Kitaplar Gerçekten de Patlar...
Sayın Başbakan, yurtdışındaki bir toplantıda, “Neden kitap toplatıyorsunuz” şeklindeki bir soruya, “Kitapları ben toplatmadım” diye cevap verdikten sonra, eklemiş: “Bombayı kullanmak suç ama bombanın hazırlanmasındaki malzemeleri kullanmak da suçtur.”
Yakın geçmişteki olay hatırlandığında, anlamı yorum gerektirmeyecek kadar açık bir benzetme. Cevaptaki “bomba”, “kitaplaşmış kitap” oluyor; “bombanın hazırlanmasındaki malzemeler” ise henüz kitaplaşmamış olan kitaba girmesi öngörülen yazılar. Gerçi burada, olası “kötü niyetli” kişiler bağlamında bir sakınca yok değil. Çünkü “birileri” çıkar, şu “malzeme” sözcüğünün çatısının altına bilgisayarları, hatta yayınevlerinin mekânlarını bile yerleştiriverir.
Benden söylemesi.
Her neyse. Benim asıl muradım başka. Ben, biraz da şu ünlü “teşbihte hata olmaz” sözüne sığınarak Sayın Başbakan’ın kitap ile bomba arasında kurduğu ilişkiye değinmek istiyorum.
Özellikle belirtmek isterim ki, bu benzetmeyi çok tuttum! Çünkü niye yalan söyleyeyim, daha ilk okuduğum anda -kendimi alamayıp birkaç kez okuduğumu da belirteyim- düşüncelerim beni zorla tarihte bir yolculuğa çıkardı. Ve bu yolculuk sırasında ilk yaptığım şey, bütün insanlık tarihi boyunca erişilen uygarlık doruklarının hepsinin öncesinde, büyük kitap patlamalarının gerçekleştiğini saptayıp buna şükretmek oldu. Evet, insanlık tarihi boyunca uygarlık, hep kitapların yeterince patladığı toplumlarda filizlenmiş. Bu patlamaların seyrekleşmesi veya kimi zaman hiçlik düzeyine yaklaşması ise her zaman gerilemelerin göstergesi olmuş.
Tarihe yaptığım bu yolculuk sırasında, adlar geçti aklımdan. Ve o adların çevresinde kümelenen, “bomba gibi” sorular. Örneğin bir İbni Rüşd. Yani, bugün hâlâ antikçağ Yunan felsefesinin metinlerinin Batı’daki yeni basımlarına yorumları eklenen İslam felsefecisi. Ve sordum: Bir İbni Rüşd’ün eserleri “patlamasaydı”, İslam felsefesi nerede olurdu? Yeterince olur muydu?
Sonra adına bugün Rönesans dediğimiz o büyük uyanışı ve onu gerçekleştirenleri hatırladım. Bir Dante’nin “İlahi Komedya”sı, bir Boccaccio’nun “Dekameron”u, bir Erasmus’un “Deliliğe Övgü”sü, bir Cervantes’in “Don Quichote”si, bir Shakespeare’in bütün eserleri... Kafamdaki soru hep aynıydı: Bütün bu kitaplar, eserler “patlamasalardı”, Rönesans, yani ortaçağı izleyen o görkemli “Yeniden Doğuş” gerçekleşebilir miydi?
Yolculuğumu iki, üç yüz yıl ileriye doğru sürdürdüm. Aydınlanma Çağı’nın eteklerine vardım. Avrupa’da akılcılığın ve laikliğin en kesin zaferinin kazanıldığı iklimlerin kokusunu almaya çalıştım. Aydınlanma’nın bugünkü mirasını düşündüm. Ve yine sordum: Bir Rousseau’nun, bir Voltaire’in, bir Montesquieu’nun kitapları “yeterince güçlü” patlamasalardı, 18. yüzyılda Aydınlanma diye bir hareket ve Büyük Fransız İhtilali diye bir olay düşünülebilir miydi?
Ve sonra elbet 20. yüzyıl, yani Sel Yayıncılık’tan çıkan o nefis kitabın başlığında dendiği gibi, -“İsyankâr Yüzyıl”- adları buraya sığdırılamayacak onca “isyankâr”ın elinden çıkma kitaplar birer bomba gibi patlamasaydı, insan düşüncesi bugün nerede olurdu?
Toplumların uygarlaşması bağlamında asıl soru, kitapların birer bomba olup olmadıkları değildir. Her kitap, bombadır. Asıl soru ise şudur: Bu bombalar, her zaman yeterince patlatılıyor mu?
(Cumhuriyet 15.04.2011)
Hits: 1791