Doğurgan Yalan

~ 10.07.2013, Mine KIRIKKANAT ~

Başbakan Erdoğan, Taksim Gezi’deki polis şiddetinden kaçmak için Dolmabahçe’deki Bezmiâlem Valide Sultan Camii’ne sığınan gençlerin içki içtikleri iddiasını; var dediği görsel kanıtların yokluğuna rağmen, günlerce, haftalarca sürdürdü.

Yetmedi, konuşlandıkları Gezi Parkı’nı kirlettiklerini, çimlere işediklerini falan da ileri sürdü.
Oysa Türkiye, daha önce bu kadar temizlik titizi insanı bir arada ve dünya, bu kadar kalabalık bir topluluğun, günlerce yaşadığı mekânı bunca temiz tuttuğunu hiç görmemişti.
Bugün sorsanız, Başbakan’ın aynı iddialarda ısrar edeceği, kesine yakın bir olasılıktır.
Ama Sayın Erdoğan, Taksim Gezi olaylarından bir yıl önce, tam olarak 2012 Nisan ayında da CHP’nin geçmiş iktidarında bir camiyi ahır yaptığını öne sürmüştü. Sonra anlaşıldı ki İzmir Seferhisar’daki 642 yıllık bu tarihi cami, asla ahır olarak kullanılmadığı gibi, göç yüzünden metruk hale düşmüşken, CHP’li Belediye Başkanı
Tunç Soyer tarafından restore ettirilip, yeniden açılmış.

 

***


Başbakan’ın on yıldır her vesileyle “onlar” diye ötekileştirdiği muhaliflerine yönelttiği sanrısal iddialar, elbette bu örneklerle sınırlı değil. Ne var ki ruhani liderin sanrılar üretme yeteneği Taksim Gezi olaylarıyla tavan yaparken; ruhaniye medyanın haram ve günah odaklı hayalleri de gemi azıya aldı.
İmam tayyare sesi çıkarır da cemaat uçmaz mı?
Sayın Erdoğan, direnişçi gençlerin camide içki içtiklerini hayal ederken; Diyanet fetvası cami köşelerinde seviştiklerini kurguladı. Hatta bir Akit yazarı,
“grup seks yapmış olabileceklerini” vurguladı.
Kendisini mümin muhafazakâr Müslüman tanımlayan belli bir kesimi çok öfkelendiren bir yazar olarak biliyorum ki, gerekçeli eleştiriye yanıtı çabuk tükenen bir zevat türü, kafasının basmadığı yerde, çişini kakasını bağıra bağıra söylediği çocukluk evresine döner. Artık oturağa oturmadığı için ilgili organların cinsel işlevini sayar, haram olsa da kullanımını üstlenir, ama ırzına geçeceği kişiyi önceden (gayrımüslim) kokona ya da fahişe olarak tanımladığından, zaten günaha da girmeyecektir!

 

***


Kelime dağarcıkları 500 kelimeyi geçmeyen, dolayısıyla düşünceleri de aynı sığlıkta bu kişilerin; cehalet, aptallık, hırsızlık, katillik gibi ağır suçlamaları asla hakaret malzemesi yapmayıp, yalnız belden aşağı organların cinsel işleviyle küfür etmesi elbette ilginç. Ama açıklaması da derin bir incelemeyi gerektirmeyecek kadar basittir.
Oysa ciddi olması gereken iktidar makamları ve basın organlarının, muhaliflerini günaha ve harama dayalı iftiralarla karalamalarını açıklamak kolay değildir.
Bu makam ve organların önce nasıl böylesine rahat yalan söyleyebildiklerini merak ettim, ardından kendi attıkları iftiralara inanıp inanmadıklarını sorguladım, epeyce.
Sonunda, şöyle düşündüm:
Muhaliflerini uyduruk darbe suçlamaları, çakma kanıtlar ve düzmece davalarla yıllardır içeri tıkan, gazetecileri, yazarları işinden attıran, parasız eğitim isteyen öğrencileri terörist diye tutuklayanların; bazılarını da camide içki içtiler, seviştiler, çimlere işediler gibi iftiralarla karalamasında şaşılacak ne olabilir ki?

***


Bu yalanları söyleyenler, Adem’in bir avuç çamurdan, Havva’nın da Adem’in eğri kaburga kemiğinden yaratıldığını da söyleyenler.
Bu yalanları söyleyenler, önünde deve semerinin art başı boyunda bir sütresi olmayan kimsenin namazını kadın, eşek, bir de kara köpek kateder, diyenler.
Bu iftiraları yayanlar, zaten TV TV gezip, insanlarla cinler arasında kıyılan nikâhları falan anlatanlar.
Bu iftiraları yayanlar, “
Cehennem’in ekser ahalisini de kadınlar olarak gördüm...” diyen Gazali’yi dillerinden düşürmeyenler.
Bu yalanlara inananlar da zaten aksırmayı Tanrı’dan bilip
“Elhamdülillah”, esnemeyi Şeytan’dan bilip “Yerhamükellah”, diyenler.
Doğdukları günden beri yalanla beslenenlerin, inandıkları yalanların üstüne yeni yalanlar uydurmasından ve uydurduklarına inanmasından başka ne beklenebilir?

G NOKTASI

Nasıl Başlar
Rüzgârların günleri nasıl başlar
dağlarda da eserler kavaklarda da
neleri taşırlar bu kadar gürültüde
karışır hasretler gurbetlerle
sonunda kalırlar büyük ovalarda
sessizce
denizlerin günleri nasıl başlar
bebek gülüşlü köpükleriyle
kızarlar mı dalgakıranlara
sabahlarla beraber mi seçerler
mavileri
balıklar balıkçılar
görmeyen gözlerinde
sonsuz hülyalar
insanların günleri nasıl başlar
ekmek kavgaları sevdalar
küçüklü büyüklü karınca şehirler
sıra sıra ayrılıklar
unuttum sanma
en önemlisi
ölümün hediyesi
hiç bitmeyen umutlar.

A.KADRİ ERGİN

“Yarım bir gerçek,
tam bir yalandır.”

ANONİM BİLGE

 

10 Temmuz 2013 - Cumhuriyet

Mine KIRIKKANAT | Tüm Yazıları
Hits: 1801