Adalet Kültürünün Çöküşü...

~ 08.02.2013, Ahmet CEMAL ~

Dün, yani 7 Şubat Perşembe günü, Cumhuriyet’te Ümit Zileli’nin “Düz Çizgi” köşesinde, “Utanç…” başlıklı yazısını okuduktan sonra kendi yazımın başına geçtim. Zileli, yazısında Alman papaz Martin Niomüller’in 1930’ların Almanya’sında söylediklerine atıfta bulunuyor. 2013 başının Türkiye’sinde herkesin hatırlaması -ve bir daha unutmaması!- gereken sözler. Niomüller sözlerini şöyle noktalamış: “…Bir gün beni almaya geldiler; yardım istemek için arkamı döndüm ama beni savunacak kimse kalmamıştı…”
Zileli de kendi sözlerini bize atıfla şöyle bağlamış: “Aradan 80 yıl geçtikten sonra, aynı karabasan kader midir?..”
Hayır, kader değildir. Hak edilmiş bir gelecektir. Yıllar ve yıllar boyunca, başta aydınlar kesiminin büyük bölümü olmak üzere, neredeyse tüm kesimleri ile günlük yaşamında adalet düşüncesini boşlamış bir ülkenin hak etmiş olduğu gelecektir.
Türkiye’de hukuk ve adalet kültürü bugün çökmedi. Temelleri çoktan oyulmuştu. Hem de ta en derin noktalarından başlanarak. Belki de komşusu alınıp götürülürken veya komşusunun evi aranır, her şeyi darmadağın edilirken buna aldırmayıp
“Neyse, benim başıma gelmedi ya!” diye rahat soluk alabilen ilk “komşu”nun ortaya çıkması ile birlikte başlamıştı.
Adalet düşüncesi, tıpkı ünlü şair
Kavafis’in sanat için söylediklerini hatırlatacak kadar hassastır; sanat kadar hassas ve “alıngan” bir kraliçedir. Sizin kapınızı vurup, “ötekilerin” başına gelenleri örnek göstererek “Bak, ben tehlikedeyim, beni korumak için bir şeyler yapabilir misin?” diye sorduğunda, ona yeterince ya da hiç kulak vermezseniz, hemen sessizce çekip gider. Israrcı davranmaz. Ama günün birinde siz onun kapısına gidip, örneğin, “Bana gelmek üzereler, beni kanatlarının altına alır mısın?” diye sorduğunuzda başını çevirecek kadar alıngandır, çünkü daha önce sizin umursamazlık hançerinizle belki de ölümcül yara almıştır.
Gerçek şu ki, bu ülkenin düşünce ikliminde adalet düşüncesi ve adaletin gerekliliği ilkesi hiçbir zaman yeterince kökleşmedi. Hep
“adalet düşüncesi” söylemine öncelik tanıyorum, çünkü adalet düşüncesi, hukuktan da önce gelir. Hukuk, adalet düşüncesinin örgütlenmiş halidir. Önce örgütlenmesi gerekenin bilincine yeterince varılmamışsa ya da varılması engellenmiş ise örgütlenmenin ne ölçüde yetkin bir çizgiye ulaştığı veya ulaşamadığı sorusu hiçbir önem taşımaz. Çünkü böyle bir durumda, yani önce adalet düşüncesi ve adaletin mutlak anlamda gerekliliği ilkesi yeterince kök salamamışsa, o zaman en ileri hukuk örgütlenmesi bile sonuçta ancak hukuksuzluk ve adaletsizlik üretebilir.
Geçmiş yıllar boyunca, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan… ve bütün “ötekiler” tutuklanırken “Canım, elbet bir nedeni vardır!” diyenlerle çok karşılaştım. Aralarında kendilerini “meslekten aydın” sayanlar da vardı, sonradan “yetmez ama evet”leri ile sandıkları doldurup böylece kendilerini özgürlüğün önderleri sayanlar da…
Peki ya sonra?
Sonrası şöyle:
“Biri Josef K’ye iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olmasına karşın bir sabah tutuklandı…” (Önemli not: Sadece çeviri bana ait; sözler ise 1920’li yıllarda Franz Kafka diye biri tarafından kaleme alınmış! A.C.)

8 Şubat 2013 - Cumhuriyet

Ahmet CEMAL | Tüm Yazıları
Hits: 1117