Cumhurbaşkanı mı diktatör mü?

~ 24.04.2014, Ali Rıza AYDIN ~

Anayasa değişikliği yapılmasa, derin arzuyla ulaşılmak istendiği halde vazgeçilmiş gibi gözükse de Türkiye’de, “başbakanlık” adı altında, “örtülü başkanlık sistemi”nin uygulanmakta ve koşullarının da yasalarla oluşturulmakta olduğunu 27.2.2014 günlü soL’da “örtülü başkanlık, açık talan” başlıklı yazımızda belirtmiştik.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri, Erdoğan ağırlıklı adaylık tartışmaları ile özdeşleştirilerek gündeme öylesine yerleştirildi ki, sanki yalan, yolsuzluk, talan, seçim hileleri, meşruiyet sorunu ve zulmün üzerine bir anda örtü atıldı.

Beylerin yolculuğunun nereye yönlendiğine ilişkin kimi bilgileri aktaralım; aktaralım da hâlâ “demokrasi rüyası” gördüğünü sanan kapalı gözleri açmaya çalışalım.
1982 Anayasası, Cumhurbaşkanı’nı “parlamenter sistemi” zorlayan yetkilerle donatmıştır. Bunda, 12 Eylül generallerinden Millî Güvenlik Konseyine, devlet başkanlığından cumhurbaşkanlığına geçişin etkisi olmakla birlikte, asıl etki neoliberal düzene uyum sağlayacak güçlü yürütme yaklaşımınındır.

Anayasa’nın, Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkilerini sıralayan 104. maddesi, parlamenter sistemlerde pek görülmeyen yetkilere sahip bir Cumhurbaşkanı statüsü getirmiştir. Bunu, “güçlü ve etkili konum” olarak tanımlamak gerekir. Nitekim Anayasa’nın, Cumhurbaşkanı’nı “simgesel” değil, yetkilerle donatılmış bir güç haline getiren bu maddesi, koalisyonlar dahil, hiçbir siyasal iktidar tarafından değiştirilmemiştir.

104. maddede yer verilen bir başka kural ise Cumhurbaşkanı’na, yalnızca Anayasa ile değil, yasalarla da görev verilebilmesidir. Durumu karşılaştırmalı bir örnekle açıklarsak; Anayasa’da TBMM’nin görev ve yetkileri arasında sayılmayan bir konu, yasa ile Meclis’e verilemez. Ama Anayasa’da Cumhurbaşkanı’nın görev ve yetkileri arasında sayılmayan bir konu, yasa ile Cumhurbaşkanı’na verilebilir.

“Cumhurbaşkanı, ayrıca Anayasada ve kanunlarda verilen seçme ve atama görevleri ile diğer görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır” sözcüklerini, Anayasa Mahkemesi’nin, “seçme ve atamayla sınırlı olarak” dar ya da “sınırlama yapmadan” geniş, nasıl yorumlayacağı bilinmemekle birlikte, görünen felaket kılavuz istememektedir.

MİT Kanunu ile verilen görev ve yetki, Cumhurbaşkanı’nın güçlü ve etkili konumuna daha geniş güç ve etki yükleme anlamında tipik bir örnektir. Meclis, masumiyet sınırları içine sıkışıp kaldıkça da bu genişlemenin arkası gelecek, yeni yasalar dayatılmaya devam edilecektir. Sonuçta, “Cumhurbaşkanı” adı altında otoriter yönetime, diktatörlüğe yolculuk, Anayasa değişikliğine gerek duyulmadan, yasalarla pekiştirilmiş olacaktır.

Örtülü başkanlığı, mevcut Anayasa’ya rağmen sürdüren bir başbakanın, yasalarla donatılmış güçlü cumhurbaşkanlığını eline geçirdiği zaman neler yapabileceği bilinmez değildir. Faşizm felaketine yolculuk için Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi gelmesini beklemeye gerek kalmayacaktır.

Diktatörler, tıpkı sömürenler gibi hukuk şemsiyesini kullanmayı da hukuk ve demokrasi kılıfıyla halkı kandırmayı da çok iyi bilirler.

Bu yönden bakıldığında, cumhurbaşkanlığı seçimi, aday tartışmalarından ve adaylık tekliflerinden çok öte ve derin, ekonomik, siyasal ve hukuksal düzen tartışmasını gerektirmektedir. En kapsamlısı ile meşruiyet sorgulaması yapılmalı, hukuksal, siyasal ortam ve yapı tartışılmalı, halkın siyaset dışına itilmesi reddedilmelidir.

Genel seçimler için düşünülen dar ya da daraltılmış bölge tuzakları da bu kapsamdadır, birbirinden farkı yoktur.

Haziran Direnişi’nden ders almadan, hallerine bakmadan, “Yeni Osmancılık” için, “başkan/halife” yönetimi için koşturmaya kalkışıyorlar. Onların meşruiyetini sorgulamak yerine, onları göndermek yerine, sağ koltuğa ilişmeye, olmadı ucundan tutmaya yeltenenler ise demokrasicilik oynadıklarını sanıyorlar.

Sol, “sultanın despotizmini” sarstıkça, kendisini demokrasi diye vitrine çıkaranların ve/veya seyircilikle yetinenlerin uyuşukluğu da sona erecektir. Sol, kandırılmaya, faşizme yolculuğa ve felakete izin vermez: 1 Mayıs geliyor…

SOLHABER

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1224