Her şey kitabına uyar ama

~ 27.02.2014, Nazım ALPMAN ~

Vicdanlardaki montaj!

Türkiye’nin şahane gündemi Hollywood dizilerinden aşağı kalmıyor. Yok, artık bu kadarı da olmaz denilen her şey düzenli olarak hayatımızın içine giriyor.
Son bombamız Başbakan Tayyip Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan’nın 17 Aralık 2013 sabahı büyük yolsuzluk operasyonunun başladığı saatlerde yaptığı telefon konuşmaları…
Başbakan’ın dinlenmesi mümkün olmayan ya da öyle bilinen kriptolu telefondan oğluna söyledikleri, 24 Şubat 2014 günü mesai saatinin bitiminden sonra internet ortamına konuldu. Ve kızılca kıyamet koptu!
Başbakan Erdoğan son derece yavaş sesle konuşuyor. Evdeki paraları “sıfırlaması” için oğluna talimatlar veriyor. Başbakan’ın kısık sesle konuşup, oğlunun yüksek sesle yanıt vermesini Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, “montaj kanıtı” olarak takdim ediyor:
-Biri yavaş konuşup, diğeri bağırmaz!
Oysa tam da bu olur telefon konuşmalarında… Biri karşısındakinin sesini duyamayınca kendisinin de duyulmadığı sanısıyla sesini yükseltir!
Başbakan ve yakın çevresi (bütün AKP değil) bu konuşmanın montaj ve kurgu olduğunu iddia ediyorlar.
Ortada sadece bu konuşmadan ibaret bir skandal olsaydı, inandırıcılık katsayısı yükselebilirdi.
Ama öyle değil ki!
Başında bulunduğu Hükümet’in dört Bakan’ı “yolsuzluk iddiaları” yüzünden görevden alınmış. Başbakan da “içimizdeki çürükleri temizledik” demiş. O “çürüklerden” Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar “ne yaptımsa Başbakan’ın talimatlarıyla yaptım” dedikten sonra kılıcını saplamış:
-Başbakan da istifa etsin!
Bakanların çocukları hapiste… Evlerinde para kasaları çıkmış. Bakan “oğlumun gözaltına alındığını medyadan öğrendim” dedikten sonra bunun yalan olduğu ortaya çıkmış. Operasyon sırasında “evde ne kadar para var?” diye sorup öğrenmiş. Oğlundan ziyade paraların akıbetiyle daha çok meşgul olmuş.
Devamlı olarak “Türkiye zenginleşiyor” diyorlardı. Meğerse öz yaşamsal konuşuyorlarmış!
Yöneticilerin evleri haramilerin mağaralarına dönmüş!
Başbakan Erdoğan devamlı olarak “alçaklık” diyor. Siyasi geçmişini silip atan geleceğini de büyük bir riske sokan “Paralel Devlet” adını taktığı örgütlenme için tek suç duyurusu yapmıyor, kişisel dava, maddi manevi ve ceza davası açmıyor.
Kendisine yönelik somut suçlamalara karşın afaki nutuklarla karşılık veriyor:
-Bunlar bunu da yaptılar!
E, tamam o zaman sen de hukuk devletini devreye sok, haklarından adalet gelsin!
Emniyet Teşkilatının yarısından fazlasını hallaç pamuğu gibi atabilen, Hâkimler ve Savcılar Kurulu’ndan başlayarak beğenmediği bütün savcıları, hâkimleri istediği yere gönderen bir hükümet var. Kendisine yönelik günlük gelişmelere göre jet hızıyla yasal düzenlemeler yapan “Sağlam İrade” kendisini sadece sözle savunuyor.
Tuhaf değil mi?
Bütün siyasi enstrümanlarını “çoğunluk” kalıbına yerleştiren Başbakan her şeyi kitabına uydurabilir! Oğlu ile konuşmasını “montaj” kabul ettirebilir. Ama ortada kocaman bir soru çengeli asılı kalacak:
-Vicdanları da montaj haline getirebilecek misiniz?

***

 Ver parayı öldür Kürt’ü!

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 2004 yılında Mardin Kızıltepe’de güvenlik güçleri tarafından evinin önünde babasıyla birlikte öldürülen 13 yaşındaki Uğur Kaymaz Davası’nda Türkiye’yi yaşam hakkını ihlal etmekten suçlu buldu.
AİHM Türkiye’yi Kaymaz Ailesine 70 bin avro ödemeye mahkum etti.
Diyarbakır’ın saygın gazetecilerinden Faruk Balıkçı’nın bu önemli haberi Hürriyet gazetesinin iç sayfalarında tek sütun olarak yer aldı. Haberin içinde “güvenlik kuvvetleri tarafından öldürülen” cümlesi de yoktu. Sadece “öldürülen” denilmişti. Faruk asla böyle bir eksiklik yapmaz!
Diyeceğim o ki, Türkiye’nin kan gölüne dönmesinde büyük medyanın affedilmez suçu vardır. Kamuoyunu devletin istediği gibi yönlendirdiler. Tıpkı şimdi “Tayyip Medyası’nın” yaptığı gibi…
Bu “kirli habercilik” hâlâ devam ediyor. Hele söz konusu Kürtlerse!
-Ver parayı öldür Kürt’ü!

Nazım ALPMAN | Tüm Yazıları
Hits: 1496