Oluşturucu sözler...

~ 15.03.2013, Ali MERT ~

Aslında “sağlam aforizmalar” ya da mottolar da diyebiliriz bu sözlere. İnsanların ezbere bildikleri, sık sık ya da bir punduna getirdiklerinde tekrar ettikleri, onları çok etkileyen, icabında yaşam felsefesi haline getirdikleri ya da hayatlarında şiar edindikleri sözler...

Yüksek bir soyutlama da olabilir, basit bir indirgeme de. Bir şairin dizesi de, bir filozofun belirlemesi de. Bir atasözü de olabilir tabii ki, bir edebiyatçının incisi de. Tek cümlede (olmadı, birkaç cümlede) nasıl belirleniyorsa artık hayat felsefesi, işte onun ta kendisi…

Evet, tek bir sözle o iş olacak bir şey değil ama, yine de “bireyin oluşumu”nda, hayata, topluma ve kendine bakışında etkili olabilen sözler var. Bu yazı kapsamında, kolaylık olsun diye “oluşturucu sözler” diyelim isterseniz onlara. İstemeseniz de dedik zaten. İnşa edici, yapıcı, açıklayıcı, kurcalayıcı, uyarıcı vb. de olabilirlerdi. İleride öyle de olurlar belki...

Farklı yaş dönemlerinde/ dönümlerinde ve yine farklı kitaplarla/ düşüncelerle karşılaştığınızda değişebildiklerine göre, değişken bir özellikleri de var bu sözlerin.

Bu değişkenliği de gözeterek iki kategoriye ayırabiliriz aslında onları:

Birincisi, genel rehber ya da bayrak özelliğinde, gerçekten yaşam felsefesine kayan sözler. İkincisi, bağlamına, durumuna uygun olarak “gelenler”; felsefenin çeşitli dallarına dağılabilenler.

Birinci kategori, bir ya da birkaç söze indirilebiliyor/indirgenebiliyor. İkinci kategori kalabalık, birçok sözden oluşabiliyor. Sonuçta hepsi oluşturucu sözler!

Nereden geldi aklımıza peki bu konu? Tabii ki sosyal mecradan. Bugünlerde daha “anlamlı”, daha “kucaklayıcı” bir kaynak bulmak zor. Birincisi, orada herkesin kısaca kendini, hayata bakışını tanıttığı “mühim sözler” bölümü var. Bir başka ifadeyle, “sosyal mecra hesapları” dolayısıyla herkesin mottosu meydanda; “oluşturucu sözleri”yle dolaşıyor insanlar. Örneğin genel rehber ya da bayrak özelliğindeki sözler arasında – tabii arkadaşlarımın nitelikleri/genel karakterleri de bu “görüntü”de büyük bir rol oynuyordur mutlaka – Ulrike Meinhoff’tan bildiğimiz “Üzgün olmaktansa öfkeli olmayı yeğlerim” gibi sözler, Twitter dünyasında hep ön sıralarda son zamanlarda.

Geçenlerde, bana okumayı sevdiren büyüklerim arasında da önemli bir yeri olan değerli öğretmenlerimden Şadiye Yılmazgil, öbür sosyal mecrada, Facebook’ta, Nietzsche’den bir söz paylaşınca da geldi aklıma: “Çöl büyür, vay haline içinde çöl saklayanların”... Kimbilir kaç kez, kaç yazıda tekrar etmişimdir bu sözü, bir punduna getirip kitaplara da sokmuşumdur, ne kadar sık aklımdan geçmiştir vb. Beri yandan, yine Nietzsche dolaylarından, örneğin “Uçurumun içine baktığımda, uçurumun da benim içime bakması” pek söz konusu değildir.

Yine geçenlerde, 9 Mart tarihinde, Kemal Özer’in doğum günü olduğunu fark ettim (ilgili köşeye bakma alışkanlığınız varsa, Facebook, arkadaşlarınızın doğum günleriyle ilgili olarak uyarır sizi zaten!), hüzünlendim .(Bu arada, Kemal ağabeyi anmak yerine, yeni yaşını kutlayan, “nice sağlıklı yıllar” dileyen “arkadaşları”nın da olduğunu fark ettim, bir başka türlü daha hüzünlendim). Kemal ağabeyin hiç peşini bırakmadığı ya da Kemal Özer’in hiç peşini bırakmayan iki “oluşturucu söz”ü vardı, onlar da aklıma geliverdi: Orta Avrupa taraflarından bir atasözü olan, “Umut en son ölür” ile Uzak Asya taraflarından bir başkası; “Yaralı bir kaplanın sırtına binersen bir daha inemezsin.”

Gerçekten de, “meseleler”in en sonuna varıncaya kadar, en dibine dek, umutsuzluğa kapılmamak gerek... Risk almadan da, mücadele etmeden de, gemileri yakıp işlere girişmeden de, inemeyeceğinizi bilseniz bile yaralı kaplanın sırtına binmeden de, “bu işler” olmaz işte... Bu şekilde barındırdıkları çağrışımlardan ya da Kemal ağabeyi ne kadar derinden etkilediğini düşündüğümden olsa gerek, o sözler bana da ait artık. (*)

Kimisinde bir, kimisinde iki tane olabilir bu sözlerden; zorlarsam, günlükleri, kitap notlarını falan bir güzel karıştırırsam yüzlerce çıkabilir benden! Tabii ikinci tür oluşturucu cümlelerden, yani, konusu açıldığında/bağlamı geldiğinde, dilin ucunda, aklın kenarında beliriverenlerden.

Mesela, “Tarih uykuya yattığında düşünde sayıklar ozan” demeniz için Octavio Paz’dan, durgun bir dönemde yaratıcı insanların sancılarına dair bir konuya dalmış olmanız gerekebilir. Bana arada oluyor.

“Başkaları cehennemdir” demeniz için ise, bireyselliğe, varoluş meselelerine temas etmeniz icap eder herhalde, durduk yere niye diyesiniz? Otobüste, minibüste ya da metrobüste vatandaş ayağınıza bastığında bu kadar derine inmeniz gerekmez, (içinizden) küfreder, bir “öküz” yapıştırır geçersiniz.

“İki insanın birbirine değil, birlikte ileriye bakmasıdır gerçek aşk” diyecekse birileri, sevdaya dair/sevdaya dahil bir bağlamın içinden geçiyor olması, ilişkilerinin niteliği üzerine düşünüyor olması lazım, öyle değil mi?

“Sanat sepet işleri”ne değinecek, ödül mekanizmalarıyla uğraşmayı deneyeceksiniz, “Ödüllendirilmek bir yargıcın mülkü olmaktır” dersiniz John Berger’den, kestirmeden biter, gider.

Ölünce sevdiğiniz biri, “O güzel insanlar, o güzel atlara bindiler, gittiler” diyebilirsiniz tabii hemen, Yaşar Kemal’den.

Sol siyasetteki ayrımlara baktığınızda, “Ayrılıp birleşmelerin tarihi olmadan bir yol oluşmuyor” zaten, tıpkı Yalçın Küçük’ün dediği gibi, öyle değil mi?

Uzatmayalım, dediğimiz gibi, günlükleri, kitap notlarını karıştırsak yüzlerce çıkar belki de bu “oluşturucu sözler”den. Tabii yazıp çizen biriyseniz, kendi “uydurduklarınız” da olabilir. Bir kitaptan ve yazardan geldiği gibi, şarkı sözlerinden türeyenler de olabilir. Ve tabii ki şairlerden, şiirlerden, dizelerden. Atasözü, özlü söz, kotasyon falan filan, aforizma kaynağından bol ne var?

Her taraf alıntı gerçekten de – onulmaz yapısalcılık karşıtları duymasın – her şey daha önceden söylenmiş neredeyse. Daha çok okuyun, notlar alın; belli bir müddet sonra da bu kitap notlarınızı, günlüklerinizi karıştırmaya başlayın yeter ki. “Gençken kendimiz için farklı gelecekler yaratırız; yaşlandığımızda ise başkaları için farklı geçmişler uydururuz” demiş biri (Julian Barnes mıydı, neydi?). Daha geçen hafta öğrenmedik mi?

Bitirirken, bu “parçalı sözler”i bir kenara bırakıp, yine genel rehber ya da bayrak özelliğindeki oluşturucu sözlere ve sol camiaya geri dönersek; “Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği” bugünlerde her yerde. Rosa’nın dünyasından yola çıkıp “Ya barbarlık ya sosyalizm” diyenler ise azaldı. Dönemin ruhunu okumak açısından anlamlı olabilir bunların “istatistiği”ni tutmak, yükseliş ve gerileyiş trendlerini gözlemlemek sanki! İyi bir örneklem bulmamız gerekir tabii.

Örneklemi bulup seçmek ise gerçekten zor mesele. “İnkâr edemeyecek kadar çok, ikna olamayacak kadar az şey bilenler” var aramızda hep neticede. John Fowles muydu bunu “yumurtlayan” acaba, Fransız Teğmenin Kadını’nda ya da benzer bir eserde? Onca yazar ve filozofun ardından yaşıyor olmamız bir yana, onların motto tipi sözlerinden sonsuz türev de alabiliyoruz her zaman; “türev alıyorum öyleyse varım” hesabı.

Neyse, daha fazla uzatmayalım, siz de dilerseniz gönderin kendi oluşturucu sözlerinizi; dönemin ruhunu ya da insanlarımızın psikolojisini “okumamız” için anlamlı şeyler çıkarsa, ileride başka bir yazıda daha işleyebiliriz bu meseleyi.

Belli de olmaz tabii gelecekte ne olacağı, yaralı bir kaplanın sırtındayız sonuçta…

[email protected]


Notlar:

(*) Kemal ağabeyin beklenmedik ölümünün ardından bir veda yazısında değinmiştim bu sözlere. Sözcükler dergisi yazıyı bir hayli kısaltmak durumunda kalmıştı (işin içine duygusallık girince, “byte” limitlerine uymak zorlaşmıştı) ama tamamına şuradan ulaşılabilir: http://www.haberveriyorum.net/haber/ali-mert-kemal-ozer-icin-olumden-ozd...

Dipnot 1: İki hafta önceki yazıda geçen ve ilgili afiş üzerindeki halleri okunamadıkları için eksik yazılan isimlere dönük olarak, geçen hafta Hikmet Yaman ve Doğan Özgüden’den bazı düzeltiler gelmişti. Geçen haftaki yazının dipnotunda yaptığım bu düzeltmelere, bu hafta son bir düzelti de Metin ağabeyden (Çulhaoğlu) geldi. (Epey karmaşık bir anlatım oldu değil mi?) Bu düzeltiye göre, ilgili afişte yer alan kişiler arasında Raşit Oğuz olarak belirttiğim ismin doğrusu da, Reşit Oğuz olacak. Yine Metin ağabeyden gelen, Reşit Oğuz’u birkaç yıl önce yitirmiş olduğumuz bilgisini de en sona üzülerek ekliyorum.

Dipnot 2: Söz eski yazılardan açılmışken, üç hafta önce yazdığımız “Yalçın Küçük üzerine tespitler” yazısı ardından da bir dizi tepki aldığımızı belirtmeden olmaz. Kendisinin gelecek hafta, 21 Mart Perşembe günü duruşması var. Özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum. Kavuşsun ki dışarıdayken daha rahat tartışma olanağına kavuşabilelim, öyle değil mi? Aynı davalar sürecinin mağdurlarından Coşkun Musluk’un internette başlattığı bir imza kampanyası da var. Anlamlı bulduğum ve katıldığım bir metinle “Yalçın Küçük’e özgürlük” talebi dile getiriliyor. Okurları imzalamaya/ desteklemeye çağırıyorum: http://imza.la/yalcin-kucuk-e-ozgurluk

(SolHaber)

Ali MERT | Tüm Yazıları
Hits: 1479