Yargılanmaya değil, hesap sormaya gidiyoruz

~ 23.12.2013, Yeni Yaklaşımlar ~

9’u tutuklu 22 ÇHD'li avukat ögüt yöneticisi ya da üyesi olma suçlamasıyla yarın hakim karşısına çıkacak. 622 sayfalık iddianame savcılık “avukat-müvekkil” ilişkisini doğrudan suç kapsamında değerlendirrken, avukatları müvekkilleriyle özdeşleştiriyor. Halkın avukatları "yargılanmaya değil, hesap sormaya gidiyoruz” diyor

 

Yargılanmaya değil, hesap sormaya gidiyoruz
Okuyucu Modunu Aç Yazıyı Büyüt:

ÜMİT ALTAŞ

ÇHD ve Halkın Hukuk Bürosu avukatlarının duruşması 25 Aralık’ta başlıyor. 9’u tutuklu 22 avukat terör ögütü yöneticisi ya da üyesi olma suçlamasıyla yargılanacak. 622 sayfalık iddianameye bakıldığında, savcılığın “avukat-müvekkil” ilişkisini doğrudan suç kapsamında değerlendirdiği, avukatları müvekkilleriyle özdeşleştirdiği görülüyor. Diğer deyişle ÇHD Davasında yargılananın bizatihi “avukatlık” olduğunu söylemekte beis yok. Söz sadece, kendilerini değil “savunma”yı da savunan, bunu da “yargılanmaya değil, hesap sormaya gidiyoruz” sözleriyle açıklayan devrimci avukatlarda...    

BEKLİYOR MUYDUNUZ?

ÇHD, KCK ve benzeri bir çok siyasal davada en merak ettiğim soruların başında, tutuklanan kişilerin bu tip operasyonların mağduru olacaklarına dair bir beklentilerinin olup olmadığıydı. Silahlı eylemlerde bulunan bir kişiye bu soruyu sormak saçma olabilir.  Fakat bu soruyu, avukatlık faaliyetleri nedeniyle terör mahkemelerinde yargılanan bir avukata sormamız halinde, gelecek cevap demokrasimizin de ahvalini gösterebilir.  Söyleşiye  bu saik nedeniyle “bekliyor muydunuz?” sorusu ile başladık. Kandıra Cezaevi’nde kalan erkek avukatlar , avukat-müvekkil görüşme odalarının etrafının cama dönüştürülmesi ve konuşulanların  rahatça görevliler tarafından duyulabilmesinin hukuka aykırı olması nedeniyle  bir süredir görüşmelere çıkmıyorlar. Bu nedenle söyleşimizin belirli kısımlarında onlarla daha önce yaptığımız görüşmelerden kaydettiğimiz alıntıları kullandık.

Taylan Tanay: Bekliyorduk. Herkesin ciddi bir tehdit altında olduğu bir ortamda ezilenlerin avukatlığını yapanların bu tehditlerden nasibini almaması mümkün mü?


Ebru Timtik:  Evet, bekliyordum. Bu ülkede devrimcilerin davasını takip ediyorsunuz her zaman böyle bir tehdit altındasınızdır.


Betül Vangölü Kozağaçlı: Devrimci avukatlık yapanlar için bu tehlike her zaman vardır. Daha mesleğe başladığım ilk yıllarda Halkın Hukuk Bürosu basıldı ve avukat arkadaşlar gözaltına alındı. Yine mesleğimin ilk yıllarında Baki Erdoğan dosyasına katıldık ve avukatlar olarak doğrudan polis şiddetine maruz kaldık. Polisin öfkesi ve gözaltılar, tutuklamalar her zaman haklar mücadelesi veren biz devrimci avukatlar için bu ülkede sürpriz olmadı. 15 senedir devletin bu hukuksuzluk pratiğini en yakından görüyoruz ve hiçbir zaman kendimizi dokunulmazlık zırhı koyarak bunların dışında görmedik. AKP var olan sistemi değiştirmedi yalnızca aktörleri farklılaştırarak devam ettirdi. Bu sistemde hukuk hiçbir zaman adalet getirmez. AKP’de parçası olan bir şeyi yargılayamaz, bu yalnızca bir görüntü.


Selçuk Kozağaçlı: Durum çok net; bizler sosyalistiz ve egemen oligarşi içinde de kim olursa olsun bugüne kadar her daim sosyalistlerden tiksindiler ve buna da devam ediyorlar.


DAVANIN  SIRADIŞILIĞI

Peki ama,  bu beklenilirlilik  davayı bir anlamda sıradanlaştırmıyor mu?  O zaman ortada sürpriz ve dünden bu güne devam eden yargı pratiğine ters düşen bir durum yok. Selçuk Kozağaçlı,  bu tespite haklı olarak karşı çıkmıştı. Çünkü, ortada müvekkillerine susma hakkını kullandırmalarının ve takip ettikleri davaların suç sayıldığı bir dosya vardı ve bu adliye pratiği açısından bir ilkti.   Bakırköy Kadın Cezaevinde yatan kadın avukatlar da benzer nedenlerle davanın sıradışılığınından bahsederken bir de ufak ekleme de bulundular: Bu dava demokrasi mücadelesine doğrudan yapılmış bir saldırıdır.

Selçuk Kozağaçlı : Sıra dışı hale getiren şey şu: Sosyalistler illegal ve silahlı mücadele yürütmeden defalarca yargılandılar. Sendika faaliyetlerinde de ayrıca mahkeme önüne çıkarıldılar. Fakat tüm yaşamı adliyede geçen, her gün gözlerinin önünde bulunan ve aynı yasaların dili ile konuşan avukatlara yönelik böyle toplu bir dava tarihte ilk kez oluyor.  12 Eylül’de bir sürü avukat örgütlü olmasına rağmen, o dönem hakimler hiçbir zaman “sizi takip ettiğiniz davalardan ve savunma biçimlerinizden dolayı yargılayacağız” demediler. Şimdi ise takip ettiğimiz davalar karşımıza iddia ve suçlama olarak çıkarıldı. Hatta polis, “bizlerin takip ettiği soruşturmalarda şu kadar kişi susma hakkı kulanmış, halbuki diğer avukatların girdiği aynı sayıda dosyada şu kadar kişi susma hakkı kullanmış” şeklinde tablolar hazırlayıp dosyaya koymuştu Bu,  bizlere suçlamaların dayanağı olarak soruldu. Böyle bir pratik daha önce hiç yaşanmadı. Kısacası takip ettiğimiz davaların yanında avukatlık yapma biçimimizi de kendileri belirlemek istiyorlar.


Naciye Demir: Bu dava demokrasi mücadelesine karşı açılan bir davadır. Bize saldırı bu mücadeleyi saldırıdır.


Betül Vangölü Kozağaçlı: Her aşamada, yalnız bizi değil, mücadele eden herkesi itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar, baş eğdirmeye çalışıyorlar, avukatlık yapma biçimini belirlemeye çalışıyorlar.  

POLİS ŞİDDETİ
Davaya ilişkin kamuoyunun en çok konuştuğu hususlardan biri yakın zamanda yayınlanan ve polislerin tutuklu avukatlara zor kullanıp şiddet uyguladığı görüntüler oldu.  Selçuk Kozağaçlı’dan zorla DNA örneği alınması ve Taylan Tanay’dan da aynı yöntemle parmak izi alınmasına ilişkin görüntüleri İnternet medyasında izlemek mümkün. Peki ama polislerin avukatlara böylesine bir şiddet uygulamasının arkasında yatan nedenler neydi? Nasıl böyle bir husumet oluştu. Görüntüleri izlediğimizde Ercan Kanar’ın  yaptığımız söyleşilerde sık sık kullandığı bir kavram aklımıza geldi: Düşmanla savaş hukuku.
 

Taylan Tanay:  Operasyonun tamamında polislerle aramızda tartışma yaşandı.  Hakim önüne çıkarılana kadar tüm süreçte, polis pervasız davrandı.  Emniyet binasına,  arabanın arka koltuğunda ellerim arkadan kelepçeli ve üzerime polislerin oturduğu bir biçimde götürüldüm. Arama, parmak izi, tükürük  alma sırasında çok ciddi şekilde şiddet gördük. Her aşamada polislerin tehdit ve hakaretlerine maruz kaldık.  Bu şiddetin nedeni; Polisin kamuoyuna yansıttığı imajının aksine bizim yarattığımız şiddet uygulayan, hesap vermeyen, işkenceci imajı.


Selçuk Kozağaçlı: Tükürük, parmak izi alırken her aşamada şiddete maruz kaldım.  Çipli yeni pasaport ile Türkiye’ye giriş yaptım. Bunun için alınmış zaten parmak izim kayıtlarda mevcut. Fakat buna rağmen yine parmak izi almaya çalıştılar ve vermeyince de şiddet uyguladılar.


Ebru Timtik: Ben bu nefreti hak ettiğimi düşünüyorum. Onların bugüne kadar yaptıkları, yetişebildiğimiz, her hukuka aykırılığı teşhir ettik, yargıya taşıdık ve takipçisi olduk. “İmdat Polis Hattı” kurduk. Büromuza dinleme cihazı yerleştirdiler, gittik emniyetin önünde açıklama yaptık. İşkence yaptığı herkesçe bilinene polislerin yargılanması için başvurularda bulunduk, basına açıklamalarda bulunduk. Tüm bu yaptıklarımız onların nefretini doğurdu ve biz de bu anlamda onların nefretini hak ettik.
 

11 ÇELİK KAPI-KOZMİK ODA
18 Ocak 2013 tarihinde avukatlar gözaltına alındığında medyada en çok konuşulan konu Başbakan’ın avukatların masum olmadığı ve  bürolarında 11 çelik kapı ve kozmik odanın bulunduğuna dair açıklamaları oldu. Bu konuşmaya dair ÇHD tarafından adil yargılamayı etkilemeye teşebbüsten suç duyurusunda bulunuldu, sonuç malumunuz. ÇHD eski Genel Başkanı Hüseyin Biçer: "Henüz operasyon başında İstanbul Emniyeti tarafından yayılan yalanlara bu kez Başbakan devam etmektedir. İstanbul Emniyet Müdürlüğü arama sırasında çekmiş olduğu görüntüleri kamuoyu ile paylaşsın gerçekleri görelim, demişti. Fakat o görüntüler de yayınlanmadı. İddianame açıklanmadan önce bu soruyu Taylan Tanay’a sormuştuk. Başbakan’ın açıklamaları nedeniyle şaşkındı. Nasıl bu kadar açık ve kesin bir durum hakkında yalan söylenebildiğini soruyordu. Aynı soruyu iddianame açıklanmasından hemen sonra Ebru Timtik’e sorduk. Ebru, Taylan’ın aksine öfke doluydu. İddianame açıklanmış ve Başbakan’ın ifade ettiği kapı ve odanın hiçbiri iddianamede yer almamıştı. Öfkesi, zaten sürpriz olmayan bu durumdan kaynaklanmıyordu. Kendi iddianamelerinde 11 çelik kapı ve kozmik oda lafı hiç geçmezken başka davalarda insanlar bu odada ele geçirildiği iddia edilen belgeler nedeniyle tutuklanmıştı

Taylan Tanay:  (Başbakanın açıklamaları) Tamamen uydurma. Bu konudan Başbakan da bahsetti.  Nerden ve nasıl böyle bir bilgiye ulaştı bilmiyorum. Arama süreci baştan sona kameraya çekildi. Bu görüntülerin izlenmesi tartışmanın ne kadar yalan üzerine kurulu olduğunu net olarak gösterecektir. Tüm bunlara rağmen nasıl olup da bir Başbakan böyle bir açıklama yapıyor, anlamış değilim. Ofiste tek bir çelik kapı var. O da öyle özel bir bir şey değil, çoğu ev ve büroda olan fabrikasyon bir şey. Onu da  5 dakika için de kırdılar zaten.

Ebru Timtik: Başbakanın açık bir şekilde yalan söylediği  ortaya çıktı. Hani nerde çelik kapı. Neden iddianamede ve arama tutanaklarında yok. Hani nerde kozmik oda? Neden iddianame ve arama tutanaklarında yok. Bizim dosyadan sonra memurlara yönelik operasyon yapıldı ve çok sayıda kişi tutuklandı. Tutuklanma gerekçelerinden biri de bizim dosya ile bağlantılı. Dosyamızdaki kozmik odanın olmadığını gösterir arama tutanaklarında imzası olan savcı İdris Kurt,   memurların dosyasında “HHB kozmik odasında ele geçirilenler” diyor. Bu nasıl oluyor sormak istiyorum. Olmayan ve altında da sizin imzanız olan tutanakla sabit olan bir odadan nasıl bir şeyler çıkıyor ve bunlar insanların tutuklanma gerekçesi olarak kullanılıyor. Yapılan operasyonların tüm hukuka aykırılıklarında ne yazık ki savcılar polisle birlikte hareket ediyor.


İDDİANAME


KCK (Basın, Siyaset, Avukat, Akademi…), Ergenekon, Balyoz, Red Hack, Devrimci Karargah, Oda TV, Ezilenlerin Sosyalist Platformu, Demokratik Haklar Federasyonu… Tüm bu başlıklar aşırı dozda sayfaya boğulmuş iddianameler sonucu açılmış davalardan. Toplam klasör ve sayfa sayısını tahmin edebilmek mümkün değil. Yalnızca KCK iddianamesi 2400 sayfa.  Son açıklamalarla birlikte bu başlıkların arasına bir de Gezi Olayları’nın girdiğini öğrenmiş bulunduk. Yaşadığımız bu dönem iddianameler çağı olarak çoktan yerini aldı. ÇHD iddianamesine dönersek, 622 sayfalık bu iddianamenin açıklanması 6 ay sürdü. Yukarıda geçen bir çok davada olduğu gibi bu iddianamede de bir çok hak kullanımı örgüt ile ilişkilendirilip terör eylemi ve propagandası olarak nitelendirildi.  Usul şu; mesela, Güler Zere cenazesine katılmak. Cenazeye katılmak yasalar tarafından suç olarak belirlenmiş mi? Hayır. Fakat Güler Zere, “terör örgütü üyesi”. Bu nedenle o cenazeye katılmak terör örgütü propagandası ve üyeliğinden yargılanma sebebidir. Böyle bir iddianame üzerine hukuk inşa edebilmek ne kadar mümkün? Buradan bir adalet çıkar mı?  Söz ÇHD’li avukatlarda...

Ebru Timtik: İddianame için söylenecek tek şey; hukuki bir garabet olduğudur.


Naciye Demir: Susma hakkını kullandırmak, basın açıklaması yapmak gibi suçlar örgüt üyesi emaresi olarak görülmüş. (gülüyor) Hatta bana Yürüyüş dergisinin teknik sorumlusu suçlaması yaptılar. Ben de onlara teknik değil derginin hukuk sorumlusuyum. Onlar benim müvekkilim. Teknik işinden anlamam, dedim. İddianame çok kötü yazılmış bir senaryo. Tamamen varsayımlardan ve iki gizli tanıktan ibaret. Susma hakkını kullandırdığım doğru, bu bir hak zaten. Gizlilik kararları olan dosyalarda müvekkillerime nasıl dosyaya ilişkin beyanda bulunmasını söyleyebilirim ki. 43 basın açıklamasına katıldığım söyleniyor, eksik yazmışlar daha fazlasına katıldım. Güler Zere ile bağlantım yine dosyada yer alıyor. Ben Güler Zere’nin avukatıyım elbette onun hakkını savunacağım ve yanında olacaktım. Başka şekli düşünülebilir mi?

Betül Vangölü Kozağaçlı: Tamamen boş bir iddianame. 2006’dan beri fiilen avukatlık yapıyorum. O günden bugüne katıldığım basın açıklamalarını ve takip ettiğim davaları suçmuş gibi iddianameye koymuşlar.

Şükriye Erden: Hukuk dışı bir iddianame. Söylenecek bir şey yok.

KAMUOYU


Avukatlara  yönelik ilk toplu operasyon  22 Kasım 2011 tarihinde KCK adı altında yapıldı. Yapılan  operasyonda 48 avukat gözaltına alınırken sorgulama sonucunda  33 avukat yasadışı örgüte üye olmak suçundan tutuklandı. Tutuklamalar sonrası avukat kamuoyundaki temel tartışma noktası bu kadar sayıda avukatın tutuklanmasına rağmen, baroların özellikle de İstanbul Barosu’nun gerekli tepkiyi vermemiş olmalarıydı. Barolar dışında kitle örgütleri de destek konusunda çok cılız kaldılar. İstanbul Barosu başkanı  Ümit Kocasakal baro seçimlerinde kendisine bu yönde yapılan eleştirilere “biz o fotoğraf karesinde yer almak istemedik” şeklinde cevap verdi.  Peki o fotoğraf karesi ile ÇHD tutuklamaları arasında fark neydi? Neden ÇHD tutuklamalarında İstanbul Barosu’nun da içinde bulunduğu çok farklı bir kesim sesini yükseltti?


Naciye Demir: KCK davası direkt Kürt halkına yapılan bir saldırıdır. Biz de ise doğrudan demokratik alana bir saldırı oldu.  Ben Büro Emekçileri Sendikası’nın (BES) avukatıydım. ÇHD olarak emekçi davalarının neredeyse tamamını takip ettik. 1 Mayıs, IMF, Irak İçin Savaşa Hayır tertip komitelerinde yer aldık. Çok farklı kişilerle farklı demokratik alanlarda temasa geçtik beraber mücadele ettik.

Baran Timtik: Elbette birincisi Kürt kimliğine karşı olan düşmanlık ve ırkçı tavır. Çoğu kişi de ne yazık ki bu gizli bir şekilde yer alıyor. Bu sebeple KCK davalarından uzak duruyorlar. Bundan dolayı bir kamuoyu farklılığı var. Fakat bunun dışında ÇHD olarak çok farklı davaları takip ettik ve farklı platformlarda yer alan insanlarla sürekli iletişim halinde olduk. Halkın Hukuk Bürosu için belli bir dava yoğunluğu olabilir, fakat ÇHD için bunu söylemek mümkün değil. ÇHD bu çeşitlilik gösteren pratiği kamuoyunun  farklılığı ve desteğin görece fazla olmasındaki temel etken olduğunu düşünüyorum.

Şükriye Erden: Bunun  ÇHD’nin avukatlık pratiği ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Her türlü hak arama alanında bulunduk ve destekledik.

Betül Vangölü Kozağaçlı: KCK sahiplenilmeliydi. Tüm çağrılarımıza rağmen ne yazık ki yeterince sahiplenilmedi. Sahiplenmek  bir çeşit örgütlenmedir. Örgütlenebilseydik bugün daha farklı olabilirdi. Biz yine bu davalarda en başından itibaren arkadaşlarımızın yanında bulunduk ama ne yazık ki barolar ve siyasi kurumlar olmadı.

DURUŞMA


ÇHD davası 24-25-26 Aralık günleri Silivri’de görülecek. Duruşmanın görüleceği salon Silivri’nin en küçük salonlarından. Tüm Türkiye’den avukatların yargılanan meslektaşlarının yanında olmak için Silivri’ye geleceğini biliyoruz. Bu nedenle duruşmada sadece müdafi olarak hazır bulunacak avukat sayısının bile ciddi bir izdihama yol açması muhtemel.  Avukatlar duruşmanın büyük salona alınması için başvuru yaptılar, fakat yazının yazıldığı ana kadar talebe olumlu bir cevap verilmemişti.  Duruşma gününün hareketli geçeceği ve ciddi bir hukuk tartışmasına sahne olacağının ilk sinyallerini Kandıra’da yaptığımız söyleşide Selçuk Kozağaç vermişti,  “Sen (adliye) benim hukuka aykırı olduğumu söylüyorsun ve beni yargılamaya başlıyorsun. Peki senin hukuka aykırılığın ne olacak. Ortada oynanacak bir hukuk oyunu yok. Yargılanmaya değil, hesap sormaya geliyoruz.” Duruşmada neler olacağını sorusunu bu kez de kadın avukatlara yönelttik.

Ebru Timtik: Gergin bir duruşma olacağı açık. Silivri Cezaevi’ndeki kameralar bu gerginliğin başlangıcı olacaktır. Fakat mahkemede iki ideoloji var. Biz çırılçıplak tüm gerçekliğimiz ve samimiyetimiz ile onların karşısında olacağız. Onlar ise hukuk arkasına sığınıp karşımıza çıkacaklar.

Naciye Demir: Duruşmada iddianameye ilişkin hiçbir şey söylemeyeceğim. Yargılamanın hukuki olmadığını özel yetkili mahkemelerin tarihçesini anlatacağım. Onların iddialarına cevap vermek kendimi kötü hissettirir; henüz benim hukuk bilgim onlara cevap verecek düzeyde değil.   Ben verilecek cezayı göze aldım. Hak ve demokrasi mücadelesi verdim, bundan pişman değilim ve hiçbir şekilde de suçluluk duymuyorum.

Baran Timtik: Bu dava  hukukla ilişkisi olmayan tamamıyla siyasi bir dava. Demokrasi ve haklar mücadelesine bir saldırı. Biz, halkları ve müvekkillerimiz temsil ediyoruz.  Siz neyi temsil ediyorsunuz?  diye soracağız.  Siz ne kadar siyasi iseniz biz de o kadar siyasiyiz. Hukukun arkasına saklanmayı bırakın diye haykıracağız.

Şükriye Erden: Sosyalist kimliğimiz ile orada olacağız. Bir döneme damgasını vuracak bir dava olacak.  Savunmamızı kollektif olarak hazırlıyoruz. Mahkemede devrimci avukatlığı, emperyalizmi, komplo davalarını, ÇHD’yi, Halkın Hukuk Bürosunu hepsini tartışacağız.

Betül Vangölü Kozağaçlı: Duruşmadan önce Cuma günü bizi Silivri’ye götürecekler. Orada koğuşlarda kamera  olduğunu söylediler. Bu kameralar özel alanınızı bile görüntüleyebiliyorlarmış. Bu, hukuka aykırı. Sincan’daki arkadaşlar bu kameraların üzerini kapattılar diye saldırıya uğradılar. Biz de buna karşı çıkacağız ve büyük bir ihtimal ile duruşma öncesinde bu nedenden dolayı şiddete maruz kalacağız.

GEZİ


Son söz Betül Vangölü Kozağaçlı’dan ve Gezi için.

Betül Vangölü Kozağaçlı: Gezi Olayları bize cezaevlerinin dar geldiği günlerdi. Tutuklandığımızdan  o güne kadar hiç kendimizi o kadar “keşke dışarıda olsaydık” duygusunu kaptırdığımız hatırlamıyorum. En heyecan verici de koğuşlardan yükselen “Her Yer Taksim” sloganlarıydı.

***


İDDİANAME

>> Hazırlanması 6 Ay Sürdü

>> 622 Sayfa

>> 9’u tutuklu 22 Avukat Sanık

>>
  İsnat Edilen Suçlar: Anayasal Düzeni Ortadan Kaldırmak, Terör Örgütü Yöneticiliği, Terör Örgütü Üyeliği, Terör Örgütü Propagandası

SUÇLAMALARIN DELİLLERİ:

>> Avukat- Müvekkil Telefon Görüşmeleri ve Mektuplaşmaları

>> Güler Zere Belgeseli

>> İstinabe Yolu ile Teslim Edilen 1997-2003 Tarihli Belgeler

>> Yürüyüş Dergisi

>>  DHKP-C Davalarında Müdafi Olmak

>> Susma Hakkının Kullandırılması

>> Cenaze Törenlerine ve Basın Açıklamalarına Katılmak

>> Suriye’de Toplantılara ve TV Programlarına Katılmak

>> Gizli Tanık

SUÇA DELİL OLARAK KABUL EDİLEN TOPLANTILAR

>> 9. Geleneksel Halk Sofrası Pikniği

>> Dursun Karataş’ın ve Güler Zere'nin Cenaze Töreni

>> Suriye’de Katılınan Tüm Toplantılar

>> Engin Çeber Davası Basın Açıklaması

>> Kızıldere, Gazi, Beyazıt, 19 Aralık Katliamı Anmaları

>>
Hey, Darkman, Roseteks, Akçay Tekstil İşçilerine Destek Eylemleri

>> “Tutuklu Hasta Hükümlüler Serbest Bırakılsın” Kampanyası

İSTENEN CEZALAR


>> Selçuk Kozağaçlı: 21 yıldan- 27,5 yıla

>> Taylan Tanay’a 25 yıl 8 ay- 53,5 yıl,

>> Barkın Timtik ve Oya Aslan: 13,5 yıl- 45 yıl,

>> Ebru Timtik: İki kez ağırlaştırılmış müebbet ve 13 yıl 2 ay- 44 yıl,

>> Betül Vangölü Kozağaçlı’ya 9,5 yıl- 25 yıl,

>>
Güçlü Sevimli’ye 8,5 yıl- 20 yıl,

>> Naciye Demir’e 12,5 yıl- 40 yıl,

>> Özgür Yılmaz ve Gülvin Aydın’a 8,5 yıl- 20 yıl,

>> Günay Dağ’a 13,5 yıl- 45 yıl,

>> Şükriye Erden’e 11,5 yıl- 35 yıl

>>  Güray Dağ, Efkan Bolaç, Serhan Arıkanoğlu, Zeki Rüzgar, Mümin Özgür Gider, Metin Narin, Sevgi Sönmez, Alper Tunga Saral, Rahim Yılmaz, Selda Kaya Yılmaz’a 7,5 yıl- 15 yıl

Hits: 1071