Özüne Karşı

~ 17.04.2014, Ali SİRMEN ~

12 Eylül 2010 anayasa referandumu askeri vesayetten kurtulma sivil anayasaya kavuşma sloganlarıyla yürütüldü.
Tayyibizmin, ayak sesleri her adımda açıkça “geliyorum!” demekte olan diktasının liboş destekçileri, “yetmez ama evet!” feryatlarıyla onay verdiler; 12 Eylül anayasasını,12 Eylül’den de geriye götüren 12 Eylül 2010 değişikliklerine.
Tayyibizmin gelen diktasını gören ve bağıra bağıra tehlikeye dikkat çekenler asıl amacın HSYK ve dolayısıyla, yargıyı ele geçirmek, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığını gömmek olduğunu ısrarla anlatmaya çalıştılarsa da onca gürültü patırdı arasında, başarılı olamadılar.
Başarısızlık nedenleri arasında, demokratik hak ve özgürlükler konusunun geniş halk kitlelerinin pek de umurunda olmamasının bulunduğunu da itiraf etmek gerekir.
Nihayet, 12 Eylül 2010 referandumu ile yargının kuşatması tamamlanmış ve yargıyı teslim alma operasyonu başarıyla sonuçlanmıştı.
Daha doğrusu öyle sanılıyordu. Biz de öyle sanıyorduk Tayyip Bey de.
Aslında, yargı bağımsızlığı kalktığına göre öyle sanmakta haksız değildik.
Ama Tayyip Bey kısa bir süre sonra yanıldığını anladı.
Yargı bağımsızlığı ortadan kalkmıştı ama yine de matlup hasıl olmamıştı.

***

Tayyip Bey için yargının bağımlı olması yetmiyordu ama önemli olan yargının kendisine bağımlı olmasıydı ki, gelişen olaylar onun tam olarak sağlanamadığını ortaya koydu.
HSYK değişikliği sayesinde bağımlı yargı sağlanmıştı ama bu bağımlı yargının dizginleri Tayyip Bey’in değil, cemaatin elindeydi.
12 Eylül referandumunun getirdiği yeniliklerden biri de 12 Eylül anayasası ile kapatılmış bulunan Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun yeniden açılmasıydı.
Tabii Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini artıran böyle bir düzenlemeye, aslında anayasal denetim kavramına tümden karşı olan Tayyip Bey’in önayak olması çok şaşırtıcıydı.
Ama Anayasa Mahkemesi’nin oluşumunu da iktidar lehine “düzelten!” değişikliklerle, denetim altına alınmış görünen yüksek mahkemeye kişisel başvuru, iç hukuk yollarının tümü tükenmeden AİHM’ye (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) başvuru yolunu daha da uzatan bir önlem olarak düşünülmüştü.
Aslında Tayyip Bey’in şu ya da bu şekilde Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerini artıran bir düzenlemeye olur demesi pek tutarlı bir davranış değildi.
Çünkü Tayyip Bey, kararları ne olursa olsun anayasal yargı denetiminin özüne karşıydı.

***

O kadar ki, Tayyip Bey geçmişte, CHP’nin henüz iktidar rotasına sokulamamış Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasını, oyunun kuralları dışına çıkmak ve iktidar üzerinde bir tür vesayet oluşturmak girişimi olarak nitelemişti.
Anayasa Mahkemesi’nin anayasal bir organ olması ve egemenliğin anayasal organlar tarafından kullanılması ilkesinin Tayyip Bey açısından hiç önemi yoktu.
Mademki egemenlik ulusundu “sandık” ürünü olan Meclis çoğunluğunun verdiği karar veya onun yürütmesinin icraatına kimse karışmamalıydı.
Kısacası iktidar üzerindeki anayasal denetim kavramının özüne karşıydı Tayyip Bey.
Oysa, çağdaş demokrasiler artık milli iradeyle oluşan organların da hukuka ve demokrasinin temel ilkelerine uygunluk açısından, denetim altında tutulmalarını öngörmekteydiler.
İşte Tayyip Bey’in anlamadığı husus budur.
Kararları ne olursa olsun,Tayyip Bey “Anayasa Mahkemesi”ne kavram olarak karşıdır, meğer ki bu sonuncu herkes gibi iktidara biat edip sözünden milim sapmayan bir rota izleye...
Durum böyle olmayınca, başbakanın tepkisi büyümektedir.
Ve kimsenin kuşkusu olmasın ki Tayyip Bey Anayasa Mahkemesi hakkında bir “iyilik” düşünmektedir.  

Ali SİRMEN | Tüm Yazıları
Hits: 1599