Demokrasinin seçilmediği seçim!

~ 12.04.2014, Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU ~

30 Mart seçim sonuçları, demokrasinin tescil edildiğini mi, yoksa demokrasinin seçilmediğini mi göstermiştir?

12 Eylül, çoğulculuğu bir tehlike olarak nitelemiş, çoğunlukçu bir yönetim yaratma iradesini esas aldığını açık açık ifade etmiştir. Bunları, yönetimde istikrarın zorunlu koşulu olarak gördüğünü belirtmekten geri durmamıştır.

Oysa demokrasi, çoğunluğun istibdadına dönüşmemelidir. Çok seslilik, uzlaşı ve hoşgörü üzerine yapılandırılmalıdır. Hak ve özgürlüklerin etkin kullanıldığı bir ortamı yaratmalıdır.

12 Eylül, demokrasiyi askıya aldıktan sonra, kendi öngördüğü tanımdaki demokrasiyi uygulamaya sokmuştur.

12 Eylül’ün demokrasi tanımı, özde değiştirilmeden bugüne kadar uygulandığı için, o yapıdan güç alıp, güç aldıkça da kendi gücüne de güç katan iktidar partisi, bu seçimlerde tekrar sandıktan çıkmıştır. Bu sandıktan çıkışın neden ve niçinleri iyi okunup, sonuçları demokratik mücadeleye evrilirse, kuşkusuz bu süreç ancak bu şekilde demokrasi için bir kazanca dönüşecektir. Yoksa seçim ve sandık tek başına demokrasi için yeterli olmadığından, sandıktan çıkan sonuçlara bakıldığında, seçilenin demokrasi değil, despotizmdir.

Bu tablodaki seçimler, demokrasinin varlığı için değil, iktidarın göstermelik meşruiyeti için gerçekleştirilmektedir.

12 Eylül, siyaseti dışlayıp, sakıncalı görüp, sonra da kendine göre biçimlendirmiştir. Siyaset, hala daha 12 Eylül’ün kurallarıyla yapılmaktadır. Bunu yapan 12 Eylül, din konusunda farklı bir davranış sergilemiştir. Bu farklı davranış nedeniyle, inanç alanından çıkan din, sosyal alana, oradan da siyasal alana girmiştir ki, din karşısında siyaset yapılamayacağı da, bu yapıdan beslenen partilerin giderek güçlenmesiyle bir kez daha kendisini göstermiştir.

İktidarda olmayan siyasi partiler, karşılarındaki tabanı çekebilmek için, kendi siyasi kimliklerini öne çekmeme yoluna gitmişlerdir. Kendi ilkelerinin doğruluğunu öne çekip, bu yolla karşılarındaki tabanı ikna yoluna gitmemişlerdir. Kendi kimliklerini bile net ifade etmekten uzak durdukları, kendileri bile olamadıkları için, doğal olarak kazanamamışlardır. Din üzerinden beslenen iktidar partisinin kazandığından hareketle, bu partilerin din üzerinden vermek istedikleri mesaj ise, dini sömüren asıl yapı söz konusu olduğundan, amaçlanan tabanda, hedef kitlede hiçbir sonuç doğurmamıştır. Bu siyasi partileri biraz daha ilkesizleştirmiştir.

Öte yandan oturup konuşmaktan bile uzak durulan önemli bir tablo yine karşımıza çıkmıştır. 12 Eylül sürecindeki baskı ve demokratik olmayan ortam, özde eşitlik ve kardeşlik çizgisi içinde yapılan Kürt siyasal mücadelesini, silahlı alana da taşımış, farklılaştırmıştır. Eşitlikçi sosyalist Kürt siyaseti, yaratılan baskıcı süreç sonrasında dışlanmış, bu alanda özde etnik bir siyaset oluşturulmuştur. Sıkıyönetimin ve olağanüstü halin uygulandığı illeri gösteren haritaların yerini de artık bugün özdeş biçimde, 12 Eylül’den kalan ötekileştirici bir seçim sistemi nedeniyle, bu seçim sisteminin yarattığı haritalar almıştır. Bu durum, Kürt toplumunun kendisini daha etkin ifade etme sürecinin gelişmesi olarak değil, giderek sadece kimlik siyasetine sıkıştırılarak yapılan siyaset nedeniyle, genelden ayrılarak uzaklaştığını ortaya koymaktadır. Artık sağ, sol, gerici, ilerici, sosyalist vb her türlü düşünce, etnik ortak paydayı esas alıp, bir kuruluş mücadelesi gibi, adeta tek parti yapılanmasıyla ve tek parti kimliğiyle, tek bir siyasi partide buluşmaktadır ki, bu durum hak ve özgürlükler mücadelesinde, söz konusu etnik yapının, kendisini diğer siyasi partilere kapatması sonucunu da doğal olarak doğurmaktadır. Seçim sonuçları bu saptamayı da doğrulamaktadır. Bu tablo, aynı zamanda demokratik ortamda tek sesliliğin farklı bir biçimde gelişmesidir.

Seçimlerin, serbestlik ve eşit yarışma koşulları sağlanarak, tarafsızlıkla, doğruluk ve dürüstlükle içinde yapılması için kurulan YSK’nın, bu koşulların hiçbirisini etkin bir biçimde sağlayamadığına bu seçim sürecinde daha ileri düzeyde tanık olunmuştur.

Ülke genelinde eşit yarışma koşullarının, serbest seçim ortamının sağlanmadan seçimlerin gerçekleştirilmesi, çok açıkça bu seçimlerin ülkesel düzeyde iptali nedeni iken, TBMM’nde grubu olan dört siyasal partinin de, seçimlerden kendilerinin kazançlı çıktıklarını açıklamaları karşısında, hiçbirisinin ülkesel düzeyde böyle bir başvuruya yönelmediğine, yine ilginç bir biçimde tanık olunmuştur.

Sonuçta ortaya çıkan, bu seçimlerde, demokrasinin seçilmemesi durumu olmuştur ki, bundan kurtulmanın tek yolu da demokratik mücadeledir. Bu nedenle, demokratik ortamı etkin kılacak, demokratik duyarlılığı artıracak ve örgütleyecek bir mücadele öne çekilmelidir. Kendiliğinden ortaya çıkan Gezi süreci, bu yönleriyle seçim öncesinde iktidarı korkutmuştur. Halk, demokratik mücadelesini, siyasal partilerin etkin olmayan tutumu nedeniyle, doğrudan örgütsüz biçimde kendisi ortaya koymuş, bu hareket ortaya çıktıktan sonra bile partiler, bu süreçte etkin biçimde yer alamamış, seçim sonuçları da bunu ayrıca yansıtmıştır. Demokratik mücadelenin örgütlü yapılması, onun etkinliğini ortaya koyacaktır ki, siyasi partiler bu tabloyu iyi okuyamamışlardır.

O halde demokratik ortam mutlaka var edilmelidir ama seçimleri de, demokrasiyi seçmenin ve korumanın yolu yapacak etkin bir örgütlü demokratik mücadele de öne çekilmelidir.

 

 

Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1114