Hiroşima, Nagazaki ve Barış sahtecilikleri...

~ 12.08.2013, Ertuğrul KAZANCI ~

Emperyalizm; şan kazanmak, toprak ilhak etmek, doğal zenginliklere göz dikmek amaçlarıyla birlikte; ırk üstünlüğü, dinsel ve mezhepsel gibi dürtülerle halkları birbirlerine kırdırmıştır.1864 yılından beri çeşitli kez Cenevre’de bağıtlanan uluslararası savaş kuralları sözleşmelerine de aykırı düşen vahşetleri denemiştir. Diğer bir gerçek de; ‘barış için savunma” örgütleri olarak tanımlanan saldırgan veya ‘barışçı’ ödüllerle anılan savaş endüstrisine paydaş kurumların göstermelik rolleridir.

Atatürk: “Mazlumlar, zalimleri yok ederek ortadan kaldıracaklardır” der. “Emperyalizmin; çekememezlik, açgözlülük ve kinle yoğrulduğuna” işaret eder. Gerçekten de kapitalist kaynaklı ve gerici-faşist karakterli emperyalist rejimler, insanlığı ilgilendiren acıların bilinen failleridir.
Latin atasözündeki “İnsan, insanın kurdudur” boşuna söylenmemiştir. Sözdeki bireyselliği aşan toplumsal yön önemlidir. Ama İnsanoğlu, 20.yy. boyunca yaşadığı savaşlardaki korkunç boyutları aklından çıkarmış veya unutmuştur. Yekdiğerini yiyerek tüketmiştir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarının dehşetli anıları belleğinden silinmiştir. ‘Vietnam’ sendromu da artık eskide kalmıştır. Yeni maceralar söz konusu olduğu anlarda emperyalizm asla zaman yitirmemiştir.
Kitle imha silahları var’ yalanıyla Irak’a aralıklarla düzenlenen petrol amaçlı saldırılar, 21.yy. başlangıcının insafsız safhasıdır. Altın yüklü Afganistan ve yeraltı zengini Libya trajik konular olarak sürmektedir. Dinsel faşizm olan Siyonizm, İsrail eliyle Filistin’i kana bulamaktadır. Emperyalizmin el değdirdiği her alan, başta Suriye olmak üzere Ortadoğu ülkelerinden Afrika içlerine veya Güneydoğu Asya’dan Antarktika ve Pasifiklere kadar dünyanın dört yanı çatışmalarla doludur.
1945 yılının 6 ve 9 Ağustos günlerinde Japonya’da yaşananlar, insan eliyle işlenen cinayetlerdeki tarihsel doruktur. Patlayan atom bombaları en az 245 bin insanı katletmiş ve yayılan radyasyon 25 yıl etkinliğini sürdürmüştür. Bu kertedeki dehşet, 1939-1945 yılları arasında saptanmıştır. “ 52 milyon can ve 35 milyon yaralıya mal olan boğuşmanın feci yanı, nükleer silahın ilk kez kullanımıdır. Türkiye, İnönü’nün öngörülü yönetiminde 6 yıl süren savaş faciasından uzak kalmıştır.
İrdeleme:
Nükleer felaketin esasında 1914-1918 yıllarını kapsayan Birinci Dünya Savaşı’nın hesaplaşması yatar. Sömürgeci ihtiras, iki blok olarak çarpışan ülkelerin 38 milyon insanını; ölü, yaralı ve kayıp olarak ardında bırakır. Alman yayılmacı politikasının peşindeki Osmanlı devleti de milyonu aşan sayıdaki Anadolu evladını, Galiçya’dan Süveyş’e kadar emperyalizmin bir başka cephesi olan “İtilaf” kuvvetleri karşısında heder eder.
1919’larda “Megali İdea” senaryosuyla ana yurdumuzu işgal eden Yunan ordusu serüvenine kendi halkının çoğunlukla katılmadığı gerçektir. Yenilgiyi izleyen günlerde Yunanlılar, siyasal çığırtkanlardan hesap sorarlar. Savaştan sonra Atatürk ve Venizelos tarafından sağlanan dostluk, halkların yakınlaşması anlamında değerlendirilmelidir. “Yurtta ve dünyada barış” ilkesinin Yunan devlet adamlarının bilincinde yer ettirilmesi de etkili bir gelişmedir.
Versay” ve “Sevr” antlaşmalarının ağır hükümleri 1922’den itibaren Avrupa’da faşist karakterli gelişmelere yol açar. Alman Nazi’lerinin 1939’da yaktığı ateş genişleyerek Hiroşima ve Nagazaki’deki nükleer kıyımlara uzanır. Uzakdoğu’daki ABD-Japon sömürgecilik yarışı, savaşın ayrı bir bölümüdür. ’Tanrısal kudret” görülen İmparator adına Japonya, Asya ve Okyanusya’da toprak isteklerine girer. Filipinler’den, Küba’daki Guantanamo’ya kadar ada ve bölgeler kapan ABD, statüyü kollama peşindedir. ‘Pearl harbour’ baskını yapan Japon kamikazelerle, atom bombaları fırlatan ABD’nin amaçlarda farklılıkları yoktur. Emperyalizm, iki yanlı iş başı etmiştir.
Barış hayalciliği:
Orta Asya’daki Türk boylarından Kafkaslardaki Gürcülere, Amerika kıtasındaki İnka ve Aztekler’den Kongo’daki pigmelere kadar değişik toplumsal barış simgelerine rastlanır. Kafdağındaki ‘zümrüdüanka’ adıyla anılan görünmez barış yaratığı, Meksika’dan Ekvator’a doğru totemlerde yol alır. Asya’da Buda’nın kalbinden yayılarak yansır. Evrensel kabul ise güvercindir. Ama simgeleri dışlayan savaş düşkünü politikacılar, inanılması güç barış söylevlerinde en öndedirler. Dünyada yeni sömürge alanları ve pazarlar açmak veya enerji kaynaklarına ulaşmak üzere savaşçılıktan örnekler verirler. Hitler, Mussolini, Johnson, Bush ve Blair gibiler, keyiflerince biçtikleri barış(!) düzeni için sanki ‘zorunlu savaşlara’ girdiklerini öne sürmemişler midir?
Birleşmiş Milletler” örgütü 1945’te evrensel barışı gerçekleştirmek amacıyla kurulmuştur. Ama o tarihten beri emperyalist ülkelerin ağırlıklı denetiminde olmamış mıdır? Ayrıca sözde; “barış sağlamak için savunma güvenliği” savına sığınan saldırgan “NATO” gücü, Afrika kıyılarından Asya içlerine doğru siyasal ve ekonomik gasp seferlerinde değil midir?
Önemsenen ama niteliği bilinmeyen “Nobel Vakfı, barış ödülleri dağıtır. Mayın, dumansız barut ve dinamitin mucidi İsveç’li Alfred Nobel’in ölüm saçan buluşları, gelir kaynağıdır. Kız kardeşini deneyde öldüren Nobel, siperlerde katledilenler nedeniyle kınanır. Fransa’ya gittiğinde de kovulur. “Öncelikle barışa olan hizmetlerle fizik, kimya, edebiyat, tıp, ekonomi alanlarındaki katkıları ödüllendirdiğini” duyuran kurum, başta İsveç’te olmak üzere dünyadaki ağır silah ve savaş uçakları fabrikalarına ortak olmakta hiç sakınca görmez.
Vakfın ödüllendirdiklerinde ilginç isimler vardır. Biri; NATO ve İsrail’in kuruluşunda görevli olan General Marshall’dır. ABD adına yardım planı stratejisi uygulayan Marshall, Türkiye’ye para gönderme koşulunu, karayolları yapımına bağlar. Çünkü araç satışlarında, ülke alıcı olacaktır. Anadolu’da askeri üsler elde edilmesinden, üretimden çok montaj yeri olmasına kadar plan gerçekleşir. Marshall’ın çıkarcı yöntemi, çok ülkeyi de Washington’a bağlar.
Kurum, Sovyetleri yok eden, Balkanlar ve Kafkasya’da kanlı olaylarla ülkeler parçalatan sonra da ABD kentlerinde paralı konferanslar veren Gorbaçov’u da barış modeli seçer. Faşist Guatemala’nın ‘tek destekçisi’ unvanıyla tüm işbirlikçi ve savaşçı yönetimlere lojistik dost kesilen “fıstık tüccarı” ABD Başkanı Carter’e ve Kıbrıs’ı Yunanistan için armağan sayan BM Genel Sekreteri Annan’a barış ödülleri sunar. Türkiye’den çıkıp kendi halkının geçmişini “jenositle” suçlayan kalemi bile barışın dili olan edebiyat dalında ödüllendirir. Yaşamsal temelin esenlik gereği olan barış kavramını ödüllendirmede yanlı ve önyargılı olan bir Vakfın, diğer dallardaki ödül ölçütleri de araştırılmalıdır.
Sonuç:
Hiroşima ve Nagazaki’deki katliamlara akıl erdirmesi gereken dünya kamuoyu, her yıl hazin törenler izler. Ama silahlanma, savaşlar ve güya barışçıl (!) ödüller emperyalizm eliyle yine sürdürülür. Fazıl Hüsnü ise “Bura Hiroşima” başlıklı şiirinde şöyle der:
Sarı bir ışıkla / Yeşil bir ışıkla /Kara bir ışıkla, sessiz / Uçtu gövdeleri 245 bin kişinin / 90 bin yapıdan 62 bini artık masal / Ötesi; bir baca, bir duvar, bir direk / Yalnız beş yapı ayakta / Ta içi kavruldu 245 bin kişinin / Bura Hiroşima’dır, bu ilk atom bombasıdır / Resmi çıktı; / Kulelerin, atlarını kamçılayan arabacının taşa, toprağa / Çınladı canı 245 bin kişinin…”

Ertuğrul KAZANCI
Eğitimci-Hukukçu

Ertuğrul KAZANCI | Tüm Yazıları
Hits: 1632