı. Marşlar çalınıyor, Genco Erkal ve diğer sanatçılar Nâzım’dan, Ahmet Arif’ten ve nice yazardan şiirler seslendiriyorlardı. “1 Mayıs, işçinin, emekçinin bayramı” dizesiyle başlayan marş kürsüde ve dillerde… Dolmabahçe’den, Tarlabaşı’ndan akıp gelen gruplar bayraklar, pankartlarla alana girmekteler. Çoşku dorukta… Alan tamamen dolunca konuşmalar başlıyor… Sözü Maden-İş’in, DİSK’in, Türkiye İşçi sınıfının unutulmaz başkanı Kemal Türkler alıyor… Konuşmasını noktalarken “Bu meydan artık bir Mayıs meydanıdır” dediği anda silahlar patlıyor… Ortalık karışıyor, bu arada, Harbiye’ye açılan yoldan gelen polis panzerlerinin ses bombaları, yığınlarca halkın üzerine gözü kara yürümeleri paniği daha da büyütüyor. Koşanların bir bölümü Kazancı yokuşunun başındaki Pamuk eczanesinin yanında ezilerek ölüyor… Kanlı 1 Mayıs’ın öyküsü bu: Otuzdan fazla ölü, yüzlerce yaralı… bereli….Sığındığımız yerden çıktığımızda (saat 21.00 dolayında) Taksim ve civarı hala genizleri yakan barut kokusu ile doluydu.
O günlerde olayın bir “gizli güçler” tertibi olduğunu sezmiştik. Devrin Başbakanı Demirel tam olarak açıklamasa da nedenin farkındaydı. Nitekim aynı yıl yapılan genel seçim kampanyasında, Taksim’de ki mitingte konuşacak olan Ecevit’i uyardı.
O kanlı olayı ve sonrasındaki gelişmelerin nedenini biliyoruz. ABD’li yazar Naomi Klein “Şok Kuramı” adlı yapıtında şu gerçeği vurguluyor: “Neo-liberal ekonomik yapılanmayı kabul ettirmek için gereğinde, kaos’u andıran, bir 'şok'lar dizgesi ile toplum yola getirilir”. 1977, 1 Mayıs’ı ve 12 Eylül’e kadar geçen dönemde Türkiye’de böylesine kanlı bir “şok” tedavisi gündeme getirilmiş ve sonunda 1979 yılının Mayıs ayında TÜSİAD’ın tam sayfalık ilanlarla yeni düzeninin ilkeleri kamuoyuna duyurulmuştu. Bugünün yoksulluk ve yoksunluğun neredeyse yoğunluk kazandığı, gelir dağılımının, bununda ötesinde servet dağılımının iyice bozulduğu bir Türkiye, 1977’nin 1 Mayıs’ı ile başlayan, Turgut Özal önderliğinde yürütülen neo-liberal ekonomi politikalarının yerleşmesi ile yaratılmıştır. Özelleştirme, devletin ekonomik alandan çekilmesi bu politikanın olmazsa olmaz hedefiydi. Bu hedefe varmak için 12 Eylül askeri müdahalesi gibi bir demir yumruk gerekliydi. Nitekim, o da yürürlüğe aynı yıl girdi.
Günümüz Türkiye’sinde bireysel yoksulluk ve yoksunluk, bir torba kömüre, birkaç parça erzak paketine bile minnet edecek hale gelmişse, cehalet ve fukaralık at başı gidiyorsa bunun temel amili Özal ve onun misyonu olan neo-liberalist düzendir.
Özelleştirme denilen politika bireysel ve kamusal yoksulluğu yarattı. Şöyle, aklımıza ilk gelen , yitirdiğimiz kamusal varlıklarımıza bakalım.
-Demir-Çelik sanayiimiz vardı…Hepsi yağmalandı.
-Rafinerilerimiz vardı…Özelleşti.
-Şeker fabrikalarımız vardı… Özelleşti.
-Tekstil fabrikalarımız yağmalandı.
-Devlet Denizyolları ortadan tamamen kalktı.
-Telekomünikasyon yabancıların elinde
-Limanlar özelleşti.
-Petro-Kimya sanayii özelleşti.
-Elektrik üretim ve dağıtımı özelin elinde
-Et-Balık kalmadı…İthal etle geçiniyoruz.
-Bankalar: Sümerbank, Etibank, Emlak-Kredi, Anadolu Bankası vb gibi hepsi ya satıldı ya da öldürüldü… Bankacılık yabancı sermayeye teslim oldu.
-Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu ise adeta bir emme basma tulumba gibi servetin el değiştirmesi için çabalıyor.
TÜSİAD ve MESS’in kurumsal desteği, uluslararası kapitalist düzenin belirlediği yöntemlerle. Turgut Özal Türkiye’yi küresel sisteme raptetti. Bir anlamda elini kolunu bağladı, tüm ekonomik düzeneği yerli ve yabancı sermaye için yeniden yapılandırdı.
Sermaye artık vergi vermiyor. Boyner Hanım TÜSİAD üyelerinin ülke vergi yükünü taşıdıklarını söyleye dursun, devletinin tüm yükü ezilen, sömürülen, yoksun ve de yoksul halkın üzerinde. Çünkü içilen bir bardak su bile vergiye tabi. KDV ve ÖTV denilen tüketime dayanan dolaylı vergiler yaşamın her anında ödeniyor. Su içerken, bir dilim ekmeği, zeytini yerken, gazete okurken ve de hastayken, yatağa mahkumken bile ödeniyor bu vergiler… Öldükten sonra bile… Tabutun, kefenin ve de mezarın bile KDV’si var.
1 Mayıs 1977’de sadece otuz’u aşkın vatandaşımız ölmedi… Kıbrıs çıkartması, Sovyet Ekonomik yardımı, yükselen sol akımlar… Nihayet insanlık; herşey öldürüldü. Azmettirici: Küreselleşme hedefinde ilerleyen neo-liberal kapitalist düzen, tetikçi ise Turgut Özal’dı.
Not: Sözün bittiği noktadayız. Kars’taki “İnsanlık” heykeli tekbir sesleri ile katledildi. Bir avuç aydın ve sanatçı dışında kimse duyarlılık göstermedi. Medya’da RTE’nin, abes, uçuk hayalleri üzerine yorumlar yapılırken bu “çılgınlık” yer bile almadı.
Affedemediğim CHP’nin tek kelime bile söylememesi. Sanatı, düşünceyi, aydınlığı ve de insanlığı savunmayı göze alamamak…susmak, yıkıcılar kadar “ucubelik”tir. Tarih affetmez.

(SolHaber 02.05.2011)

Tevfik ÇAVDAR | Tüm Yazıları
Hits: 1873