Yine mi iktidarın HSYK 'sı geliyor?

~ 06.11.2013, Nuh Hüseyin KÖSE ~

Ülkemizde 12 Eylül 2010 tarihli Anayasa oylaması sonrası ol878uşan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), hem oluşum tarzı ve yapısı, hem de aldığı kararlarla bir hayli tartışıldı. Üke gündemini işgal eden malum! davaların görüldüğü ‘özel mahkemeler’ e yapılan atamalar, bu mahkemelerden verilen ‘ağır’ tutuklama kararları ve mahkumiyetler, görülmekte olan bu davaların temyiz incelemesini yapacak olan Yargıtay’ın yapısının değiştirilmesi, HSYK nın yapısının yeniden sorgulanmasını gerektirdi. Bu yaşananlarla birlikte toplumda yargıya olan güvenin yüzde yetmişlerden yüzde otuzların altına düştüğü anlaşılıyor. Çok değil, bundan üç yıl önce, yargıda mutlak gerçeği referandum ile bulduklarını sanan ve ‘demokratik bir HSYK’ yapılanması oluşturduklarıyla övünen Hükümet bile mevcut HSYK dan memnun değil artık. Bunu,2010 Referandumu ile yapılandırdığı HSYK nın oluşum şeklinin  değiştirilmesi için, muhalefetle girdiği yoğun  anayasa pazarlığından anlıyoruz.

        HSYK (Kurul) nın bu denli tartışılması, ülkede adalet kurumlarına  toplumun geniş kesimleri kadar siyasal iktidar tarafından da artık güvenilmediği ile açıklanabilir. Üzülerek görüyoruz ki, yürütme tarafından yapılan atamalar ve yargıç-C.savcılarının kendi aralarından yaptıkları seçimle oluşturdukları HSYK projesi  başarılı olamamıştır. Bunun başlıca nedeni, kurula yürütme  tarafından atanan üyelerin fazla sayıda olması ve elbette oy kullanan yargıç ve savcıların siyasal iktidarın adalet bakanlığı tarafından mesleğe alınmalarıdır. Böylece HSYK,  adil ve tarafsız bir yargı üst yapılanması yerine, hükümete yakın ve varlığını ona borçlu bir kamusal birim haline dönüşmüştür. Bu nedenle, aldığı kararların hükümet argümanlarıyla özdeş olması da hiç şaşırtıcı değildir.

     Şimdilerde, Hükümet ve Anamuhalefet partisi CHP arasında süren yeni anayasa görüşmelerinde, 60 madde üzerinde uzlaşıldığı, bunların içinde HSYK üyelerinin seçim usulünün de olduğu söyleniyor. İşin ilginç yanı, CHP içinde tartışılanın, kurulda adalet bakanının yer alıyor olması. Bu durum,  insanın aklına Osmanlı’nın İstanbul’u kuşattığında  Bizans Kilisesinde, ‘Melekler erkek mi, dişi mi?’ diye yapıldığı söylenen tartışmaları getiriyor. Oysa, kurulda bakanın bulunmasına varana kadar taslakta kabul edilemeyecek o kadar çok husus var ki. Sanırım CHP içindeki hukukçular hala kendilerini 2010 Türkiye’sinde zannediyorlar. Prof.Süheyl Batum ile Konya milletvekili Sayın Atilla Kart arasında yaşanan tartışma bu durumun ispatı niteliğinde.

    2010 Yılına kadar HSYK, Yargıtay ve Danıştay’dan seçilen  beş yüksek yargıç ile Adalet Bakanı ve onun müsteşarından oluşuyordu. Yargıçların sayısı fazla olsa da, yargıçların teftişini yapan kurulun bakanlığa bağlı olması, kurul sekreteryasının olmaması, yargıç ve c.savcı atama taslaklarının bakanlık personel genel müdürlüğü tarafından yapılması gibi nedenlerle bakan ve müsteşar, kurulda etkili bir konumdaydı. Oysa, 2010 Yılı referandumu sonrası oluşan kurulda  toplam 22 üye bulunuyor. Sadece atama kararlarını veren 1. Dairenin 7 üyesinden bir tanesi Adalet Bakanlığı müsteşarı. Diğer dairelerde Adalet Bakanı yer almıyor. Sadece genelkurul da bakan yer alıyor. Teftiş kurulu, HSYK ya bağlı. Üstelik, mevcut kurulun sekreteryası da var. Dolayısıyla, mevcut yapıda Adalet Bakanı’nın bulunması, eskisi kadar sorun yaratmıyor. Bakanın kurulda yer almasını kabullenmek anlamına gelmemekle birlikte  asıl sorun, yeni yapılandırılan yüksek yargıdan seçilecek üyelerin sayısı ile, tüm adayların seçilme yöntemleri.

       Basına sızan, İktidar Partisi, CHP, MHP ve BDP’nin Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda  üzerinde uzlaştıkları bildirilen düzenleme taslağına göre; Kurul, ‘Hakimler Kurulu’ ve ‘Savcılar Kurulu’ şeklinde ikiye ayrılacak.

       2010 referandumuyla Anayasa’ya giren yargıç ve c. savcılarının HSYK’ya doğrudan üye seçmesinden vazgeçiliyor. Meclis, kurulun 6 üyesini Yargıtay, Danıştay üyeleri ile diğer yargıçların seçeceği isimler arasından, 5 üyeyi ise doğrudan akademisyen ve avukatlar arasından seçecek. Hükümetin, yasayla Yargıtay ve Danıştay’a seçilmek için yargıç ve c. Savcılarına meslekte en az fiilen 20 yıl çalışmış olma şartı getirmesinin ardından HSYK seçimlerinde de oy kullanacak yargıç ve savcılara 15 yıl şartı getiriliyor. Maddeye göre 11 üyeli Hakimler Kurulu’nun 2 üyesi ‘meslekte 15 yıl çalışmış’ kürsü yargıçları tarafından seçilecek.

           Kürsü yargıçlarının kendi aralarından her üyelik için 3 aday göstermeleri gerekiyor. Yani toplamda 6 aday belirlenmiş olacak. Yargıç ve c. Savcılarının kendi aralarından belirledikleri 6 adayın içinden meclis, 2 adayı kurula seçecek.    Mevcut düzenlemede  22 üyeli kurulun 10 üyesini  yüksek yargıç olmayan tüm yargıç ve savcılar belirliyor.

      TBMM, kurul üyelerini, üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun (330) gizli oyu ile ayrı ayrı seçecek. Üçüncü turda yeterli çoğunluğun bulunamaması halinde seçim, her üyelik için en çok oy almış iki aday arasında yapılacak kurayla tamamlanacak. Kurul üyelerinin görev süresi dört yıl olacak ve süresi biten üye yeniden seçilemeyecek.

     7 kişiden oluşması öngörülen Savcılar Kurulu’nun ise birer üyesinin Yargıtay ve Danıştay’dan, ikisinin meslekte 15 yıl çalışmış savcıların kendi aralarından her üyelik için gösterecekleri üç kat aday arasından TBMM tarafından, 2 üyesinin ise TBMM’nin doğrudan seçmesi isteniyor.

        Eğer bu düzenlemeler gerçekleşirse, iktidara bugünkünden daha bağımlı bir yargı oluşturulacaktır. Böyle bir uzlaşmaya imza atan muhalefetin aklına şaşarım. Bu düzenleme, iktidarın kendi yarattığı canavardan kurtulma ve yargıya tek başına egemen olma arzusunun bir göstergesidir. Özellikle MİT soruşturması sonrası hükümet, yargının dönüştürülmesi sürecinde birlikte hareket ettiği ‘Cemaat’ ten kurtulma telaşına düşmüştür. Yargıtay ve Danıştay üyesi seçilmek için 20 yıl çalışmış olma şartını getirmesinin nedeni , mevcut HSYK içindeki ‘Cemaat’ unsurlarına güvenmemesidir. Özel yetkili mahkemelerden terör mahkemelerine dönüşün nedeni de aynıdır. Şimdi de HSYK’yı tamamen kendine bağımlı hale getirmek çabası içine girmiştir. Eğer üzerinde anlaşıldığı söylenen taslak yasalaşırsa, ne yargıdan seçilen 6 üye, ne de meclis tarafından seçilecek 5 üyenin içinde hükümetin istemediği tek bir üye yer almayacaktır. Çünkü; yeni HSYK tarafından yapılan toplu atamalarla yüksek yargı, net bir biçimde dönüştürülmüştür. Böyle bir yapının içinden, hükümetin istemediği adayların kurula gönderilmesi mümkün olmaz. Hükümetin, kürsüden yapılacak seçimde de, yargıç ve savcıların kendi aralarından belirleyecekleri  altı adaydan yalnızca ikisini meclis çoğunluğunun seçmesi önerisi de, kürsü yargıçlarının tercihine güvenmediği, kendine göre isimleri belirleme anlayışında olduğunun kanıtıdır.

          Öte yandan, doğrudan meclis tarafından seçilecek avukat ve akademisyenler de, meclis aritmatiği uyarınca en çok milletvekili bulunan partinin isteği doğrultusunda seçilecektir.

     Bu durumda muhalefetin ‘Sine qua non’ (Olmaz ise olmaz) ı, yargıç ve c.savcısı adaylarının mesleğe kabulünü, adalet bakanlığı yerine bağımsız ve tarafsız bir kurulun yapması olmalıdır. Ancak böyle bir kurul tarafından belirlenen; yansız ve bağımsız yargıçlar geleceğin HSYK sını oluşturacaklardır. Ayrıca, meclis tarafından HSYK’ya yapılacak üye seçiminin de meclis üye tam sayısının üçte ikisinin yani 366 milletvekilinin oyları ile mümkün olması  şarttır. Meclisin bugünkü yapısı gereği, 330 milletvekilini bulmak, iktidar için sorun olmasa gerektir.  Ya da, Anayasa’nın, kararlarına yargı yolunu kapatacak kadar güvendiği HSYK’ya üye seçim yöntemi; RTÜK üye seçimlerinde olduğu gibi, siyasi partilerin meclisteki temsil oranlarına göre üye seçmeleri  şeklinde olmalıdır. Mevcut durumda  en katılımcı demokratik yöntem budur. Yoksa ülkemizde yargı, isimlendirme farklı olsa da, yürütmeye bağlı bir genel müdürlükten ibaret kalacaktır.

Nuh Hüseyin KÖSE | Tüm Yazıları
Hits: 1937