Dur bakalım ne olacak

~ 07.10.2013, Av.Murat Kara ~

 "Televizyon programlarında yapılan yorumların sürekli Polyannacı bir tavırla, dur bakalım ne olacaktan öteye geçememesinin nedeni de buydu. Türkiye’de demokratikleşme paketinin başlangıç anı kimseye güven vermemekte."

 07 Ekim 2013

Aziz Nesin’in 'Nah Kalkınırız' isimli kitabındaki Du Bakali N’olecak hikâyesini çoğumuz hatırlar. Fatik amcanın genç eşinin sinemaya giderken başlayan ve evinin yatak odasında biten o hoş hikâyesini.

30 Eylül akşamı televizyon programlarında yapılan yorumları izlediğimde, aklıma Aziz Nesin’in o hikâyesi geldi. Çünkü 30 Eylül günü, Başbakan'ın 10 dakikada okuduğu, introsunu/takdimini ise 40 dakikada yaptığı demokratikleşme paketinin günüydü.

Başbakanın, “Dünya üzerindeki sevgili Türkiye dostları” diyerek takdimine başladığı (Dünya üzerindeki ifadesini kullanan Başbakan, “Eğer Türkiye’nin çıkarı söz konusuysa Dünyayı da evreni de ayağa kaldırırız.” diyen Ahmet Davutoğlu’nun stratejik derin uzaylı açılımına bir ket vurmuştur) demokratikleşme paketinin içeriğine dair söylenecekleri sona bırakarak, demokratikleşmenin kendisine bir değinelim.

Türkçe dil yapısına göre isimden fiil üreten eklerden biri de –leş, -laş ekidir. Bu ek ile üretilen fiiller, ifadeye başlangıç ve başlangıç sonrası ana bir zamansal ilerleme anlamı da katmaktadır. Örneğin çağdaşlaşma, özgürleşme ve demokratikleşme…

Başbakan demokratikleşme ifadesi kullanarak Türkiye’yi bir başlangıç anından bir başka ana taşıyacağına ikna olunmasını istemiştir. 30 Eylül öncesi, yani demokratikleşme paketi açıklanmadan ikna olmuş kesimler elbette vardı, ancak kimse somut olarak demokratikleşme paketinin Türkiye’yi nereden nereye taşıyacağı konusunda net değildi. Televizyon programlarında yapılan yorumların sürekli Polyannacı bir tavırla, dur bakalım ne olacaktan öteye geçememesinin nedeni de buydu. Türkiye’de demokratikleşme paketinin başlangıç anı kimseye güven vermemekte. Biraz daha mı açalım;

a) AKP iktidarının Suriye ve Ortadoğu politikasında ürettiği mezhepsel, dinsel araçlar sonunda kendisini tehdit eder hale geldi.

b) Dışarıda yürüttüğü dinsel araçların iç siyaseti de belirlemesi kaçınılmazdı. İç siyasetteki 'uç'laşma, AKP’nin yönetebilirlik yetisini sınırladı.

c) Türkiye’deki kadınlar, gençler, Kürtler, aleviler, kentliler vs… AKP’nin bu 'uç'laşmış siyasetinin doğrudan muhatabı olmuş, karşı tarafa itilmişti.

d) Gezi direnişi sırasında AKP’nin siyasi tavrı ve kolluk kuvvetinin müdahalesi, her hafta yeni bir uluslararası özne tarafından mahkûm edilmeye başlandı.

Maddeleri elbette artırabiliriz, ancak demokratikleşme sürecinin başlangıç anında Türkiye’nin fotoğrafı için bu kadarı da yeterlidir. Herkes hatta Başbakan dahi bilmektedir ki; bu başlangıç noktasını AKP kendi yaratmıştır. Güvensizlik ya da başka bir tabirle belirsizlik işte bundan kaynaklanmaktadır. O yüzden 30 Eylül günü açıklanan paketin demokratikleşme değil, tevdirleşme (yönetme, çekip çevirme) paketi olduğunu söyleyebiliriz.

Paketin içeriğine dair değerlendirme yapmadan önce, paketi iki ana grup halinde ayırmak istiyorum. Birinci grup sadece bakanlar kurulu kararı gerektiren idari düzenlemelerken, ikinci grup yasal düzenleme gerektiren başlıklardır.

Birinci grup altında kamuda başörtüsü serbestliği, ilkokullarda andımız metninin okunmasının kaldırılması, Mor Gabriel Manastırı’nın Süryani vakfına iadesi, Roman Dil ve Kültür Enstitüsü kurulmasını sayabiliriz. Söz konusu idari düzenlemelere bakıldığında AKP’nin bir vites yükseltmekten çok, daha az riskli ve siyaseten elinin sürekli frende kalacağı başlıkları seçtiğini görmekteyiz. Basit bir örnekle Mor Gabriel Manastırı’nın iadesi kararı alınabilirken, siyaseten daha riskli ve yönetebilir olma ihtimali dönemsel olarak daha zor olan Ruhban Okulu’nun açılması paket dahiline alınmamıştır. Açıklanan idari düzenlemelere bakıldığında AKP’nin Türkiye’nin 'demokratikleşme dozunu' artırmaktan ziyade, ülkeyi yönetebilir başlıkları seçtiğini görmekteyiz.

Asıl 'tartışılır' olan ise ikinci grupta bulunan, yasal düzenleme gerektiren, yani yasama yetkisi dâhilinde olan düzenlemelerdir. Seçim sistemi ve siyasi partilerle ilgili değişiklikleri, nefret suçu tanımlamasını, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin şekli değişikliğini, özel okullarda anadilde eğitimi bunlar arasında sayabiliriz.

Yasama yetkisi dâhilindeki düzenlemelerin ne zaman yasama organına geleceği ve hangi şekilde çıkacağı belli değildir. AKP siyaseten kar ya da vizyonunu asıl bu başlıklarda aramaktadır. Başbakan’ın 30 Eylül günü 40 dakikalık demokratikleşme paketi takdimi sırasında, ana muhalefet partisi başta olmak üzere pakete itirazlara karşı erken bir gard alması, aslında bu başlıkları yasama organına götürmekten çok “yaptırmadılar, engellediler” argümanı ile siyaset kanalına akıtma niyeti olduğunu göstermektedir.

30 Eylül günü açıklanan demokratikleşme/tevdirleşme paketinin referansı Türkiye değil, siyasi iktidar ve hatta Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisidir. O yüzden paketteki, öze dokunmayan mevzuatları önemsiz olduğu için değil, konuya taraf değil kılıç atan olarak dahil olmamız gerektiğinden, tek tek irdelemeye gerek bile yoktur.

Çok mu kestirmeciyiz? Karşımızda, Uludere’de üzerine bomba yağdırılan halkın, faillerini saklayan bir iktidar varsa, polisleri okul okul gezdirip oy kullandıran bir irade varsa, Suriye‘de açıkça savaş isteyen, silah, mühimmat desteği veren, El kaide uzantısı örgütlere destek veren bir savaş kabinesi varsa, Aleviliği “Ehlisünnet dışı, sapık bir mezhep” olarak gören bir Başbakan varsa… Bırakın, bırakın da kestirip atalım.

 

Av. Murat Kara

Av.Murat Kara | Tüm Yazıları
Hits: 2314