GDO Çocukları

~ 01.06.2014, Mine KIRIKKANAT ~

Bir zamanlar, bizim sert Anadolu buğdayımız vardı. Ekmeklerimiz bugün ancak Avrupa’daki ekmeklerde bulabildiğimiz tok lezzette ve francalamız, Fransız bagetinin çıtır tadındaydı.
Son yıllarda değerini anlayıp “al dente” pişirmesini nihayet öğrendiğimiz İtalyan makarnalarının en iyisi sert buğdaydan üretilir. Ama tam da biz makarnanın tadına vardığımız sırada kayboldu, tarihe gömüldü sert Anadolu buğdayı ve “al dente” pişirilecek diri makarnayı artık üretemiyor Türkiye...
Yerine, sünger gibi ekmekler, kaynar suya atılır atılmaz ölmüş solucana dönen makarnalar, toz kıvamında, yoğunluksuz un veren ve zaten “tohumluk” vermeyen, dolayısıyla bir ekimden ötekine soyunu sürdüremeyen, çiftçiyi her yıl yeniden çokuluslu şirketlerin geliştirdiği tohumları almak zorunda bırakan buğday cinsi ekiliyor Anadolu’ya...
Bu çokuluslu şirketlerin en büyükleri, Monsanto, Cargill, Bung, DuPont, Syngenta ve Bayer adlarını taşıyor ve adlarından tahmin edebileceğiniz gibi, bazıları kimya ve ilaç sanayii devleri.

***

Bir zamanlar, bizim içi sapsarı, sulu, lezzetli ve kütür kütür patateslerimiz vardı. Etli patatesin patatesi dağılmaz, haşlanmışı boğaza tıkanmaz, kızartması yumuşayıp bayılmazdı. Halen Fransa’da tam 12 çeşit patates ve birbirinden şiirsel adları var: Re Adası, Bonnotte, Ratte, Charlotte, Juliette, Pompadour, Chérie, Fontenay Güzeli, Amandine, Vitelotte, Roseval, Auvergne Mavisi.
Oysa bugün Türkiye’ye taze diye küçüğünü, olgun diye büyüğünü yedirdikleri “tek” çeşit patates, beyaz, unlu, tatsız ve dolayısıyla en adisi, isimsiz olanı...
Kelle gibi Bursa şeftalilerimiz küçüldü, birbirinden lezzetli elma çeşitlerimiz üçe indi, zaten çoğu da ithal, biberlerimiz azmanlaştı, çekirdekli ve mis kokulu yerli muzu ara ki bulasın, domatesler tatsızlaştı, dantel gibi maydanozlar kereviz sapına döndü, zaten kereviz sapı da çalıya benzedi, etlere su şırınga ediliyor ki yumuşacık olsun, siz de dinlendirilmiş et yediğinizi sanarak et parasına suyla beslenin... Gıda emperyalizmine teslim olan devlet, gıda kodeksini değiştirdi, yoğurt üretimindeki yüzde 12 katı madde koşulunu kaldırdı, artık sulandırılmış sulu süte ithal süt tozuyla üretiliyor yoğurtlar. Türkiye, yoğurdun geleneksel tadını da böylece kaybetti. Hatta ağzı Batılı taama alışanlar, “diyet” diye satılan bazı çeşitlerin domuz etinden elde edilen “ithal jelatin” katılarak sertleştirildiğini bilmeden, bu sütü bozuk ürünleri yağsız yoğurt diye yiyorlar...

***

Türkiye’deki GDO tartışmalarını ibretle izliyor ve merak ediyorum: Ülkemizdeki istisnasız tüm mısır, soya fasulyesi üretiminin GDO ve “tohumluk vermeyen” topyekûn tohumların hem de yıllardan beri genetiği değiştirilmiş organizmalar olduğunu bu tartışmadan önce kaç kişi biliyordu, acaba?
Yukarda saydığım GDO olmayan soysuzlaştırılmış sebze ve meyveler de yine insan eliyle laboratuvarlarda yaratılmış “hibrid”ler zaten...
Ülkemizde yerli tohumculuk bitirildi, geleneksel tarım bitirildi, hayvancılık bitirildi, sütçülük bitirildi, milyonlarca kişi işsiz kaldı, kentlere yığıldı, dünya kadar işlenmemiş toprak, istihdam yaratacak toprağa bağlı üretim sektörleri çökertilirken... En az alanda, en az insan gücüyle, en çok ürünü veren, dolayısıyla yoğun kimyasal ilaç ve gübre kullanımıyla toprağı ve tabii ürünü zehirleyen entansif tarım, gerek büyük, gerek küçük baş hayvanları “işkence” altında yetiştiren, dolayısıyla (özellikle tavuklarda) acı birikimi toksinlerin tüketilen etle birlikte insan vücuduna geçmesinin baş sorumlusu, sanayi hayvancılığı pompalandı. Bu entansif tarım ve hayvancılık politikasının sonuçlarını, kanser ve alerji hastalıklarının hızla artışında, giderek daha çok çocuğun neredeyse kanserle birlikte doğuşunda görüyoruz...
Hepsi Batılı, ama hemen hepsi Amerikan ağırlıklı çokuluslu şirketler, özellikle tohumculuk alanında gelişmekte olan ülkelerin önce “tahıl” üretimini ele geçiriyorlar. Türkiye yönetmeliği beklemedi, çoktan teslim oldu GDO çocuklarına*...
*GDO Çocukları başlığı, arkadaşım Elif Yıldız’ın bir buluşu olan bu yazım, 6 Kasım 2009’da yayımlandı. O gün bugündür, GDO çocukları Türkiye’nin tarımını ele geçirdiler. Bu işgalin apaçık sonuçlarını görmek istiyorsanız, kanser ve alerji patlamasına bakın, yeter.

“Dünya hepimizi doyurmaya yeter, ama açgözleri doyurmaya yetmez. ”
MAHATMA GANDHİ

GNOKTASI
Genetiği Değiştirilmiş Organizma’ların, bırakın insanların bağışıklık sistemi üzerine yıkıcı etkilerini, besin kalitesini düşürdüğünü pek çok bağımsız araştırmacı, dürüst bilimci yazdı, haykırdı, yıllardır…
Ama Türkiye’nin tarımını dışa bağımlı kılarken tarım üreticilerini de çokuluslu sanayi kartellerine köle veren hükümet, hepsini görmezden geldi. Adım adım, hileyle GDO’lu ve kimyasal tarımı yaydı, emperyalist gıda devlerinin çıkarlarını yasalaştırdı.
AKP hükümeti, sadece demokrasiyi değil, tarımı da bitirdi ve yerli tohum eken üreticinin gırtlağına “suç!” diye yapışarak, hepimizin yemek borusunu sıkıyor, zorla sağlıksız mama tıkıyor.
Biliniz ki bu gıda emperyalizmi, Üçüncü Dünya ülkelerini böyle kolaylıkla işgal ediyor, çünkü yolsuzları maaşa bağlıyor, işini rüşvetle gördürüyor.

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 1712