Paşam, paşam, sen kalk ben yatam... (Can SOYER)

~ 16.02.2013, Can ATAKLI ~

Başbakan Balyoz davasından tutuklu bulunan emekli askerlerden Ergin Saygun’u hasta yatağında ziyaret etti ya; bir temaşa, bir temaşa…

Saygun’un ailesi başta olmak üzere, liberal köşe yazarları, sosyal medya ombudsmanları ve siyaset dünyasının allameleri serin serin ferahladı. Kimsenin aklına “ya hasta olmayanlar ne olacak” sorusunu sormak gelmediği gibi, devrimci tutsakların neden aynı haktan yararlanamadıklarını tartışmaya açacak dürüstlük ve cesaret de görünmedi ortalarda.

Hakkını vermek lazım, Başbakan da iyi kıvırdı son rolünü. Hani neredeyse, iki damla da yaş akıtıp gözlerinden, “paşam, paşam, sen kalk ben yatam” deyiverecekti Saygun’un baş ucunda. Yapmadığı şey değil, Erdal Eren’in adını ağzına sakız edip kürsüde gözyaşı döktüğü günler de oldu bu Başbakan’ın.

Bu Başbakan demişken…

Ergenekon ve Balyoz davaları paçalarından pislikler aka aka devam ederken, çıkıp avaz avaz tutuklamaları savunan bir Başbakan’dan bahsediyoruz.

Gazeteciler, yazarlar, aydınlar, öğrenciler ve en son avukatlar sepete doldurulup hapislere tıkılırken, “ne gazetecisi, ne avukatı, bunlar terörist” diyen de bu Başbakan.

Şimdi kalkıp hasta yatağında bir emekli askeri ziyaret edince, birden ılımlılığı, uzlaşmacılığı, hatta insancıllığı keşfedildi Başbakan’ın.

Şaka değil, Roboski’de katledilenlerin ardından “neyse parası veririz” demeye getiren bu zat için insancıllıktan söz edenler dahi oldu. Utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan…

Kuşkusuz bu değişkenlikleri Başbakan’ın mizacına bağlayanlar çıkacaktır. Kimilerine göre, Başbakan aslında iyi de çevresi kötü, ne geliyorsa Başbakan’ın çevresindeki ekibin iş bilmezliğinden geliyor başımıza. Kimilerine göre ise, bu bir saldırıp bir okşamalar, bir küfredip bir ağlamalar Başbakan’ın şeker hastalığından oluyor. Muhteremin şekeri düşmeye görsün, basıyor kalayı. Muhtemeldir ki kimileri daha da ileri gidip, işi Başbakan’ın şizofren olmasına bile bağlayabilir.

Bunlar işin ciddiyetsiz kısımları. Burjuva düzeninin idaresinin, kan şekerine ya da ruh haline göre dengesizlikler gösteren bir siyasetçiye teslim edilebileceğini sanmak ise, saflıktan da öte bir haldir.

Ancak bir de “politik analistler” var tabi. Onlar elbette bu tür kahvehane dedikodularına itibar etmeyip, meseleleri “geniş kapsamlı” ve “derinlikli” bir siyasal zemine oturtarak analiz ettiklerini iddia etmektedirler. Ve iddia edilene bakarsak, Başbakan’ın özel olarak Saygun’u ziyaret etmesi, genel olarak da ayarsız ve tutarsız çıkışları, esasında AKP ile cemaat arasındaki kavganın tezahürleridir.

Yani Başbakan aslında yürütülen çeşitli davaların hukuksuzluğunu en başından beri biliyor ve bu durumdan rahatsız oluyordu. Ancak iktidar bloğu içerisindeki cemaat desteği açısından ses çıkarması ya da itiraz etmesi mümkün değildi. Şimdi koşullar değişmeye başladı; Erdoğan ve ekibinin cemaat karşısındaki gücü ve özerkliği arttı; dolayısıyla verili durumu avantaja çevirmek isteyen Erdoğan cemaati zayıflatacak hamlelerini yapmaya başladı.

Nihayet gerçek Erdoğan, yani demokrat, ılımlı, hatta insancıl Erdoğan ortaya çıkıyordu. Hep beraber Ertuğrul Özkök’ün dolmuşuna binip, şen şakrak alkış tutabilirdik artık.

Ancak kazın ayağı öyle değil…

Her şeyden önce, AKP ile cemaat arasında var olan çekişmenin bu denli abartılmasının ne nesnel bir zemini, ne de kanıtlayıcı verileri olduğunu düşünüyorum. AKP ile cemaat arasında hiçbir sorun olmadığını, hatta böyle bir çekişmenin hiç olmadığını falan iddia ediyor değilim. Meselem, bu çekişmenin bir siyasal söylem olarak üretilmesine ve işlevlerine daha yakından bakmakla ilgili. Yoksa pürüzsüz bir uyum, sadece AKP ile cemaat arasında değil, burjuva siyasetinin hiçbir aktörü arasında mümkün değildir zaten. Dolayısıyla, çekişmeler, sürtüşmeler, itişmeler normal olanı ifade etmektedir, “şaşırtıcı” olanı değil.

Daha ötesi, alternatif ve bağımsız bir siyasal mücadele çizgisinin, asla söz konusu çatlağın içine doğru uzatılmaması gerektiğidir. Kendisini bu çatlağın içine yerleştiren, bu çatlakta bir canlanma ve güçlenme ihtimali gören, söz konusu çatlağı mevcut siyasal yapının zayıflatılmasına ya da yıkılmasına hizmet edecek bir mümbit toprak olarak değerlendiren her siyasal akım, kritik uğraklarda ezilmek zorunda kalacaktır. Ezilecektir, çünkü çatlağın tarafları, icabında çatlağı kapatmak konusunda da hayli mahirdirler ve kapanan çatlakta arada kalanlar kaçınılmaz olarak ezilecektir.

Ancak asıl önemli olan, medyanın bilinçli olarak şişirdiği, kimi muhaliflerin de utangaç bir hazla kapıldıkları bu çatlak edebiyatının, AKP’yi aklamaktan başka bir işe yaramamasıdır. AKP ile cemaat arasındaki çatlak ya da sürtüşme ya da mücadele konulu haberler ve yorumlar hep AKP’ye ve Erdoğan’a yazmakta, her seferinde bu ikiliden bir “iyi polis-kötü polis” uyarlaması türetilmektedir.

Bu zevksiz uyarlamada, nedense, bütün kötülükler, hukuksuzluklar, usulsüzlükler cemaat tarafına düşerken, iyilikler, iyi niyetli çabalar, uzlaşma ve diyalog arayışları AKP’ye düşmektedir. Sonuçta, AKP iktidarı tarafından yönetilen, bakanları, milletvekilleri, valileri, savcıları, hakimleri, emniyet müdürleri, istihbaratçıları AKP tarafından belirlenen bir ülkede, tüm kötülükler muhayyel bir cemaate atfedilebilmekte; AKP sütten çıkmış ak kaşık haline gelebilmektedir.

AKP ile cemaat arasındaki sürtüşmenin siyasal bir anlamı ve önemi varsa, işte tam da buradadır.

Cemaat, AKP’nin pisliklerini temizlemek için kullanılan bir hamam kesesi, tüm kötülüklerin kaynağı olan bir masal cini, her türlü sorumluluğun üzerine yıkılacağı bir günah keçisi, muhalefet imkanı arayanlara uzatılan bir yalancı memedir.

AKP karşısında ağlaşıp duranlara, şimdi aynı meme tekrar uzatılmaktadır.

Tabi bir de şu var.

Adalet talebi, mevcut adaletsizliğin sona erdirilmesi kadar, geçmiş adaletsizliklerin hesabının sorulmasını da içerdiği ölçüde anlamlı ve insancıldır.

Yoksa insanlara yıllarca eziyet etmiş, ettirmiş, edilmesine izin vermiş birinin önünde, bir gün bu eziyete son vermeye karar verdi diye yerlere eğilmek, basitçe, köpekliktir.

(SolHaber)

Can ATAKLI | Tüm Yazıları
Hits: 1086