Felsefeye Ne Gerek Var

~ 15.09.2013, Güray ÖZ ~

 Son günlerin ilginç tartışmalarından birisi imam hatip okullarında ve ilahiyat fakültelerinde felsefe derslerinin kaldırılması tartışması oldu. Pek güzel bir tartışmaydı doğrusu. Dini esas alan bir eğitim kurumunda felsefenin işi ne? 

Aslında bırakınız imam hatip okullarını, ortaokul ve liselerde de çoktandır felsefe okutulmuyordu. Şimdi okulların neredeyse tümü imam hatip okullarına dönüştürüldüğüne göre bu “sorun” da kökten çözülmüş oluyor.
Ne gerek var felsefeye?

 

***


 

İşin sırrını “çözenlerden” birisi de Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç. Öyle bir çözüm getiriyor ki, bilim kültür sanat dallarının tümü üç ana dal altında toplanabilecektir. Üstat aynen şöyle yazıyor: “İnsanın bilgi edinme, tefekkür ve sanat etkinliklerini yeniden tasnif etmek gerekirse bütün ‘ilim ve bilim’ dallarını, düşünce disiplinlerini ve sanat faaliyetlerini üç ana çatı altında toplamak mümkündür: Tevhid, varlık ve insan.” 
Tahmin ettiğiniz gibi bu üç ana dal da Kuran öğretisinin tamamıdır. Zaten Bulaç da bunu vurguluyor ve ne işe yarayacağını da ilan ediyor: “Bu üç çatı Kuran’ın baştan sona kadar ana ilgi alanı içinde yer alır. Söz konusu tasnifin fazlasıyla genel veya makro gözüktüğü doğrudur, ama zaten bizim maksadımız da binlerce disiplin altında parçalanmış insan kişiliğini söz konusu şizofreniden kurtarmaya matuf imkânların önünü açmaktır.” 

 

***


 

İşte insanoğlunun şizofreniden, parçalanmış kişiliklerden kurtulmasının yolu da böylece bulunmuş oldu. O ne öyle; sosyal bilimler, pozitif bilimler alt dallarıyla birlikte 9 bine yaklaşıyormuş zaten ve bu tehlikeyi de Hz. Ali, vakti zamanında belirtmiş! Hz. Muhammed’in “İlim Çin’de de olsa bulunuz”hadisini zenginleştiren sözü şöyleymiş onun: “İlim bir nokta idi, cahiller onu çoğalttı.”
Bulaç’ın anlatımıyla “nokta”dan kasıt da “bilginin özü”dür ki, İslam dünyasının Pisagor’dan bu yana debelenip duran Batı’ya öykünmesine gerek yoktur. Tam tersine imanlı Müslümanlar olarak Batı’nın felsefi serüvenini, dinlerin teolojik varsayımlarını tartışmalı ama “Allah, varlık ve insanla ilgili konuları bu düşünce geleneği içinden açıklamaya çalışmamalıyız”. Ne gerek var? Hem öyle yaparsak “İslam dünyasının ve genel olarak beşerriyetin küresel sorunlarının hakikatinden” kopmaz, uzaklaşmaz mıyız? 
Bugüne kadar kürenin küresel sorunlarının çözümü için İslam dünyasının bulduğu “çareleri” başka yerde aramanın gereği var mı? Şu şizofrenik Batı’nın yolundan gitmektense, “binlerce disiplin altında parçalanmış insan kişiliğini söz konusu şizofreniden kurtarmaya matuf imkânların önünü açmak” daha doğru olmaz mı? Ne diye felsefe ile teoloji ile uğraşıp da kuşku tohumları ekelim? 
Ezcümle; “ne felsefeye ne teolojiye ihtiyacımız var” vesselam!

 

***

 

Derin bilgisi ve konulara vukufiyeti ile bir otorite olduğu belli olan ve İslam tarihinde adı geçen, pratikte bir anlam taşımadığı sonradan anlaşılan“Medine Vesikası” tartışmasında da göz dolduran Bulaç’ı şimdilik bir yana bırakalım ama kuşkuyu elden bırakmayalım. Bulaç “şizofrenik” dese de bilim dünyamıza dönelim. Peki, neydi felsefe? Felsefe bütünsel gerçeğe, hakikate, bütünün bilgisine ulaşma arayışıdır. Ama biliriz ki hakikate ulaşmak ancak kuşkunun sürekliliği ile olabilir. Kuşku ise bütün bilimlerin anasıdır ve öyle görülüyor ki, Bulaç’ın beğenmediği ana bilim dalları daha da saçaklanıp genişleyecek, alt dallarının sayısı daha da artacak, biz bildikçe kuşkulanacak, kuşkulandıkça daha fazla bileceğiz. 
Bu diyalektiği “işte biz her şeyi biliyoruz ve hepsi de buradadır”diyenlerin bozabilmeleri mümkün değildir.

(Cumhuriyet)
Güray ÖZ | Tüm Yazıları
Hits: 1475