Mısır, Tunus ve Türkiye

"Yeni bir anayasa düzeni", Mısır, Tunus ve Türkiye'nin "ortak arayışı" şeklinde görülebilir. Bir farkla: Mısır ve Tunus, -pek de saygı görmeyen- önceki anayasal düzenlerini yıktılar ve kopma dönemi sonrası düzen, yeni Anayasa ile kurulacak. Türkiye ise, "anayasal düzenin devamlılığı" yoluyla yeni Anayasa düzenini kuracaktı.
Gerçi Türkiye'de kopma dönemleri geride kaldı; ne var ki, yürürlükteki Anayasa'ya saygı açısından, Tunus ve Mısır'ın kopma öncesi durumuyla Türkiye arasında benzerlikler yok değil. Gerçekten, 2013, Anayasanın normatif değerinin en düşük olduğu yıl olarak da ilân edilebilir.
Bu açıdan bakıldığında, gündemi "mutasavver anayasa" ile meşgul etmek, yürürlükteki Anayasa'ya saygısızlığı perdeleme taktiği olarak da görülebilir. Belki de, bunun içindir ki, yürütülen çalışma, inandırıcı bir gerekçe öne sürülmeden sonlandırılıverdi. Üstelik Tunus ve Mısır, Türkiye'den daha saydam sayılabilir: Geçiş dönemi, yani anayasasız dönem. Belli olmayan ise, bunun ne zaman ve nasıl aşılacağı.
Türkiye'de ise, belli olan, bir anayasal düzenin varlığı. Fakat açıkça tartışılmayan, bu düzenin ne ölçüde saygı gördüğü.
Derin siyasal kriz ise, iki sorunla maskelenebiliyor: "Barış süreci" ve göreceli "iktisadî istikrar". Buna karşılık, yaşam tarzları bakımından körüklenen ayrışma, giderek derinleşiyor. Bu bakımdan, Türkiye toplumu da, Tunus ve Mısır toplumlarındakine benzer ayrışmalara doğru sürüklenmiyor değil.
Mütedeyyin ve seküler ekseninde derinleşen fay hatları, etnisite kaynaklı ayrışmaları ikincil konuma itecek gibi görünüyor. Anayasa'ya dönecek olursak; 2011, her üç devlet için bir tür milât oldu, ortak ve farklı yönleriyle: Amaca en uygun geçişi Tunus başardı, Anayasa Meclisi'ni halka seçtirmek suretiyle.
Ne var ki, önceliği, varlık nedeni olan Anayasa yazımına vermek yerine, ülke yönetimine, -ama daha çok- iktidar paylaşımına verdi. Bu nedenle, bir yılda Anayasa yazımı bir yana, "Anayasa tasarısı" için bile, Haziran 2013'ü beklemek gerekti. Siyasal cinayetler ve din eksenli çatışmalar ise, Anayasa Meclisi'ni dağılma eşiğine getirdiğinden, tasarı da bir türlü görüşülemiyor.
Mısır ise, işe tersinden başlamıştı: Önce Anayasa değişikliği yaptı; ona bile tam uymadan Askeriyenin Anayasa beyannameleri yoluyla geçiş dönemini kotarmaya çalıştı. Anayasa'yı, halkın seçeceği yasama meclisi (kurulu iktidar) hazırlayacaktı. Bu arada, Cumhurbaşkanı da halk tarafından seçildi. Gerçi çoğunluk, CB Mursi taraftarlarında idi; ama, Mursi, Anayasa Komisyonu'nu oluştururken, Müslüman Kardeşler ve Salafistler (El-Nur) dışında kalanları adeta süpürdü. Hukukun başlıca kaynağı olarak "Şeriat" ile yetinilmedi; İslâmî kanun ilkeleri de temel alındı. (Hani bizde, okullarda, askerlerin koyduğu zorunlu din dersleri ile yetinmeyip, sivillerin, "Kur'an-ı Kerim" ve "Peygamberimiz" gibi dersleri koyması gibi).
Askerî yönetim ise, Anayasa Tasarısını hazırlattığı  50 kişilik Komite'de, Müslüman Kardeşler'den sadece iki temsilciye yer verdi. 60 günde hazırlanan metin, kısmen de olsa lâikleştirildi. Hak ve özgürlükler alanı genişletildi; kadın-erkek eşitliğine açıkça yer verildi. Bu arada, silâhlı kuvvetler de gözetildi. (Demek ki, Mursi Anayasasından Sisi döneminde hazırlanan taslağa giden yolda değişen, sadece yeşilin tonları oldu...). Kurucu Meclis'te kabul edilen metin, referanduma sunulacak...
Türkiye'ye gelince; anayasal düzenin devamlılığı söz konusu olsa da, Tunus ve Mısır'daki uygulamalara benzer eğilim ve uygulamalar az değil: Tunus'taki durumun tersine,
Anayasa'yı Mısır'da olduğu gibi kurulu iktidar (TBMM) kotarmaya çalışmış olsa da, çalışmalara damgasını vuran, siyasal güç dengeleri oldu. Anayasa'nın gelecek kuşaklara hitap eden bir metin olduğu unutularak, "uzlaşma" yerine günlük kısır siyasal "çatışmalar" öne çıktı. Süre baskısı yapılırken, "Mısır 6 ayda yaptı, size ne oluyor?" dendi. Henüz 60 günlük deneyim yaşanmamıştı neyse ki!
Çoğunlukçu anlayış o denli derinleşmiş bulunuyor ki, hukuk ve hukuk devleti gerekleri unutulabiliyor. Böyle bir anlayışın elinde, zaten yeni Anayasa, kotarılmış olsa bile,ne işe yarar ki!

 

Prof. Dr. İbrahim Ö. KABOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1965