Hukuksuz Hukuk Fakülteleri...

~ 10.03.2014, Ahmet CEMAL ~

Evet, yanlış okumadınız: Hukuksuz hukuk fakülteleri!
Çünkü ülkemiz, hem de uzunca bir zamandan bu yana, bir “ilk”e daha imza attı. Hukuk düzeni neredeyse tümüyle çökmüş, adalet düşüncesinin acı bir alaya dönüşmüş olduğu bir ülkede her akademik yıl onlarca hukuk fakültesi binlerce hukuk öğrencisine “hukuk eğitimi” vermekte.
İçinde bulunduğumuz akademik yıl son bulmadan bir gün üşenmeyip birkaç hukuk fakültesine gizlice girmeyi ve hukuk adına nelerin nasıl okutulduğunu izlemeyi istiyorum! Özellikle son yedi sekiz yıldır toplumu derinden etkileyen ve ilgilendiren bütün büyük davaların hukuk adına korkunç birer trajediye dönüştüğü bir ülkede hukuk hocalarının ne yapmakta olduklarını yakından görmek istiyorum.
Evet, acaba ne gibi söylemler kullanıyorlar öğrencilerine hukuktan ve adaletten söz ederken? Acaba her cümlelerine “Bir zamanlar…” ya da “Eskiden…” diyerek mi başlıyorlar? Örneğin: “İnanın, bir zamanlar bu ülkede de hukuk vardı ve o hukuk, adalet düşüncesinin güvencesiydi” mi diyorlar? Ya da çok daha “eleştirel” bir tutum takınarak şöyle mi sesleniyorlar: “Şimdi sizlere, bu ülke gelecekte yeniden bir hukuk devleti olduğunda uygulanacak olan hukuk düzeninden söz etmek istiyorum…”
Evet, başbakanının bile, yargının devamına izin vermediği bir resmi yapı için: “Güçleri yetiyorsa gelip yıksınlar! Ben orayı açarım da içine girip otururum da!” diyebildiği, hem de bunu öyle gizlice falan değil, açıkça, meydanlarda vatandaşlarının yüzüne baka baka söyleyebildiği bir ülkenin hukuk fakülteleri ne diyorlar? Her şeyden önce üniversitelerin, yani bir “evrenselliğin” parçaları olduklarını düşünerek, örneğin: “İsterlerse, güçleri yetiyorsa beni üniversiteden atsınlar! Ben size yine de gerçeği söyleyeceğim: Bu ülkede artık hukuk diye bir şey yok, ve benim size burada, bu kürsüden hukuk adına anlatacaklarım, ancak ileride, bu ülke yeniden bir HUKUK DEVLETİ olduğunda geçerlik kazanabilir!” diye mi sesleniyorlar?
Sizce, böyle mi diyorlar?
Bence hayır. Büyük çoğunluğu böyle demiyor. Görevini falan bırakmayı da düşünmüyor. Çünkü o büyük çoğunluğu oluşturan hocaların tek düşünceleri hep “akademisyen” kalabilmek; doçentliklerini, profesörlüklerini, dekanlıklarını, rektörlüklerini yitirmemek! Çünkü onlar, ancak bu unvanlarla ve mevkilerle “biri” olabiliyorlar, ancak bu unvanlarla ve mevkilerle o biri’lerine “benlik” kazandırabiliyorlar.
Peki, ya bilim adamlığının onuru?
Bir zamanlar faşist bir darbenin ertesi günü alelacele senatolarını toplayıp darbeyi onaylayan, ardından da başdarbeciye “hukuka yaptığı üstün hizmetlerinden ötürü” fahri hukuk doktoru unvanı verebilmiş üniversitelerin bulunduğu bir ortamda “bilim adamlığının onuru” nasıl bir değer taşıyabilir ki? 

Ahmet CEMAL | Tüm Yazıları
Hits: 1211