Burası işte böyle bir ülke!

~ 03.05.2013, Nuray MERT ~

İstanbul’daki 1 Mayıs görüntüleri, bu ülkeye, bu döneme ‘yakışmadı’ değil, çok ama çok yakıştı. Uyanın artık burası böyle bir ülke! Veya tek istedikleri uykuları kaçmasın olanlara sonsuz uykular, hayatlarını uyurgezer gibi yaşamaya devam edebilirler. Ama uyur gezerlerlik tehlikelidir;  aniden uyanmak, uyurken balkondan düşmek gibi tehlikeleri vardır. Nitekim, aniden uyananlar balkondan düşmeye başladı bile.

Evet, burası böyle bir ülke.  ‘Muhafazakarlar’ın demokrasisi, devletin, iktidarın, resmi ideolojilerin, baskıların, haksızlıkların sorgulanabildiği bir demokrasi değil, sadece muhafazakarın iktidar olduğu bir ülke. Kendileri iktidar olunca, devleti ele geçirince devletin kutsanmaya devam ettiği, kendileri iktidar olunca iktidarın sorgulanmasının yasak olduğu, eskisine değil ama, yeni resmi ideolojiye karşı çıkanların cezalandırıldığı, baskıların, haksızlıkların bin dereden su getirilerek meşrulaştırıldığı bir ülke. ‘Muhafazakar demokrasi’nin ne demek olduğunu artık çok iyi öğrendiğimiz bir ülke. Utanıp, sıkılmadan, İstanbul’u savaş alanına çeviren mülki idarenin değil, Taksim’de kutlama yapmakta ısrar edenlerin ‘sorumlu’ ve sorunlu ilan edildiği bir ülke.

Unutmayalım, bugünlere el birliği ile gelindi. Sol liberallerin ‘sivil otoriterlik’ kaygısına, ‘darbe yandaşlığı’, Ergenekonculuk yaftalaması yaparak gidişatın sorgulanmasının önüne dikildiği günlerden, 2010 Referandumunda, kendi evetlerinin BBP ile yan yana düşmesini bile mesele etmeyen arkadaşlarına, ‘hayır’ dedi veya boykot etti diye etmedik lafı bırakmayan demokrat ve liberallerin açtığı yoldan, ‘Kürtler ile barış, demokratikleşmeyi gölgede bırakmasın’ diyene ‘savaş yanlısı’ diye savaş açıldığı günlere geldik. Kutlu olsun!

Şimdi de, sendikalar keşke Taksim’de ısrar etmeseydi deniliyor. Ben de baştan ısrar etmeseler diyenlerdendim, ettiler. Şimdi düşünüyorum da, belki de doğrusunu yaptılar. Zira Taksim’in 1 Mayıs’a kapatılması gerekçesi, sahiden sadece ‘inşaat dolayısı ile güvenlik kaygısı’ olsa çaresi bulunmayacak şey değildi. Ama belli ki, asıl mesele iktidarın ‘olmaz’ dediği bir şeyde ısrar etmek! Gördüğümüz o ki, ‘emir demiri keser’ zihniyetine karşı çıkan cezasını buluyor. Bence asıl gösterilmek istenen de bu, bunu görmek istemeyene ‘ibreti alem’ olsun diye bedeli ödetiliyor. Bütün otoriter rejimler böyledir. İşte asıl mesele burada! Asıl karşı çıkmamız gereken bu! Bu noktadan sonra, bu tablo karşısında, ‘keşke ısrar etmeselerdi’ diyen, bir adım ötesinde işi sıradan bir özensizlikle açıklamaya çalışan herkes, dönüp dolaşıp, ‘itiraz edene’, ‘karşı çıkana’ nefes aldırmamakta ısrarcı bir iktidar zihniyetinin yedeğine düşmüş olacak.

Unutmayalım bugünlere böyle geldik. Konu ne olursa olsun itiraz etmeyi hak saymak yerine, itirazın konusunu tartışmaya açmak da bu kapıya çıkıyordu, itiraz edenin kimliği kişiliği ile mesafe koymak adına sindirme harekatlarına ses çıkarmamakta. Demokratlık adına, itiraz edenin ‘asıl maksadı şu’, ‘geçmişi bu’, ‘ demokrat değil’, ‘samimi değil’ denilerek susturulmasına göz yummak bir yana, destek çıkılan bir demokratikleşme sürecinin geldiği nokta işte burası. Laiklerin çoğunun demokrasi gibi bir derdi olmadığını en yakın örnek 28 Şubat’tan biliyorduk. Demokrasi derdi olmayanların sırf muhafazakarların iktidarına tahammül edemediği için demokratlık adına muhalefet etmeye başladıklarını kestirmek zor değildi. Ama demokrasi tam da böyle bir şey; kimliğe, niyete, kişiliğe, geçmişine bakılmaksızın temel hak ve özgürlüklerin tavizsiz savunulması. Geçtiğimiz on yıl içinde, biz bu noktadan uzaklaşıp, savrulduk, bu savruluş kılık değiştirerek devam ediyor. Önemli olan bu, gerisi teferruat; ama bizi daha otoriter bir geleceğe taşıyan teferruatlar.

(Birgün)

Nuray MERT | Tüm Yazıları
Hits: 1344