Küçükken mandolin çaldım, yetmez mi?

~ 24.02.2014, Kemal OKUYAN ~

Gazetede yazarken anlaşılır olmaya, her şeyi değil, odaklandığım konuyu deşmeye, okurun yeni sorular sormasını sağlamaya çalışıyorum. Malumat tokuşturmak, bilgi pazarlamak gibi bir kaygım hiç olmadı. Öte yandan, bilmediğim alanlarda kalem oynatmaktan, arkasını dolduramayacağım iddiaları dillendirmekten hep çekindim.

Boş konuşmadığımı göstermek için yazıları alıntıya boğmayı, artık herkesin kısa sürede ulaşabileceği verileri alt alta sıralamayı, yuvarlak ve ortalamacı laflar edip kendimi garantiye almayı korkaklık olarak değerlendirdim.

Yazarsınız, okur beğenir, yararlanır ya da hoşlanmaz, karşı çıkar. Yazdıklarınızın bir karşılığı yoksa, yazmazsınız, yazdırmazlar da…

Arada, seyrek de olsa, sanatsal yaratıcılık üzerine, özellikle de sanat-siyaset ilişkisi üzerine yazıyorum. Önemsediğim için. Bir de güncel siyasetin az ötesine geçmek beni de rahatlatıyor.

Meğer buna hakkım yokmuş!

Sanatçı değilmişim, eleştirmen değilmişim, zaten bu işlerden herkesin anlaması da gerekmezmiş, cehalet kötü şeymiş…

Ayıp değil ya, ben bazı mecraları hiç izlemiyorum. Her yayını, her platformu takip etmeye kalkarsanız, kıpırdayamazsınız zaten. Ama kaçış mümkün değil, internet diye bir olay var, illa birileri burnunuza sokuyor. O zaman yazmış olduğunuz bir yazı üzerine hangi tartışmaların döndüğünü görüyor, şaşırıyorsunuz. Bu defa da öyle oldu, soL’da Haziran direnişi ve sanat üzerine yazdığım yazı nedeniyle “bilgisizlik”le yaftalandığım gibi, sanatla olan ilişkimin de bir güzel sorgulandığını öğreniverdim.

Halbuki küçükken mandolin kursuna gitmiştim. Blok flütü elime almışlığım da vardır. Siyasi hayatın yoğunluğuna rağmen, fırsat bulup Gorki’nin Ana’sını, London’ın Demir Ökçe’sini okudum gençliğimde. “Best of Mozart” yıllardır en sevdiğim eser olarak kaldı.

Yetmiyor mu?

Sanat camiasına azıcık sokulabilmek için ne yapmam gerek? Ruhsat alabileceğim bir mercii yok mudur? Kimlerle arkadaşlık etmeliyim? Lütfen yol gösterin!

Bu alt edilemeyen kibire yakından bakmak istiyorum. Laf aramızda, aydın despotizminden nefret ederim. Hep modern, aydınlanmacı ve kentli bir siyasi hareketin içinde olsam da, bilgi ve yeteneğin züppelik ürettiği her örnekte içimdeki avamın uyanışından zalimce bir haz duydum.

Eğer sanatı, santaçıyı fetişleştirme girişimi varsa, çubuğu öbür tarafa bükmek gerektiğini düşünürüm. Kabalıksa kabalık, nobranlıksa nobranlık!

Sanat, “büyücülük”tür. İnsan üzerinde, toplumsal ilişkiler üzerinde özel bir etki yaratıyorsunuz. Öte yandan “büyü” diye bir şey gerçekte yok. Bu işlerin bir matematiği var, tekniği var ve en önemlisi, insanları hangi doğrultuda etkilemek gerektiğine dair temel bir mesele var.

Bütün bunlarla bir siyasetçi olarak ilgilenmek zorundayım elbette. Kendisini gerçekten büyücü sanıp da, sanatı erişilemez bir düzleme taşımak isteyenlere rağmen, sanatı yeryüzüne indirmek ve bu anlamda sıradanlaştırmak örneğin, siyasetin de konusu.

Uzatmayacağım…

Görülüyor ki, bu konuda daha kapsamlı, daha sert girişimlerde bulunmak gerekecek. Yanlış anlaşılmasın, savunacağımız sanata karşı siyaset değildir. Bu anlamda yerin dibine girsin siyaset! Savunacağımız devrimci siyaset ve devrimci sanattır. “Siyasetçi bulaşmasın bu işlere” sözü, cahil ve sansürcü komiser algısı nedeniyle meşrulaşıyorsa, siyaset cephesinden gelecek yanıt, Elif Şafak gibi örnekleri zikretmekten ibaret olmamalıdır. Söz konusu olan devrimse, sanatı siyasetle karşı karşıya getirmek, özerklik deklarasyonunda bulunmak kadar anlamsız bir davranış düşünülemez.

Bir sürü paçozluk sanat diye yutturuluyorsa, siyaset çürümenin dibi haline geldiyse, devrim mücadelesinde sanat ve sanatın devrimcileşmesi elbette tartışılacak. Tartışmalıyız…

Konu üzerinde çalışan arkadaşlarım var, ben de ciddi ciddi bir kitap yazıyorum.

Kimden izin almalıyım acaba?

 

SOLHABER

Kemal OKUYAN | Tüm Yazıları
Hits: 1303