Hukuk ve çözüm

~ 22.08.2013, Ali Rıza AYDIN ~

AKP’nin kapatma davasında yargılamanın yenilenmesi ve masumiyetinin kayıt altına alınmasına ilişkin haberin (Gökçer Tahincioğlu, Milliyet, 18.8.2013) yayımından bu yana, ağırlıklı olarak aynı soruya muhatap oluyorum: Hukuken mümkün mü?

Siyaseten “hamle” olarak nitelendirilebilecek bu girişimin hukuksal boyutunu kısaca özetleyelim: Birincisi, siyasi parti kapatma davaları, Anayasa Mahkemesi tarafından, kendine özgü usullerle birlikte ceza muhakemeleri usulüne göre bakılan davalardır. Yargılamanın yenilenmesi müessesesi de bu usulün içinde yer alır. Nitekim aynı haberde yer verildiği gibi, ÖZDEP ve HEP kapatma kararlarının ardından, yeniden yargılama istemleri kabule değer bulunmuştur. Buna bir örnek de biz ekleyelim. Türkiye Birleşik Komünist Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasından sonra, Parti’nin birinci başvurusu reddedilirken, ikinci başvurusu kabule değer bulunmuştur. Ancak, her üç partinin başvurusu 2008 yılında verilen kararlarla esassızlıktan reddedilmiştir. AKP yönünden davanın kabulüne ve esasın incelenip incelenmeyeceğine, davaya bakacak olan yeni Anayasa Mahkemesi yetkilidir.

İkincisi, hukuk kuralları statik değil, dinamiktir. Koşullara ve kural koyucunun iradesine bağlı olarak değiştirilebilir. Buna, değiştirme koşullarının ağırlığına karşın Anayasa da dahildir. Örneğin, 1982 Anayasası’nın siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin ilke ve kuralları zaman içerisinde değişikliklere uğramış, odak olma, salt çoğunluk yerine nitelikli çoğunlukla kapatma, devlet yardımından yoksun bırakma gibi siyasi partileri koruyucu kurallar getirilmiştir. AKP, bu değişiklikler sonucu (2008 yılında 7 kapatma oyu yerine 6 kapatma oyu çıktığı için kapatılmamış, 11 üyeden 10’u tarafından, “demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi nedeniyle”, temelli kapatma yerine devlet yardımından yoksunluk ile cezalandırılmıştır.

Üçüncüsü, hukuk, yalnızca kuralları ile hayat bulmaz. Uygulamayla, yorumla, yargılamayla hayat bulur. Diğer deyişle yasama organının pozitif hale getirdiği yasa kuralları, yürütme ve yargı organlarınca yaşama geçirilir. Kural koyucuyu etkileyen, ulusal ve uluslararası tüm unsurlar, yürütme organını, idareyi ve yargı organını da etkiler. Yargı, devlet içinde bir organdır. Dolayısıyla yargının, devleti ve hukuku etkileyen, yöneten, yönlendiren unsur ve güçlerden bağımsızlığı savı, “ilişkiler”den ve “hükmetme” gücünden soyutlanamaz. Olsa olsa, yetkisini ulus adına kullanan yargının, hukukun meşruluğunu ve temel prensiplerini, adalet anlayışını gözeterek, “çifte standart”a yol açmadan, yargılaması olur. Ancak buradaki adalet anlayışı, üretim ilişkileriyle koşut toplumsal ilişkilerle ve buna bağlı olarak anayasa koyucu ve yasa koyucunun iradesiyle sınırlıdır. Kaldı ki aynı irade, yargıyı istediği gibi biçimlendirebilmektedir.

Felsefi derinliklere dalmadan özetleyelim. Hak mücadeleleriyle ortaya çıkan kazanımlar bir yana, burjuva devletinin hukuk düzeni, kendisinin ve temsil ettiği sınıfın özgürlüğünü güvence altına alır, ona göre şekillendirilir. AKP gibi, yalnızca, ulusal ve uluslararası sermayeye hizmet etmekle yetinmeyip, kendi gerici düzeninin de hukukunu yaratan, dönüştürmediği alan kalmayan, hukuku insana ve olaya göre farklı uygulayan bir iktidar için hukuksal alanda çözümsüzlüğün sözü bile edilmez. Sorun da asıl olarak burada, iktidarın kendi sorunlarını kolaylıkla çözme, karşıtları için sorun yaratma yeteneğindedir.

Asıl olan, sermaye ve devletten gelecek, halka yönelik saldırı, şiddet ve tecavüzlerin, teslim alınmış bir hukuk ve yargıyla nasıl önleneceğidir. Burjuva devleti ve hukuku, bunun önlemini “hak arama ve adil yargı” yoluyla aldığını savunur; bu hak ve özgürlüğe özel bir önem yükler. Hukuk düzenleyecek, uyuşmazlık olursa yargı çözecektir. Bunun anlamı, hukukun üstünlüğüdür. Yargı da zaten bu üstün hukukla bağlıdır. Sermaye/devlet iktidarı, bu döngü içinde yolunu bulur, varlığını güçlenerek sürdürür.

Geniş halk kesimleri ve özellikle emekçiler yönünden ise bu durumun anlamı: “kısır döngü”dür. Sorunlar ve uyuşmazlıklar nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, halk yönünden kurulu düzen içindeki çözüm yolu hep aynı kısır döngü içindedir; sözde çözüm, yani çözümsüzlüktür. Korunan, “yaşamda eşitsizlik” üzerine kurulu sömürü düzeni ve bu düzenin mülkiyet ilişkileridir. Çözüm, korunanın hukukundaki oyunlarda değil sınıfsal mücadelede aranmalıdır; hukuk o çözümün üzerine gelip oturur.

(SolHaber)

Ali Rıza AYDIN | Tüm Yazıları
Hits: 1333