Gezi direnişi ve tutarlılık sınavı

~ 24.06.2013, Burak GÜRBÜZ ~

Toplumsal arz ve talebe göre şekillenen siyaset piyasasının belirlediği günümüz post-demokrasilerinde ilkeler üzerinden yapılan siyasetin gittikçe önemsizleştiğini söyleyebiliriz. Her günkü duruma göre değişebilen faydacı yaklaşımın çizdiği davranış kalıpları, toplumsal sorunların çözümünde kişileri tutarlılık kaygılarından arındırabilmektedir. Bu yaklaşım uzlaşı kaygılarını, tutarlılık kaygılarının çok önüne çıkarmaktadır. Karşıdakini ikna etmek için her türlü yolun mubah sayıldığı siyaset pazarında “kim kimi kandırırsa” ya da “kim yerse” mantığı, yükselen piyasaların iyi yönetişim modelinin pratikte uygulama biçimini gösterir. Örneğin Başbakan Erdoğan’ın halka hitaben konuşmasında Gezi direnişini karalamak için “Atatürk posterli protestocuların, terör örgütü yandaşlarıyla beraber direniş yaptığı” tarzında sözleri Kürtler ile yürüttüğü barış görüşmesini, sırf meydandaki insanları coşturabilmek için, feda edebilmektedir. Bir diğer örnek ise daha önceleri Atatürk posterli göstericileri faşist, beyaz Türk olarak niteleyen “bazı” liberal sol AKP yandaşlarının, Gezi protestocularına sahip çıkarak, her alanda destekledikleri Erdoğan’a “şimdilik” çıkışarak AKP’ye demokrasi dersi vermek istemeleridir. Tüm bu yaklaşımlar karşıdakine “mavi boncuk” dağıtmanın ötesinde, “ne pahası olursa olsun ama uzlaşı olsun” kaygısını taşımaktadır. Bu durum tabii ki, beraberinde tutarsızlığı getirecektir. Fakat Erdoğan’ın halk mitinglerinde yaptığı konuşmalarda asıl eleştiri konusu, genel uzlaşıya ve bu bağlamda “toplumsal faydaya” yönelik olmayıp tersine bölen, bölüştüren konuşma tarzı olmuştur. Başbakanın karşısındaki kesimi ikna etse bile toplumun diğer kısmını ondan uzaklaştıran bir üslubu benimsemesi siyaset piyasasında eleştiri konusu olmuştur. Oysa daha makul ve herkesi kapsayıcı olması, dört kişinin ölümü, üç kişinin gözünü kaybetmesi, onlarca kişinin ağır yaralanması, yüzlerce kişinin yaralanmasını, binlerce kişinin gazlanmasını neredeyse herkese “unutturup” Türkiye’de yeni bir dengenin ve istikrarın oluşmasını sağlayabilecektir. Fakat Başbakan Erdoğan bu yolu tercih etmemiştir. Öte yandan “AKP’nin Türkiye ekonomisini başarıyla yönettiği” savı, toplumsal uzlaşının sağlanması için çok önemli bir gösterge olmaktadır. Neo-liberal, küresel iktisatçılar ve siyasetçileri için bu yaklaşımın kendi temsil ettikleri kesimlerin çıkarlarına yönelik, doğru bir mantığı vardır kuşkusuz. Ama adına “sol” diyen “bazı” liberallerin AKP’nin ekonomik başarısını övmesinde düşüncelerinde ciddi bir paradigma kaymasının ötesinde, Gezi direnişinden hiçbir şey anlamadıklarını da göstermektedir. Bir kere Gezi’dekiler, Taksim meydanında yapılan kanunsuz düzenlemelerin ötesinde neo-liberal politikaların tetiklediği “rant” hırsı sonucu oluşan orman talanlarına karşı birleşmişlerdir. İkincisi meydandaki gençlerin çoğu öyle iddia edildiği gibi ekonomik geleceklerinden emin değillerdir. Nedeni şu kısacık yaşam süreleri içerisinde biri 2000-01 diğeri 2007-08 olmak üzere iki ekonomik kriz yaşamışlardır. Hali hazırda esnek iş gücü piyasalarının belirlediği iş güvenliğinden yoksun, zorlu çalışma koşulları, gençlerin istedikleri daha rahat, daha barışçıl bir dünya düzeniyle çelişmektedir. Bu şartlarda solcu olan birisi nasıl Türkiye’de iktisadi başarıdan bahsedebilir? Neye göre bir iktisadi başarıdır bu? Hangi kriterlere göredir başarı? Bunları açıklamak zorundadırlar. Üstelik yabancı memleketlerde iktisadın pozitif değil normatif bir bilim olması gerektiğini savunanların, küresel ekonominin çalışanlar üzerindeki baskısından dem vuranların Türkiye’ye gelince AKP’nin ekonomisini başarılı bulmalarına da açıklık getirmesi gerekir.

Yazının başına gelirsek iyi yönetişim modellerine dayalı post-demokrasi sürecinin uzlaşı kaygısı, tutarlılık kaygısının önüne geçmektedir. Bu bir anlamda toplumda iletişimin kopmamasına yönelik çabaların ürünüdür. Her ne kadar Cumhuriyetin, aydınlanmacılığın ilkelerinin, zaman zaman toplumsal faydacılığı göz ardı etmesini bir sosyal sorun olarak varsaysak bile, salt her türlü faydacılığı istismar eden, herkesin hoşlandığı dilden hitap eden ve o günü kurtaran bir söylemin de beraberinde tutarsızlığı bir sistem haline gelmesine vesile olduğunu unutmamak gerekir. Küresel sistemin, neo-liberalizmin desteklediği uluslar arası siyasal aktörlere baktığımızda (Bush’lar, Berlusconi, Sarkozy, Erdoğan, Bağış, Gökçek vs…) post-demokrasilerde geçmişe oranla piyasa ile daha barışık fakat bir o kadar da daha tutarsız ve sorumsuz politikacıların siyaset sahnesinde önem kazandığını görebiliriz.

Gezi olaylarının temelinde ekonomik kaygılar vardır. Bu kaygılar belki okuyan gençlerin birebir karşılaştıkları bir tasa olmasa bile, doğayı ve insanları sömürmekte olan küresel ekonomik sisteme, rant sistemine bir başkaldırıdır. Neredeyse her beş senede bir ekonomik krizin patlak verdiği bir dünyada gençler geleceklerinden hiç emin değillerdir. Bu işin bir boyutudur. İkinci boyutu siyasi kaygılardır. Hükümet ve yandaşları tarafından “beyaz Türk” ve faşist darbeci olarak yaftalanan kesimler, gençler buna isyan etmektedir. Atatürk’e sağ ve sol taraftan herkesin saygı göstermesini istemektedirler. Uzayan siyasi davaların toplumda inandırıcılığı her geçen gün azalmaktadır. O zaman bu davalara karşı oluşan olumsuz tepkilerin siyasi piyasa aktörleri tarafından neden kaile alınmadığını sorgulamaktadırlar. Kürtlerle yapılan toplumsal barış sürecinin kötü yönetilmesini ve her şeyin Başbakan’ın kontrolünde onun yönlendirmesiyle devam etmesini eleştirmektedirler. Bu kesimi yok saymak ve onları siyaset sahnesinden silmeye çalışmak mümkün değildir. İçinde ulusalcısı, kürdü, sosyalisti, liberali, Atatürkçüsü olan AKP ile küresel rant ekonomisi ile sorunu olan bu kesim, kendisinin toplumda AKP ve sol yandaşları tarafından aşağılanmasına artık tahammül göstermemektedir.
Son olarak AKP’yi şartsız koşulsuz destekleyenlerin, Anayasa değişikliklerine ve yargı süreçlerine kefil olanların, askeri vesayeti lanetleyip polis vesayetini ve hali hazırda Türkiye’nin ekonomik başarısını övenlerin, bugün televizyonlarda “kabına sığmaz” Erdoğan karşıtı söylemleri, “heyecanlı” Gezi izlenimleri, demokrasi havarisi kesilmeleri benim ve benim gibileri sadece güldürüyor. Bakalım yarın ne olacak? AKP destekçiliğini bırakıp bırakmayacaklarını bilmiyorum ama yeniden demokrat İslamcıları bir kaşık suda boğacak darbeci faşist beyaz Türkler martavalına başlamaları biraz zor gibi gözüküyor. Ama tabii bunun için de bu vebalı kesimin bu son olaylardan, özellikle Kürtler konusunda bazı dersler çıkarması gerekiyor.

(SolHaber)

Burak GÜRBÜZ | Tüm Yazıları
Hits: 1480