Hukukta yalan rüzgarı!

~ 30.11.2013, Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU ~

Avrupa Sözleşmesi (İHAS) ile ilgili kararların Türkiye’de de bilinebilmesi, bunun için Türkiye dahil İHAS’a taraf tüm ülkeler hakkında, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) kararların tamamının Türkçe’ye çevrilmesi konusunda, tam altı yıl önce açtığım davayı hatırlıyorum.

* * *

Anayasa’da, temel hak ve özgürlükler konusunda uluslararası antlaşmalarla yasaların çatışması halinde, uluslararası antlaşma hükümlerinin uygulanacağı belirtiliyor. Bu kapsamdaki uluslararası antlaşmalardan olan İHAS’ın, ayrı bir karar mekanizması bulunuyor. İHAS, içtihat sistemine dayanıyor. Karar mekanizması içindeki İHAM’ın kararları da, bu içtihatları oluşturuyor. İçtihatların da, sözleşme hükümleri gibi bilinebilir, erişilebilir olması gerekiyor. İHAM’nin resmi dilleri arasında Türkçe yer almadığından, mahkemenin hiçbir kararı Türkçe yayınlanmıyor. Sonuçta bu içtihatlar Türkiye’de yaşayanlarca, yine Türk yargıçlarca yeterince bilinemediğinden etkin olarak uygulanamıyor ve kağıt üzerinde kalıyor... Oysa sözleşmeye taraf olmak, sözleşme hükümlerinin kağıt üstünde kalmasını değil, etkin biçimde uygulanmasını gerektiriyor.

Özetle bu gibi düşüncelerle açılan dava sürecinde, başkanı olduğum mesleki örgüt, terör örgütü; ben de, terör örgütü mensubu suçlamasına bile muhatap oldum tabii. Özgürlüklerin genişlemesini hukuk yoluyla isteyen bir terör örgütü... Düşünün öyle bir hukuk devleti ki, her şey iktidarın iki dudağı arasında ve halen de öyle... Bu suçlamaları yapan yargı ise, iktidarın göz kırpmasına, hatta gözünün içine bile bakarak, duruşunu ve kararlarını değiştirebilir bir duruma düşmüş ve düşürülmüş... Böyle olunca hele hele iktidarı denetlemeyi, iktidar gücünü hukuk içinde tutmayı, hukukun üstünlüğünü yaşatmayı artık aklına bile getiremez olmuş... Bu tabloda yargının, bırakın evrensel kuralları referans almasını, iktidarın sadece kendi gücüne dayalı olarak çıkardığı kurallara artık hukuk adı takılarak, bu kurallar yargının tek referansı haline getirilmiş. Yargı ve hukuk bu halde olunca da, böyle daha nice suçlamalar ortaya çıkmış ve çıkıyor işte!

Bu arada açtığım davayı yerel mahkemede kazanınca, Adalet Bakanlığı/Adalet Akademisi kararı temyiz edip, böyle bir görevimiz olamaz diyorlardı demelerine ama, öte yandan Adalet Bakanlığı kuruluş yasasında her nedense(!) 2011 yılında bir değişiklikte yapılıyordu. Yapılan değişiklikte, İHAM’nin Türkiye hakkında verdiği tüm kararların ve diğer ülkeler hakkında verilenlerden ise gerekli görülen kararların Türkçe’ye çevrilmesi konusu, Adalet Bakanlığı’nın görevleri arasına ekleniyordu. Açtığımız davadaki tutum gözetildiğinde, bu yasa değişikliği bile ciddi bir gelişmeydi.

Peki, Türkiye dışındaki diğer ülkeler olan 46 ülke hakkındaki kararlardan, hükümetçe gerekli görülenler ya da gerekli görülmeyenler ayırımı da ne demekti! Bunun hiç ölçütü olabilir mi! İnsan haklarıyla ilgili bir sözleşmeye taraf olunmuşsa, bu sözleşmenin uygulanması konusunda çevirmenlikten kaynaklı maliyet hesabı düşünülemeyeceğine göre, bu da neyin nesiydi! İnsan haklarının her yönüyle bilinerek, etkin kullanımı zararlı olmalıydı herhalde... Kaldı ki bu hak ve özgürlüklerin nitelikleri arasında, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez oldukları da yer alıyor...

Kaybettiği davayı kamuoyundan saklayıp bu yasa değişikliğini yapan hükümet, Türkiye hakkındaki kararların Türkçe’ye çevrilmeye başlandığını, bunun büyük bir reform olduğunu bu günlerde Adalet Bakanı’nı, İHAM’ne bile göndererek bizzat anlatma gereği duyuyor nedense! Yargıyı içerde düşürdüğü durumu anlatacak değil ya... Dava sürecinde direnmelerine rağmen, bu sonucu yargıdaki sivil örgütün sağladığını ifade etmeye Adalet Bakanı’nın dili de varmıyordu... Mahkeme yetkilileri de bunu bilmediğinden, bu uygulamanın, mahkemenin resmi dilleri dışında bir ilk olduğunu söyleyerek, bu adım nedeniyle Adalet Bakanı’na övgü dolu sözler sıralıyordu.

Çeviri sürecinin başlaması kuşkusuz olumlu bir adım. Bu süreci başlatan ise, Türkiye’de seksen yıl yasak olan ve daha sonra örgütlenerek bu haklarını kullanan, ancak kullanınca da her türlü baskıyla karşılaşan yargıçlar. Türkiye’de yargıçların, diğer konuları bir tarafa bırakın, kendilerinin de insan olduklarını hatırlayıp, örneğin örgütlenme gibi bu temel/insan hak ve özgürlüklerini etkin biçimde kullandıkları günlerin geldiğini bir düşünsenize.

Böyle örnekleri saymakla bitmez ya... Yargıçların, 2012 yılında kapatılan sendikaları sonrasında aynı yıl kurdukları yeni sendikaya, her türlü baskıyı yapan, yazışmalarda bile bu sendikayı yok sayan hükümet, Avrupa Birliği (AB)/2013 İlerleme Raporu’nda da açıkça yer aldığı üzere, AB’yi Türkiye’de özgürlük iklimi yaşanıyormuş gibi sadece yeni sendikanın kurulduğu yolunda bilgilendirmiş, diğer tüm yaptıklarını nedense AB’den gizleme yoluna gitmişti ya...

* * *

Hükümet AB’yi gerçek dışı bilgilendirirse, Adalet Bakanı ne yapsın, o da İHAM ve Avrupa Konseyi’ni böyle bilgilendirmesin mi... İşin içinde hukuk da, yargı da olsa, işte imam-cemaat meselesi...

Ömer Faruk EMİNAĞAOĞLU | Tüm Yazıları
Hits: 1311