Anaysa Mahkemesi ve geleceğin karanlığı!

~ 26.04.2013, Rıfat OKÇABOL ~

Bilindiği gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM)’nin kararları tüm üye devletleri bağlayıcı kararlardır. Üye ülkelerin mahkemeleri bile AİHM’nin kararlarına uygun kararlar almak zorundadır. AİHM, önceki adıyla Avrupa İnsan Hakları Komisyonu olarak, 3 Mayıs 1993 tarih ve 16278/30 sayılı dosyada, laiklik ve dinsellik arasındaki ilişkiyi irdeleyerek şu kararı almıştır. “Özellikle halkının büyük bir çoğunluğunun belli bir dine mensup olduğu ülkelerde, bu dinin sembollerinin ve uygulamalarının herhangi bir yer ve biçim kısıtlaması olmadan kullanılması, bu dini gerekleri yerine getirmeyen veya başka dine mensup öğrenciler bakımından baskı oluşturabilir.”

Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin aldığı kararlar da,Türkiye hukukunda içtihat oluşturup mahkemeler ve AYM dahil tüm kurumları bağlayıcı kararlardır. AYM, E.1985/1, K.1986/4 sayılı kararında, “Yasa koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir şekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya engelleyecek... biçimde kullanılamaz” demiştir.

AYM, 7 Mart 1989 tarih ve 1989/1 Esas, 1989/12 sayılı kararında da laikliği şöyle tanımlamıştır: “Laiklik, egemenliğe, demokrasi ve özgürlüğü ve bilgi bileşimine dayanan toplumsal bir atılım, siyasal, sosyal ve kültürel bir yaşamın çağdaş düzenleyicisidir... Laik düzende din, siyasallaşmadan kurtarılır, yönetim aracı olmaktan çıkarılır, gerçek saygın yerinde tutularak kişilerin vicdanlarına bırakılır. Böylece siyasal yaşamın kaynağı bilim ve hukuk olur.” AYM bu kararında, devlet, demokrasi, hukuk, din ve vicdan özgürlüğü, eğitim ve öğretim hakkı ile lâiklik arasındaki ilişkileri de şöyle tanımlamıştır. “Modern devlette din, kimi haklara sahip olmanın şartı değildir. Günümüzde devlet, vicdan hürriyetine olabildiğince saygılı, bünyesinde çeşitli din ve mezheplere inananlara ve bunlara ait teşekküllere yer veren bir kurumdur. Lâik devlette herkes dinini seçmekte ve inançlarını açığa vurabilmekte, tanınmış olan din ve vicdan özgürlüğünün sınırları içerisinde serbesttir. Hiçbir dine itikadı olmayanlar için de durum aynıdır. Lâik bir toplumda herkes istediği dine ya da inanca sahip olabilir. Bu husus yasa koyucunun her türlü etki ve müdahalesinin dışındadır. Gerçek vicdan hürriyetinden ancak lâik olan ülkelerde söz edilebilir. Dinlerden birini devlet olarak tercih fikri, ayrı dinlere mensup vatandaşların kanun önünde eşitlik ilkesine aykırı düşer. Lâik devlet, din konusunda, inancına bakmaksızın, yurttaşlara eşit davranan, yan tutmayan devlettir.”

Ağustos 1997’de sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulamasını başlatan yasanın, dini öğretimi engellediği gerekçesiyle, iptal edilmesi için dava açılmıştır. AYM, bu davayı 16 Nisan 1998 tarihinde reddetmiştir. AYM bu ret kararında laik devlet ve din ilişkisi konusunda şu yorumu yapmıştır: “Laik devletin doğası gereği resmi bir dini bulunmaması belli bir dine üstünlük tanınmamasını, onun gereklerini yasalar ve diğer idari işlemlerle geçerli kılmaya çalışmamasını gerektirir.”

AYM, E.2008/34, K.2008/153 sayılı kararında da, “Hukuk devletinin tanımına giren unsurlardan birisi de, kamu yararı düşüncesi olmadan herhangi bir yasanın kabul edilmeyeceğidir. Tüm yasaların genel amacının kamu yararı olduğu bilinen bir gerçektir. Haksız olan, yanlış olan, adil olmayan bir yasal düzenlemenin amacı, kamu yararı olamaz. Hukuk devleti ilkesi gereğince, yasama işlemlerinin kişisel yararı değil, kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılması esastır. Bir kuralın Anayasaya aykırılık sorunu çözümlenirken, ‘kamu yararı’ konusunda Anayasa Mahkemesi’nin yapacağı inceleme de, yasanın kamu yararıyla yapılıp yapılmadığını araştırmaktır. Anayasanın çeşitli hükümlerinde yer alan kamu yararı kavramının Anayasada bir tanımı yapılmamıştır. Ancak Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında da belirtildiği gibi, kamu yararı, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarardır. Bu saptamanın doğal sonucu olarak da, kamu yararı düşüncesi olmadan yalnız özel çıkarlar için veya yalnız belli kişilerin yararına olarak yasa kuralı konulamaz. Böyle bir durumun açık bir biçimde kesin olarak saptanması halinde, söz konusu yasa kuralı Anayasanın 2’nci maddesine aykırı düşer ve iptali gerekir” demektedir.

4+4+4 yasası, AİHM ile AYM’nin yukarıda örneklenen karar ve yorumlarıyla olduğu kadar Anayasa’nın özellikle 2, 10 ve 42’inci maddeleriyle de birebir ilişkilidir. 1982 Anayasası’na göre Türkiye, “…başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir" (m.2); “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. ... Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” (m.10); “Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz. ... Eğitim ve öğrenim Atatürk ilkeleri ve devrimleri doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz” (m.42).

Ayrıca bilindiği gibi, 1982 Anayasası’nın 174 üncü maddesinde tek tek sayılan Devrim Yasaları anayasal korumaya alınarak, bunlara, bir çeşit anayasal norm niteliği kazandırılmıştır. 174’üncü maddede yer alan Devrim Yasalarından biri de, 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat (Öğretimin Birleştirilmesi-Öğretim Birliği) Kanunu’dur. Bu Kanun’un 4’üncü maddesi, “Milli Eğitim Bakanlığı, dini bilgiler konusunda yüksek uzmanlar yetiştirmek üzere üniversitede bir İlahiyat Fakültesi kuracak ve imamlık ve hatiplik gibi dini hizmetlerin yerine getirilmesiyle görevli memurların yetişmesi için de ayrı okullar açacaktır” demektedir. Dolayısıyla Anayasal olarak imam hatipler, imamlık ve hatiplik gibi dini hizmetleri verecek kişileri yetiştiren, örgün ve zorunlu eğitimin bir parçası olmayan, ayrı okullardır. Dolayısıyla 4+4+4 yasası, bir Anayasa maddesi niteliğinde olan 430 sayılı yasayla da birebir ilişkilidir.

4+4+4 yasası ile imam hatiplerin 5’inci sınıftan başlatılıp örgün ve zorunlu eğitimin ana kanalı haline getirilmesi ve iki seçmeli din dersinin konması, yukarıda değinilen Anayasa maddelerine aykırı olduğu gibi, AİHM’nin ve de AYM’nin yukarıda örneklenen karar ve yorumlarına da aykırıdır.

2010 Anaysa değişikliği sonrasında yapılandırılan AYM, bugüne kadar AİHM ile AYM’nin oluşturduğu hukuksal durum yanında yukarıda değinilen anayasa maddelerini de yok sayarak, laikliğe, 1982 Anayasası’nın ruhuyla ve içeriğiyle bağdaşmayan ve kerameti kendinde olan yorumlar üreterek, muhalefet eden üyelerin yorumlarına da aldırmayarak 4+4+4’ün hiçbir maddesini Anayasaya aykırı bulmamıştır!

Yeni AYM’nin kerameti kendinde olan yorumlarının bir bölümü şöyledir. “Eşitlik ilkesi, aynı durumda olanlara aynı, farklı konumda olanlara farklı kuralların uygulanmasını gerektirir; Laik devlet tarafsızdır ama toplumun dini ihtiyaçlarının karşılanmasına kayıtsız değildir. Anayasa, çoğunluk dininin inanç, ibadet ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik resmi mekanizmalar öngörmüştür; Laiklik, bireyin ya da toplumun değil, devletin bir niteliğidir.” AYM, bu ve benzeri yorumlarıyla karanlık bir geleceğe kapı açmaktadır.

(SolHaber)

Rıfat OKÇABOL | Tüm Yazıları
Hits: 1367