Zamanaşımı

~ 25.05.2014, Ali SİRMEN ~

Sevgili, Soma katliamı ertesinde, gazetelerde yayımlanan yas ilanları, yazılarını yıllardır izlediğim Ege Cansen’in de dikkatini çekmiş.
Köşe yazarlığının belirleyici öğelerinin ilki olan zekâyı öne sürenleri haklı gösterecek örneklerin başında gelen Ege Cansen’in, görüşlerine katılmadığım yazılarını bile beğenerek okumamın nedeni hiç eksik olmayan zekâ pırıltısıdır.
Ege Cansen birbirini izleyen son iki yazısında ölüm ilanlarına da değiniyor, şirketlerin bu alanda verdikleri çarşaf çarşaf ilanların bedellerinin vergi matrahlarından niçin düşüldüğünü soruyor.
Çok
ilgiyle ve gülümseyerek okuduğum iki yazıyı da internetten bulup izlemeni tavsiye ederim, seni de hem gülümsetip hem de düşündüreceklerini sanırım.
Ben de gülümseyerek okuduğum yazılardan ikincisinin, “Yanlıştan dönmenin zamanaşımı olmaz” diyen “Son Söz”üne gelince biraz durup düşündüm.
Acaba doğru muydu? Yanlışı düzeltmenin zamanaşımı olmaz mıydı?
İlk bakışta, “geç olsun ama güç olmasın” deyişinin de doğruladığı, her konuda olduğu gibi yanlışı düzeltmede de geç kalmanın mazur görülecek yanları olduğu pekâlâ söylenebilirdi.
Hem de bir yanlışı düzeltmek söz konusu olunca, çok zaman geçtiği bahane edilerek vazgeçmek olur muydu?

***

Kısacası nereden bakarsan bak, Ege Cansen’in son sözü doğru gibi görünüyordu.
Ama dilersen biz biraz daha düşünelim:
Bir yanlışa uzun zaman saplanıp kalırsak, yanlış kökleşip artık doğru sanılır bir hale gelmez mi?
Toplum uzun süre aynı yanlışı tekrarlaya tekrarlaya onu doğru, doğruyu da yanlış olarak algılamaya başlamaz mı?
Yanlışta ısrar ede ede yanlışı alışkanlık haline getirmek durumudur burada söz konusu olan.
İnsan bir kez yanlışı alışkanlık haline getirince, onu kolayca değiştirme olanağını yitirmez mi?
Zaten doğru ile yanlış izafi kavramlar değil mi?
Yani neyin doğru neyin yanlış olduğu, içinde yaşadığımız zamana göre değişmiyor mu ki?
Toplumsal ve ahlaksal konularda, doğru ile yanlışın zamana göre değiştiği artık kabul edilmiş bir gerçek.
Örneğin Fatih döneminde bir erdem olan fetih kavramı, günümüzde bir insanlık suçuna dönüşmedi mi?
İşte zaman içinde yanlışa
dönüşen bir doğru örneği.
Görüyorsun ki fazla zaman geçince doğrular ile yanlışlar kendiliklerinden yer değiştirebildiklerine göre, “yanlıştan dönme”de de zamanaşımı olabilir.

***

Hem görece olan yalnız doğru yanlış değil, zamanın kendisi de öyle.
Yani şu 2014 yılında, dünyanın ister kuzey, ister güney yarı küresinde olsunlar, yaşayanların hepsi aynı zamanı mı yaşıyorlar?
İlk bakışta hepsinin takvimi aynı günü gösterdiğine göre, buna evet demek mümkün olsa bile, hepsinin aynı sosyal zamanı yaşadıklarını söylemek mümkün mü?
Öyle Avustralya’nın kaybolmuş köşelerinde tarih öncesi koşullarını yaşayanları bırakalım bir yana, Libyalılar ile Danimarkalıların aynı sosyal zamanı yaşadıklarını söylemek mümkün mü?
Ya da aynı ülke içinde yaşayan insanların tümünün aynı zaman birimi içinde olduklarını ileri sürebilir miyiz?
Görüyorsun ki, yanlış kavramı gündeme gelince işler iyiden iyiye değişiyor.
Kaçınılmaz
olarak soruyorsun:
Kime göre yanlış?
Hangi zamana, hangi
mekâna göre yanlış?
Bu durumda insandan insana, diyardan diyara, zamandan zamana değişen bir kavram olduğuna göre yanlış yoktur.
Ya da bir davranışı yanlış
olarak tanımlamak yanlışın en büyüğüdür.
Zaten
her şey kendi içinde zıddını da barındırdığından her yanlışın kendi doğrusunu barındırdığını, sonunda da ona dönüşeceğini söyleyemez miyiz?
O zaman en kestirmesi, “yanlış diye bir şey yoktur” deyip sıyrılmak işin içinden.
Onun da büyük bir sakıncası var.
Öyle ya,
yanlış yoksa doğru da yok demektir.
Doğrusu olmayan bir dünyada yaşamak nasıl bir şey dersin?  

Ali SİRMEN | Tüm Yazıları
Hits: 1500