Ankara'da seçim sonuçları belli!

~ 15.02.2014, Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU ~

Yerel seçimler nedeniyle siyasi partiler aday gösterme arayışına boğuldular. Amaçları doğal olarak, seçimleri kazanmak. Ancak siyasi partiler kendi siyasetlerini güderek değil de, her ne yolla olursa olsun kazanmayı amaç edindikleri için, kendilerine her yolu meşru görür oldular.

İktidar mensupları hakkında yolsuzluk iddiası ayyuka çıkmış olsa da, ola ki muhalefetin adayları hakkında da iktidar partisi eski defterleri ortaya döker diye, seçim öncesinde iktidar aleyhine TBMM’deki süreci başlatacak 55 imza hiçbir muhalefet partisinden bir türlü ortaya çıkamıyor. Nedeni sorulunca ise, “fezlekeler TBMM’ye gelmedi” gibi olmadık gerekçelerle, herkes ayakta uyutuluyor!

Seçim kazanmak tek amaç görüldüğü için, partiler artık adaylarını, örgütlerinden veya kendi düşüncelerinden olanlar içinden arayıp bulma zorunluluğunda hissetmiyorlar kendilerini. Çoğunluğu yansıtan eğilim nerede veya hangi partide yoğunlaşıyorsa, herkes kendi partisinden olsun veya olmasın oraya gidip etkin adayı oradan bulup getirme telaşı içinde. Artık ithal adaylarla yapılan bir siyaset dönemi.

Demokrasilerde neden siyasi partiler olmazsa olmaz. Tabii ki örgütsüz bir demokrasi düşünülemediğinden. Demokrasiyi yaşatacak bu örgütlerin de, kuşkusuz mutlaka bir siyasetlerinin olması gerekiyor. Siyasi haklar olan seçme ve seçilme hakları da, bu yapılar üzerinden kullanılınca demokrasi yürüyebiliyor. Bu örgütler üzerinden yapılan faaliyet ve mücadele ile de, halk yönetime katılıyor, kendisini temsil ettiriyor ve yönetiyor.

12 Eylül döneminde halka, “her şeyi sizin adınıza biz yaparız” diyen darbe yönetimi, bu nedenle bütün siyasi partileri faaliyetten alıkoymuş, sonra kendi anlayışını yansıtan siyasi partiler yasasını çıkartınca da, siyasi partilere artık “buyurun bu yapı içinde faaliyette bulunabilirsiniz” demişti. İşte çıkışları ve faaliyet alanları böyle olan siyasi partiler de, kendilerini 12 Eylül kalıbından kurtaramayıp, tabandan değil tepeden hareket ederek, hâlâ 12 Eylül kurallarıyla siyaset yapmaya ve faaliyette bulunmaya devam ediyorlar.

Bu seçimlerde, ana muhalefet ve muhalefet partilerinin söylemlerinde; siyasi çizgilerin olmaması veya geri planda tutulması, toplumun ayrıştırılmadan faaliyette bulunulması, aday gösterme konularında da bunlara dikkat edilmesi gibi ifadelere sıklıkla yer verdiklerini gördük. Kuşkusuz siyasi partiler herkese seslenmek durumundalar, ama herkese seslenmenin koşulu herhalde kendi siyasi görüş ve düşüncelerinden vazgeçmemek olmalı...

Baktığımızda artık siyasi partilerin, kendi siyasetlerinden net olarak uzaklaşma amacı taşıdıkları ve bunu da öne çıkarma içinde oldukları açıkça görülüyor. Din karşısında siyasetin etkin olamaması nedeniyle de her siyasi partinin ve adaylarının az veya çok dinsel söylem ve sömürüden uzak durmadıkları da ortada. İşte İstanbul örneği.

Bu gibi durumlar siyasi partileri, siyasetin kalmadığı partilere, yapılara, örgütlenmelere dönüştürmüş. Örneğin, nasıl olsa herhangi bir düzeyde hak sahibi iken; ne tür olursa olsun hak sahibi olmak yeterli, ayrıca seçme veya seçilme gibi siyasi haklara ne gerek denilebilir mi? Gelinen durum böyle işte. Artık siyaset alanının dışına çıkan, siyasetin dışında yapılanan, yani torba partiler ortalıkta. Her düşünceden herkes her partide. Böyle siyaset, böyle seçim, böyle bir siyasi yapılanma olabilir mi. Fazlaya kaçmaması için, bu yapıya dayalı nasıl bir demokrasi sorusunu da sormayalım.

Ankara örneğini ortaya koyarsak ki, “diğerlerinde durum çok mu farklı” demekten de uzak durmayalım, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığını, 2009 seçimlerini de kazanarak dört dönemdir yapan kişiyi, muhalefet veya anamuhalefet partisi bir önceki dönemde 2009’da “yeter ki seçimi kazanalım” diyerek, kendi partilerinden aday gösterirler miydi acaba! Bu durum, kendi anlayışına yakın olması nedeniyle MHP yönünden sorun olmaz ve rahatlıkla gösterirlerdi denilebilir! Peki anamuhalefet partisinin bugünkü adayının kimliğini de gözetince, 2009 da anamuhalefet partisi bugünkü bakış açısıyla aday gösterseydi önüne etkin isim olarak Gökçek çıkacağından, Gökçek’i transfer etmekten ve aday göstermekten geri durmayabilecekti denilebilir o zaman! Bugünkü aday gösterme anlayışıyla 2009’a bakınca, işte seçime katılan ne kadar farklı partiler söz konusu olsa da, ortadaki tablo ve çaresizlik ne kadar sırıtıyor değil mi.

Bugün Ankara’da CHP ve MHP’nin anakent belediye başkan adayları, aynı anlayıştan, aynı tabandan geliyor! İktidar partisinin adayı ise, geçmişte dört eğilim diye sunulduğu için MHP’yi de içinde barındıran 12 Eylül ürünü ANAP’tan gelen bir kişi. Yarınları değil de günü kurtarmak isteyince, seçimde ilk üç sırada sunulan adaylar veya ilk üç sıradaki partilerde durum böyle! Bu tabloda seçimi kimin kazanması gerçekte neyi değiştirecek ki. İstanbul’daki durum da bir başka görüntüyle karşımızda ve Ankara’daki tablodan çok da farklı nitelik taşımıyor.

Net olan bu seçimlerde iktidar partisinin karşısına, gerçek kimlik, gerçek yüz ve savunulan söylemlerle çıkılmama gibi bir yola sapılabilmesi. Demek ki siyasette etik diye bir şey kalmamış, herkes yeter ki kazanayım da nasıl olursa oldun diye kendi kimliğini bile görmezden geliyor ya da gerçek kimliğini gösteriyor veya gerçek kimliği ortaya çıkıyor! Bu tabloda kazanan da kaybeden de belli değil mi. Kazananın hangi tabela altında kazandığı bir şey değiştiriyor mu! Bu durum bize kimliğimizi sorgulattırmıyor ve kaybettirmiyor mu!

Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1209