Cumhuriyet tartışılırken 'sol'dan marksizm manzaraları.

~ 27.10.2013, Kemal OKUYAN ~

1920’lerde yaşanan dönüşümlerin tarihsel değerini reddedenler, bu dönüşümlerin zamanında arkasına aldığı toplumsal desteğin sınırları ile Türkiye’de sermaye düzeninin baskıcı karakteri arasındaki ilişkiyi fazla ciddiye alıyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin burjuvazinin elinde halka kök söktürmesi, geri bir kapitalist ülke için kuraldır. Kapitalizmle hesaplaşamayanların kemalizmle hesaplaşmaya kalkması trajikomik bir durum.

Haftaya Bakış - Kemal Okuyan

Cumhuriyet tartışılırken ‘sol’dan marksizm manzaraları…
Tepeden iniverdi, bunu saymayız’

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanını da içine alan devrimci dönüşümlerin tartışılmasındaki tuhaflıklara sürekli yenileri ekleniyor. Bir yere kadar doğal karşılanmalı, dinamik bir sürecin içindeyiz. Birinci Cumhuriyet’i tasfiye edenlerin ikincisini yerleştirmeyi, istikrara kavuşturmayı becerememesi, tartışmaları sürekli güncelliyor.

Örneğin Tayyip Erdoğan’ın, yani tasfiyede özel rol üstlenen siyasetçinin iki gün önce Cumhuriyet’i resmederken kullandığı yöntem, tamı tamına “ilkini hallettik ama ikinciyi meşrulaştıramadık”ın itirafı olarak görülmeli. Başbakan, “cumhuriyet aslında bugün yürürlükteki yönetim şeklidir, doğarken arızalı doğdu, biz bu arızaları giderdik” demeye getirmekte.

Kimi “solcu”lara Erdoğan’ın yaklaşımı bir hayli yakın gelmiş olsa gerek. 1920’lerde olup bitenleri yalnızca “tepeden inme”, “salon tipi”, “elitist”, “halk düşmanı” gibi kavramlarla tanımlamayı tercih ediyorsanız; hilafetin kaldırılmasına “yazık ettiler” diyor, Arapça harflerin terkini “tarihsel hata” olarak nitelendiriyor, kadınların elde ettiği hakları iplemiyorsanız, Başbakan’a hak vermeseniz bile ona empati buseleri yollayabilirsiniz!

Erdoğan, kendisi için en uygun yolu seçiyor. Hesaplaştığı, aslında cepheden karşısına aldığı 1920’lerle kendi arasında “devlet”, “millet” ve “din” gibi kavramlar aracılığıyla bağ kurarak, egemenlerin elinde yıllar boyu halkı uyutmak ve sindirmek için kutsallaştırılan kurumsallık, istikrar, süreklilik gibi unsurları kendi lehine çevirmeye çalışıyor.

İyi de sola, solda durduğunu iddia edenlere ne oluyor?

Türkiye’de Cumhuriyet’in ilanını, burjuva demokratik dönüşümleri marksist bir bakış açısıyla yerli yerine oturtmak neden bu kadar zor?

Halbuki, bir tarihsel olguyu ele alırken, ilk önce dönemin temel aktörlerinin hangi sınıfı temsil ettiğine bakmak gerektiğini söyler marksizm. Hilafet ve saltanat, geride kalan bütün reform girişimlerine karşın, Mustafa Kemal ve arkadaşları ile öncesinde İttihatçıların taşıyıcısı olduğu burjuva düşünce ve değerlere göre geri ve çağdışı sınıflara ait kurumlar olmaktan çıkamamıştır. Bu kurumları tasfiye ederek cumhuriyete yönelen bir hareket, tarihsel olarak ilericidir. Geri üretim ilişkilerinin, toplumsal yapıların aşılması, en azından üretici güçlerin gelişimini tıkayan bazı unsurların temizlenmesi, tarihin tekerleklerinin ileriye doğru döndürülmesi anlamına gelir.

Başka?

Verili bir ülkede bir siyasi hareketi değerlendirirken, o hareketin dünyada hangi dinamiklerle yakınlaşıp, hangi dinamiklerin karşısına dikildiğine bakmak da işe yarar. 1920’li yıllar, büyük altüst oluşların yaşandığı özel bir devrimci dönemdi. O kadar özeldi ki, emperyalizm 1990’lardan bu yana o dönemin sonuçlarını ortadan kaldırmakla meşgul!

1917 Ekim Devrimi, Sovyetler Birliği, bu döneme doğmuş, bu döneme rengini çalmıştır. Anadolu’daki Milli Mücadele de bu dönemin önemli gelişmelerinden biridir ve bu dönem açısından oynadığı rol üzerinden de değerlendirilebilir.

Kurtuluş Savaşı, Cumhuri-yet’in ilanı, her şey bir yana ve son tahlilde, bu kritik dönemde devrim cephesinin saflarındadır. Tarihte devrim cephesine ait olan bir olay ya da hareketi, daha sonra karşıdevrimci diye ilan etmek herhalde bir tek Türkiye solcusunun aklına gelebilirdi.
Yazık!

O dönemin bütün solcuları, marksistleri aptal; 1908’i, İttihatçıları, kemalist hareketi “devrimci” diye nitelendiren Lenin, Trotskiy cahil; 2013’te Mustafa Kemal’i “düşman” belleyenler akıllı! Komünist Enternasyonal liderleri, bolşevikler, Balkan komünistleri, Hintli marksistler bilmiyordu burjuva devrimlerinin sınırlarını, bugünün “solcu”su hatırlattı, iyi oldu!

“Tepeden indi, bunu saymayız” diyenler, boşuna Erdoğan’ın “milli iradesi” karşısında ne yapacağını şaşırıp, on yıldır sağa sola yatmıyor. Tarihe bakamayan, bugüne de bakamaz!

Neden 29 Ekim?
29 Ekim’de “Yeni Bir Cumhuriyet için” Kadıköy’de düzenlenecek mitingin çalışmalarını yürütenlere “tamam ama neden 29 Ekim” gibi bir soru yöneltiliyormuş. Güler misiniz, ağlar mısınız! Sorunun sahipleri, Türkiye’de yeni bir cumhuriyetin, sosyalizmin ihtiyaç olduğunu kabul ediyor ama bu ihtiyacın 29 Ekim’de dillendirilmesini uygun görmüyorlarmış.

29 Ekim, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilan edildiği tarih. Kimileri kutluyor, kimileri sessizce diş biliyor. Ama öyle ya da böyle herkes cumhuriyeti, cumhuriyet fikrini tartışıyor. Sözü ya da cesareti olmayanlar susar. Bu, elbette mümkündür. Siyaset zamanlama meselesidir, her gün her saat öne çıkılacak diye bir şey yok. Ancak Türkiye’de cumhuriyetle ilgili bir şey söylemenin, yeni hedefler koymanın en uygun anlarından biridir 29 Ekim. Bu anı kullanır, tarihsel değeri olan bir günün önemini vurgularsınız ve bugünün sorunlarına ilişkin çözümünüzü ilan edersiniz. Ya da dersiniz ki, “29 Ekim halkımız için matem günüdür!” Olmadı, uygun bulmadınız, susarsınız. Ama susmayanlara “neden 29 Ekim” gibi bir soru yöneltmezsiniz. Normal olmaz…

Aklı başında devrimciler
Sol her zaman geçmişteki devrimci sıçramalara önem vermiş, burjuva devrimlerinin tarihsel anlamda bir ilerleme olduğunu dile getirmiştir. Kuşkusuz, bunlar içinde en kayda değer olanı Fransız Devrimi’ydi. 1789 Burjuva Devrimi’nin önemini, bir başka sınıfın, işçi sınıfının devriminin önderlerinden Lenin her fırsatta hatırlatmış, hatta bolşevizmi, Fransız Devrimi’nin zirvesini temsil eden jakoben mirasın sürdürücüsü olarak göstermiştir.
Lenin’in aklına, 20. yüzyıldaki Fransa’ya bakarak Fransız Devrimi’ni yargılamak ya da yok saymak hiç gelmemiştir. O Fransa ki, Birinci Dünya Savaşı’nın en kritik emperyalist güçlerinden biriydi ve insanlığa karşı dört yıl boyunca işlenen suçlardan en az Almanya ve İngiltere kadar sorumluydu. Buna rağmen, Lenin ve diğer marksistler, emperyalist Fransa’ya giden yolu açtı diye Fransız burjuva devrimini tukaka ilan etmemişlerdi. Çünkü onlar aklı başında devrimcilerdi!

Monarşiler, cumhuriyetler…
Bugün Birleşmiş Milletler’e üye ülkelerin çoğunluğu kayda birer “cumhuriyet” olarak geçmiş durumda. Monarşik bir yapının hüküm sürdüğü ülkelerin sayısı ise 50 civarında. Bunlardan 16’sının tepesinde aynı kişi, İngiltere Kraliçesi İkinci Elizabeth oturuyor!

Bazı Avrupa ülkelerinde monarşiler, burjuva devrimleri sürecinde önemli reformlara tâbi tutularak parlamento karşısında sembolik yetkilerle yetinmek durumunda kaldı. Benelüsk ülkeleri olan Hollanda, Belçika, Lüksemburg ile İngiltere ve İspanya gibi ülkeler buna örnek gösterilebilir.

Emekçi sınıfların mücadelesi sonucu elde edilen hakların bir bölümü zaman içinde tırpanlansa da, “kazanılmış haklar” açısından bu ülkelerle monarşiyle yönetilen başka ülkelerdeki durum oldukça farklı. Söz gelimi, Suudi Arabistan’la Norveç birer monarşi olmakta ortaklaşıyor!

Bir de geriye giden örnekler var. Kamboçya gibi! Kamboçya, trajik olaylarla dolu “bağımsız cumhuriyet” deneyinden krallığa dönmüş durumda. Bulgaristan’da da monarşi isteyen siyasi hareketler giderek güçleniyor.

Demek ki, bizdeki hilafet ve saltanat yanlıları yalnız değiller!

 

solhaber/ Kemal Okuyan

Kemal OKUYAN | Tüm Yazıları
Hits: 1327