9 Eylül 1922'den Alınması Gereken Dersler

~ 09.09.2013, Prof. Dr. Rona AYBAY ~

9 Eylül 1922 tarihi, Milli Mücadele’nin “askeri” yönünün utkuyla sona erişini simgeler. 1922 yılının Eylül ayına girildiğinde, savaşın Türk askeri güçlerinin utkusuyla sonuçlanacağını gören bazı gruplar, özellikle Türk askerlerinin İzmir’e doğru yaklaşmaları üzerine kendilerini tehlikede görmeye başlamışlardı. Bunlar, genellikle Ege bölgesinde yerleşik yabancılardı. Ayrıca, işgal güçleriyle işbirliği etmiş olan çoğu gayrimüslim Osmanlı uyrukları, İtalya, Fransa, Yunanistan gibi devletlerin elçiliklerinden “himaye pasaportu” almış olanlar gibi kişiler de bunlar arasındaydı.

Türk süvarilerinin İzmir’e girmelerinden bir gün önce İzmir’deki haddini bilmez Fransız Konsolosu, yalnız Fransızların değil, tüm İzmir halkının can ve mal güvenliğinin sağlanması için gereken önlemlerin alındığını; bunu sağlamak için Fransa ve İtalya’nın limandaki savaş gemilerinden karaya asker çıkarılacağını söylemek küstahlığında bulunmuştu.
Türk orduları İzmir’e yaklaştıkça korkuları artan bu gruplar adına, başta İzmir’deki İngiltere Başkonsolosu olmak üzere İtilaf Devletleri konsolosları Türk Orduları Başkomutanı
Mustafa Kemal Paşa’ya telsiz yoluyla başvurmuşlar ve kendisiyle nerede, ne zaman görüşebileceklerini sormuşlardı. Atatürk, “Söylev”inde bu konuda şöyle demiştir:
“Buna verdiğim cevapta 9 Eylül 1922’de Nif’te (bugünkü adıyla Kemalpaşa’da) görüşebileceğimi bildirmiştim. Gerçekten, dediğim günde ben Nif’te bulundum. Fakat görüşme isteyenler orada değildi; Çünkü ordularımız İzmir rıhtımında, ilk verdiğim hedefe, Akdeniz’e ulaşmış bulunuyorlardı.”

İzmir Vilayet Konağı’nda Türk bayrağı

9 Eylül 1922 günü, Süvari Yüzbaşısı Şerafettin Bey, bir an önce İzmir Vilayet Konağı’na ulaşıp Türk bayrağını çekmek heyecanıyla at sürerken, atılan bir bomba atının ölümüne kendisinin de yararlanmasına yol açmış; ama o yaralı halinde başka bir atla aynı hızla yoluna devam etmiştir.
O döneme ilişkin belgesellerde görmüşsünüzdür: Bir Türk süvari subayı, hızla geldiği Hükümet Konağı’nın önünde atından iner, merdivenlerden koşa koşa çıkarak gönderdeki Yunan bayrağını indirir, Türk bayrağını çekerek selam durur!
İşte, Milli Mücadele’nin utkumuzla bittiğini simgeleyen o Türk bayrağını çeken subay Yüzbaşı Şerafettin Bey’dir .
Prof.
Kemal Arı’nın “Üçüncü Kılıç” kitabında olayın bundan sonrası şöyle anlatılmıştır: Hükümet Konağı’nda yarası tedavi edilirken yabancı konsolosları kabul eden (daha sonra “İzmir” soyadını alacak olan) Şerafettin Bey’e, konsoloslar Hıristiyan halkın emniyette olup olmadığını sorarlar. Şerafettin Bey’in açıklaması şöyledir: “Ben, bağımsızlığımız (istiklalimiz) için harp ettiğimizi ve bize silahla muhalefet etmeyen hiçbir kimseye tecavüz etmeyeceğimizi söyledim. Yalnız bu hususta kendileriyle görüşmeye yetkim olmadığını, arkadan gelecek komutanların gelişini beklemeleri gerektiğini söyledim.”

M. Kemal Paşa’nın küstah konsoloslara verdiği ders

Şerafettin Bey’in konsoloslarla görüşmesinden bir saat kadar sonra M. Kemal Paşa İzmir’e varmıştır. 12 Eylül 1922 günü kabul ettiği İngiltere Başkonsolosu Harry Lamp’in küstahça dile getirdiği “İngiltere hükümetine harp mi ilan ettiniz” sorusu üzerine sinirlenerek Konsolos Lamp’e, kendisinin barış görüşmeleri yapmaya yetkisi olup olmadığını sormuş ve şöyle devam etmiştir:
“Yunan ordusunu Anadolu’ya çıkaran siz değil misiniz? Yunan ordularını mağlup ederek topraklarımızdan dışarı atan ve vatanı kurtaran ise biziz. Durum böyle olunca karar vermek bize değil, size düşer!”
Emperyalist devletler, tahrik ve teşvik ederek Anadolu’ya sürdükleri Yunanlıları, yenilgi üzerine kendi perişan hallerinde bırakmışlardır. Dış güçlerin vaatlerine kanıp,
“bir koyup beş almak” gibi ham hayaller peşinde koşan sözde “devlet adamları”nın, nice masum insanın yaşamını söndürdüğünün bir örneği daha tarihe geçmiştir.

Sonuç

Yabancı konsolosların haddini bilmez tavırları ve sözleri karşısındaki M. Kemal Paşa’nın verdiği sert tepkinin temelinde iki dayanak bulunuyordu:
Birincisi, asker olmasına karşın, uluslararası politika konusunda, karşısındaki konsoloslardan çok daha fazla bilgisi, deneyimi ve sezgisi vardı. Nitekim, M. Kemal Paşa’nın, özgüvene dayanan bu kesin tavrı sonuç vermiş, yabancı devletlerin savaş gemileri, bir iki gün içinde İzmir Limanı’ndan
“geldikleri gibi” çekip gitmiştir.
İkincisi ise buyruğu altındaki askerlere ve özellikle kim bilir kaç savaşta ateşle ve ölümle sınavdan geçmiş olan subaylarına güveniyordu. Bu subayların birbirine bağlılığını ve güvenini gösteren bir örnek olarak, ailemizden olmasıyla övünç duyduğumuz Şerafettin Bey’le ilgili şu anı çok anlamlıdır: Savaştan yıllar sonra, büyük eniştemiz Şerafettin Bey, emekli bir albay olarak mütevazı evinde sessiz yaşamakta iken; komutanı
Fahrettin Altay Paşa’nın yayımlanan kitabında, kendisinden kahraman bir evladımız olan Şerafettin’in vefat ettiğini öğrendim diye bahsettiği ve rahmet dilediği aile bireylerince görülür. Kendisine söylenip, Paşa’yla temas kurulması ve yaşadığının bildirilmesi önerildiğinde, Şerafettin Bey kabul etmemiş ve şöyle demiştir:
“Yok, istemem, bildirmeyin. Paşa’nın yanlışını çıkarmak gibi olur!”
Fahrettin Altay Paşa, durumu başka yerlerden öğrenmiş, kitabın o sayfasına kendi el yazısıyla bir düzeltme yaparak, ziyaret ettiği Şerafettin Bey’e vermiştir. Ama, bu olay Kurtuluş Savaşımızın
“Komutanın yanlışını çıkarmamak için, ölmeye hazır” olan askerlerce kazanıldığını gösteren, nice örnekten biri olarak unutulmamalıdır!

(Cumhuriyet)

Prof. Dr. Rona AYBAY | Tüm Yazıları
Hits: 4303