Türkiye Cemaat'e büyük geldi

~ 03.04.2011, Kadri GÜRSEL ~

Gülen Hareketi’nin bir dünyası var, bir de Türkiye’si.   Gülen Hareketi’nin dünyada ön plana çıkan yüzünde yaygın okullaşma ve kültürlerarası diyalog faaliyeti görünüyor.
Türkiye’de ise Gülen Hareketi, AKP iktidarı döneminde ve hele de şu son üç yıldır devlet içindeki örgütlenmesi ve giderek artan oranda siyasallaşmasıyla ön planda...
Cemaat, KCK ve Balyoz’da ama özellikle de Ergenekon süreçlerindeki istekli ve saldırgan tutumuyla, kıyasıya verilen bu iktidar mücadelesinin öncü gücü gibi hareket ediyor.
Bugün herkes artık şunu kabul ediyor: Gülenci kadroların saldırgan ve hırslı aktivizmi olmasaydı bu seçilmiş iktidar, askerleri ve onların sivil müttefiklerini “savaş dışı” bırakamazdı. Ergenekon ve Balyoz süreçleri sonucunda gerçekleşen tam da budur. TSK içindeki vesayetçi unsurlar bu savaştan, kurumlarının da çok ağır bir itibar kaybına uğramasına neden olarak yenik çıkmışlardır.
Galipler ise bu kavgayı demokrasi ve hukukun üstünlüğünü temin etmekten ziyade güç ve iktidar için verdiklerinden, hukuku ve usulü boş verip sonuca odaklandılar. Onlar istedikleri sonuca ulaşırken hukuk mevhumu ağır bir tahribata maruz kaldı.
Kavganın nedeni devlet ve iktidar olduğu içindir ki galiplerin kazandıkları yerde durmalarını beklemek saflıktı.
Gülenci kadrolar bu kez kendi özel gündem ve hesaplaşmalarına öncelik verdiler. Hanefi Avcı’nın sol bir terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklanması, Cemaat’in özel hesaplaşması açısından bir dönüm noktasıdır.
Ondan sonra olanlar, Oda TV operasyonu, gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmaları hep bu mikyas üzerinden okunmalıdır.
Bu özel gündem takibi, “İmam’ın Ordusu” adlı basılmamış kitabın peşine düşülerek yapılan baskınlarla birlikte, ancak saplantılı totalitarizmlerin pençesindeki ülkelerde geçebilecek türden bir “thriller” öyküsünü andırmaya başladı.
Bu noktada, “küresel Cemaat” ile “yerel Cemaat” arasındaki denge rasyoneli üzerinde durmak istiyorum.
Cihanşümul örgütlenmelerine, “barış ve diyalog” mesajının yaygın erişimine, şiddet, baskı ve aşırılığa karşı kendilerini dünyada “İslam’ın ılımlı yüzü” olarak başarıyla konumlandırmalarına bakarak, Cemaat’in vizyon ve hedeflerinin Türkiye’yi çoktandır aşmış olduğunu düşünmekteydim.
Dolayısıyla, dünyadaki meşruiyet gereksinimleri ve imajlarının onlar için, Türkiye’deki iktidar kavgalarında yapıp ettiklerine kurban verilemeyecek kadar değerli olduğunu da varsayıyordum.
Ve dünyada hamili oldukları bu değerleri yitirmemek için, akıl ve izan sahibi iseler, Türkiye’de kendilerine bazı kırmızı çizgiler çizmiş olabileceklerini tahayyül ederdim.
Basın özgürlüğünü çiğnememek gibi mesela...
Aksi takdirde içinden çıkıp dünyaya yayıldıkları Türkiye, onlar için tüm dünyalarını ve o dünyada vücuda getirdikleri değerleri içine çekerek yutan bir “imaj ve meşruiyet kara deliği”ne dönüşebilirdi.
Gülen Hareketi, tüm dünyada takdir uyandıracak bir yaygınlığa erişerek tabiri caizse dünyayı “küçülttü”. Ama Türkiye’nin hem kendileri hem de bu ülkede yaşayan diğer tüm kesimler için tek başına sahip olunamayacak kadar büyük bir ülke olduğunu hâlâ anlamamışa benziyorlar.
Şimdi bakınız, Cemaat’in adı “İmam’ın Ordusu” adlı, olmayan kitabı silmek için yapılan acayipliklerle birlikte anılmaya başlandı tüm dünyada.
Bu bir “kara delik” uyarısı olarak algılanmalıdır.
Dünyada barış ve diyalog mesajı veren bir cemaat, Türkiye’de baskıcı ve otoriterleşmeci uygulamaların arkasında yer alarak o dünyayı riske atıyorsa, biz de “Dünyaları gerçekten de çok küçükmüş” diye düşünürüz bundan sonra.

(Milliyet 03.04.2011)

Kadri GÜRSEL | Tüm Yazıları
Hits: 1926