KELEBEK ETKİSİ

~ 04.06.2013, Av. Ali Musa SARIÇİMEN ~

Doğada ve sosyal yaşamda her şey karşılıklı bir etkileşim içindedir. Bu öylesine kuvvetli ve girift bir durumdur ki, çoğu hallerde “Kelebek veya Çığ Etkisi” diyebileceğimiz, gözle görülmeyen, küçük, basit, sıradan bazı değişiklikler, büyük ve öngörülemez köklü sonuçlar doğurabilmektedir. Lorenz'in dediği gibi “bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir."

Küçük bir grubun şenlik havasında başlayan Taksim Gezi Parkı eyleminin, kısa bir süre içinde tam da Lorenz’in sözünü ettiği “kelebek etkisiyle” büyümesi, birçok toplumsal dinamiği tetikleyip, milyonlarca insanı harekete geçirip, sokağa dökmesi, kasırgaya dönüşüp bütün ülkeyi sarması karşısında söylenecek çok söz var. Ancak birbirini hiç tanımayan, hatta çoğunlukla siyasi bir kimliğe dahi sahip olmayan milyonlarca insanın bütün ülkeyi saran bu protestosu karşısında gene de olan biteni kısaca özetleyecek olursak. Evet, “Game Over”, oyun bitti…

Evet, “demokrasicilik” oyunu burada bitti… İktidarın gerçek yüzü, basının ikiyüzlülüğü tüm açıklığıyla ortaya döküldü.

Tayyip Erdoğan’ın “ileri demokrasi oyunu” bitti. Özellikle Türk medyasının, iktidarın baskısıyla, burnunun dibinde yaşanan bu eylemler sırasında takındığı tavır, “üç maymunu oynama” hali her şeyi bir çırpıda ortaya döktü. Türk medyasının bu utanç verici aynı zamanda korkunç hali, ülkede bırakın “ilerisini”, demokrasinin “D”sinin, kırıntısının dahi olmadığını tam anlamıyla somut, net, tartışmasız bir şekilde açıkça orta koydu. Böylece AKP, temel karakterini, tam da susturduğu medya üzerinden bütün dünya kamuoyuna açıkça ilan etmiş oldu. Basının bu şekilde susturulması açıktan açığa faşizmin ilanıydı.

Oysa, daha düne kadar, AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte, özellikle dış basında "Türkiye'de demokratik yollarla seçilmiş, askeri darbe döngüsünü kırmış ve ekonomik refahı sağlamış bir hükümet” olduğu söyleniyordu. Bu bağlamda, AB müktesebatına uyum paketleri adıyla, gerek yasal gerekse kurumsal düzeyde “ileri demokrasiyi” önceleyen köklü değişikliklerle Türk “demokrasisi” ve kadim devlet geleneğinin revize edildiğinin altı özellikle çizilerek vurgulanıyordu. Ancak, Taksim Gezi Parkı tecrübesi, Türk “demokrasi” geleneğinin o milli ve aynı zamanda muhafazakâr kadim zihniyetinin bütün haşmetiyle dimdik ayakta olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ceberrut devlet aygıtının temel yapısında dünden bugüne değişen hiçbir şey olmadığını bizlere gösterdi. Artık bundan böyle hiç kimse Türkiye’de demokrasi olduğunu söyleyemez. Taksim kasırgası bir anlamda bunun tescili oldu.

Eylemcileri "çapulcu", alkol tüketenleri "alkolik” veya “ayyaş" olarak niteleyen, her şeye karışan, her şeyi bilen, her şeye muktedir, tek adam, milli şef pozlarıyla ve hala o kibirli, sorumsuz haliyle “bilmem kaç milyon kişiyi sokağa dökerim” söylemiyle göstericileri ve aynı zamanda tüm toplumu tehdit eden bir Başbakanı artık bu dakikadan sonra kimse ciddiye almaz, demokrasi adına savunamaz. Başbakanın bu otoriter tavrı elbette yeni değil. Eleştirilere hiç tahammülü olmadığını herkes biliyordu. Ancak son olaylar karşısında takındığı tavır, insanların yaşam tarzlarına açıktan açığa saldırması, halkına hakaretler yağdırması bardağı taşıran son damla oldu. Başbakan “Ustalık Döneminde” bu haliyle, ülkeyi yönetecek kudrette biri olmadığını bir kez daha açıkça gösterdi.

Biz onu, Hizb-i İslami örgütünün kurucusu ve Afgan mücahitlerinin lideri Gulbeddin Hikmetyar’ın dizinin dibine çökmüş halde çektirmiş olduğu fotoğrafla tanıdık. Hiç kimse böylesine skandal bir pozla gündeme gelen birinin bir gün Türkiye’nin Başbakanı olacağını ve hatta Cumhurbaşkanlığını pas geçeceğini düşünemezdi. Erdoğan’ın bu pozu her ne kadar Türk halkının hoşuna gitmese de, bildik yöntemlerle, ılımlı, dejenere edilmiş İslam projesi (BOP) kapsamında, medyanın o usta kalemşörlerinin elinde yok sayılarak, Erdoğan yeni baştan yaratıldı. Özenle hazırlandı, parlatıldı, cezaevine atılıp özgürlük kahramanı ilan edildi. Mazlumlardan, halktan yana ve de cesur yürek bir Kasımpaşalı olarak piyasaya sürüldü. Şişirildi, şişirildi, “one minute”le göklere çıkarıldı. Son olarak balonu Taksim’de patlatıldı. Patlayan balon, malum artık yama tutmaz…

Dizinin dibine çöktüğü Hikmetyar, görevde olduğu sırada, insanların giyim, kuşamına, gündelik yaşamına doğrudan müdahale etmiş, hatta radyo ve televizyonlarda müzik yayınlanmasını yasaklamış ve sinemaları kapatmıştı. Tıpkı onun gibi “değişti” denen bizim Kasımpaşalı da, ilkin mazlum, sonra her şeyi bilen, her şeye muktedir tavrıyla, anlaşılan o ki, silkinip kendine geldi, özüne döndü. Kimin ne içeceğine, kaç çocuk yapacağına, kadınların doğurganlığına, kürtaja, memleketin imarına, her şeye tek başına karar verir oldu.

Taksim Gezi Parkının kasırgasını besleyen temel dinamiklere baktığımızda, eylemcileri motive eden olgulara göz attığımızda birçok nedenin iç içe geçtiğini görüyoruz. Bir defa AKP’nin halktaki algısı, önüne çıkan her şeyi yıkmaya çalışan, kamu arazilerini talan eden müteahhitlerin partisi olduğudur. “Dünün mücahitleri bugünün müteahhitleri oldu” ifadesi, halk arasında yer edinmiş en temel duygunun dışa vurumuydu. Ülke ekonomisinin, sermayesinin bir bütün halinde el değiştirmesi, rant alanlarının yandaşlara açılması, sayısız yolsuzluk iddiası ve ekonomik faaliyetlerden diğer kesimlerin bir bütün olarak dışlanması bu algının oluşmasını sağlamış oldu.

Bugün hala siyasi açıdan güçlü olmasına, bütün devlet kademelerini yandaş kadrolarla doldurmasına rağmen, AKP hala komplolar üzerinden siyaset üreten, sürekli sızlanan, dert yanan, mağdur edebiyatı yapan muhalefet partisi gibi hareket ediyor. Sorumluluklarının bilincinde olmayan, halkı kendisine oy verenler üzerinden tanımlayan ve bu kesim dışındaki herkesi ötekileştiren söylemi toplumu ayrıştırıyor. Başbakan, herkesin Başbakanı olduğunu unutmuş görünüyor, daha bugün yaptığı açıklamada “benim polisim” derken, “benim vatandaşım” demeye dili varmıyor.

AKP hükümetine muhalif olanların, istisnasız tamamının terörist veya terör örgütü yanlısı gösterilmesi bir birinden habersiz milyonlarca eylemciyi bir araya getiren, onları motive eden en temel olgular arasında yer alıyor. Başbakan, eylemleri gösterip “bunlar ideolojik” derken, aslında dili varmıyor söylemeye ama gene “teröristleri” hatırlatıyor bizlere… Kendisine oy vermeyenleri, eylemlere katılanları bir çırpıda “terör” hanesine yazıyor.

Diğer yandan, AKP’nin Suriye politikası da, kendi tabanı dahil olmak üzere halk nezdinde destek görmüyor. Keza, Kürt açılımı, barış sürecine ilişkin politikaları da aynı şekilde ortada duruyor, belirsizliğini koruyor. Halk, adeta “dur bakalım ne olacak” havasında, şimdilik merak içinde bekliyor. Bu alanda da ciddi bir stres birikmiş durumda, her an patlamaya hazır bekliyor.

Olağanüstü akıl almaz şekilde kurgulanmış yargılamalar eşliğinde dijital verilerin, gizli dinlemelerin, gizli tanıkların, yasadışı delillerin kanıt olarak kullanılması, gizli soruşturmaların komplo iddiaları arasında sıradanlaşması, özel yaşama dair bilgi ve belgelerin soruşturma ve kovuşturmalarda delil niteliğini taşımadığı halde özellikle teşhir amaçlı kullanılması, devletin bütün kurumlarında AKP yandaşları ve ötekiler şeklinde inkâra gelmez kutuplaşmanın körüklenmesi, yargı eliyle açıkça yasadışı uygulamaların meşrulaştırılması, tüm bunların rutine binmesi vb. sayısız olgular bugün sokağa çıkmış insanları ciddi şekilde motive etmiş durumda. Ancak, iktidar hala tüm bunları idrak etmiş, anlayabilmiş değil. Bir iki ağaç meselesinden ideolojik akımlar yararlanmaya çalışıyor havasında…

Sonuç olarak, bu oyun burada bitti, bu balon artık yama tutmaz. Basının bu son halini görenler artık Türk “demokrasisi” palavrasını yutmaz. Görünen o ki, sistem çöktü, kartlar yeniden dağıtılacak, oyun, yeni aktörlerle yeni baştan kurulacak…


Av. Ali Musa SARIÇİMEN

Av. Ali Musa SARIÇİMEN | Tüm Yazıları
Hits: 2242