Bir Dönüm Noktasında Kuşbakışı Ekonomi

~ 06.08.2013, Korkut BORATAV ~

Mayıs’ta başlayan dışsal bozulmayı dikkate alarak soruyoruz: 2013’ün encamı ne olacak? Seçim ortamına girerken, bu soru AKP için hayatidir. Zira, bu partinin varlığı büyük ölçüde iktidarda olmasına bağlıdır.

Geçen hafta bu köşede, Mayıs 2013’te dış kaynak hareketlerindeki gerilemeye bakarak sorguladık: “Ekonomi inişe mi geçiyor?”

Bugün de Nisan-Temmuz dönemine ait farklı verilere bakarak bu soruyu tartışmak istiyorum.

* * *

AKP’nin beş yıllık “Lale Devri” 2007’de son buldu. 2003-2007’nin ortalama büyüme hızı yüzde 7,2’dir. Sonraki iki yılda (2008-2009) ekonomi küçüldü; 2010-2011’de hızla canlandı; 2012’de durgunluğa sürüklendi. Bu ikinci beş yılın ortalama büyüme hızı yüzde 3,5’tir.

Mayıs’ta başlayan dışsal bozulmayı dikkate alarak soruyoruz: “2013’ün encamı ne olacak?” Bir yıl içinde seçim ortamına girmekte olan Türkiye’de bu soru özellikle AKP için hayatidir. Zira, bu partinin varlığı büyük ölçüde iktidarda olmasına bağlıdır. 2009 krizinin dip noktasında yapılan yerel seçimlerde AKP’nin önemli boyutlarda oy kaybına uğraması, ekonomik konjonktürün sandıklara yansıdığını göstermişti. 2013-2014’e ilişkin ekonomik öngörülerin önemi bu nedenle artıyor.

2013’ün ilk aylarına bakalım. Ocak-Mart döneminin milli gelir tahminleri yüzde 3 oranında bir büyüme veriyordu. Bu oran, bir önceki yılın aynı döneminde gerçekleşen büyüme hızının (yüzde 3,3) altındadır.

İki ay daha ileriye gidelim. Nisan-Mayıs’ta sanayi üretimi yüzde 3,3 oranında artarak yılbaşına göre bir kıpırdama göstermektedir, ama bu büyüme hızı hâlâ bir yıl öncesinin (yüzde 4,3) altında seyretmektedir. Haziran’da fazla değişiklik olmayacağını varsayarak, sanayi üretim verilerini (Ocak-Mart katsayılarını kullanarak) milli gelire taşıyalım. Nisan-Haziran 2013’te milli gelirin büyüme hızı yüzde 3,6 çıkacaktır. Bu iyimser öngörü, 2012’nin tekrarını vermektedir, o kadar…

Bu öngörü, Mayıs’ta dış kaynak hareketlerinde başlayan gerilemenin iç talebe, üretime, milli gelire yansımalarını içermiyor. Bu tür yansımalar birkaç ay gecikmeyle ortaya çıkar. Mayıs’ın ödemeler dengesi verilerini geçen hafta gözden geçirdik ve yabancı sermaye girişlerinin on iki ay öncesine göre yüzde 78 oranında gerilemiş olduğunu belirledik. Haziran-Temmuz’un kesin verileri henüz yok; ancak dolaylı göstergelere bakarsak dış kaynaklardaki gerileme süregelmektedir: Bu iki ayda Merkez Bankası döviz rezervlerini 4,5 milyar dolar daha eritmiştir. (Böylece, Mayıs sonrasında TCMB’nin rezerv kaybı 9 milyar dolara ulaşmıştır.) Kalkınma Bakanlığı haftalık (2 Ağustos) bülteninde, Haziran-Temmuz aylarında yabancıların tahvil, hazine bonosu, borsa ve mevduata bağlanmış portföylerinde 22 milyar dolarlık bir daralma olduğunu açıklıyor. Bu daralmanın da bir bölümü “sermaye çıkışı”dır. Diğer bölümü ise, hisse senedi ve tahvillerdeki değer kaybı ile doların pahalılaşmasının istatistiki yansımasıdır.

Kısacası, tüm göstergeler dış kaynak hareketlerindeki bozulmanın Temmuz sonuna kadar sürdüğünü gösteriyor. Milli gelir üzerindeki etki, yılın ikinci yarısında gözlenecek; Ekim sonrasında ise ekonomi güçlü bir olasılıkla küçülme patikasına girecektir.

Kıssadan hisse: Yılbaşında gözlenen durgunlaşma aşılamamıştır; ufukta küçülme vardır.

* * *

Ekonomi bu olumsuz konjonktüre ağır dış kırılganlıklar içinde girmektedir. Durgunlaşma ortamı içinde cari işlem açığını artırma becerisi, tipik bir “Türkiye mucizesi”dir. 12 aylık (Haziran 2012-Mayıs 2013 toplamı) cari açık 54 milyar dolardır ve bu toplam altı aydan beri yükselmektedir. Dış borç faizlerindeki artışın dış açığa yansımasını dikkate almayalım ve bu eğilimin daha da bozulmayacağını varsayalım. Ekonominin önümüzdeki 12 ay içinde salt cari işlem açığının finansmanı için bu düzeyde dış kaynak gereksinimi söz konusudur.

Dahası da var: Bu düzeye Mart’ta 350 milyar dolara ulaşan dış borçların kısa vadeli öğelerini de eklemek gerekiyor. Dış ortamın canlı olduğu dönemlerde vadesi gelen dış borçlar yenilenir; “döndürülür”. Dünya ekonomisinde belirsizlikler veya Türkiye’ye karşı güven aşınması oluşursa, özellikle kısa vadeli borçlar yenilenmeyebilir. Merkez bankalarının döviz rezervleri bu açıdan önem taşır. 2011 yılının ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin kısa vadeli dış borçları, TCMB’nin brüt rezervlerini aşmaya başladı. Mayıs 2013’te bu kredilerin toplamı 123 milyar dolar; TCMB’nin brüt döviz rezervleri ise 109 milyar dolardır. Bu rezervlerin yarısından fazlasının Merkez Bankası’na ait olmadığını; TCMB’nin yükümlülüklerinden oluştuğunu da belirtelim.

Cari açık ve kısa vadeli borçların toplamına, bir yıl içinde vadesi gelecek olan orta-uzun vadeli kredileri de eklersek, önümüzdeki on iki ayın dış kaynak gereksinimi 200 milyar doları bulabilecektir. Uluslararası finans ortamının bozulması, bu dışsal kırılganlık etkenleri ile birleşince Türkiye “riskli yükselen ekonomiler” kategorisine girmiştir. Bu durum, dış kaynak hareketlerinin 2013’te olumsuz doğrultuda seyredeceği öngörüsünü gerçekçi kılmaktadır.

Peki, ülke kritik bir seçim konjonktürüne girerken, siyasi iktidar bu olumsuz durumu sineye çekebilir mi? Önümüzdeki haftalarda tartışmak üzere...

(SolHaber)

Korkut BORATAV | Tüm Yazıları
Hits: 1229