Haksız Tutuklamalara Karşı Siyasal Tepki

~ 04.02.2013, Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR ~
Şayet tutuklamanın aşırı şekilde uygulanmasının önüne geçilmek isteniyorsa, öncelikle yapılması gereken şey, CMK 100’ü değiştirerek “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların” şeklindeki cümlecik yerine, “suçun işlendiğini belirleyen kuvvetli delillerin bulunması” şeklindeki koşulun kanuna getirilmesidir.
 
Son günlerde, haksız tutuklamalara karşı çok önemli bir tepki, Sayın Erdoğan’ın bir televizyon programında söylediği sözlerle ortaya çıktı. Basında yer alan sözlerin önemli bölümleri aynen şöyle: “… Şu anda içeride yani 400’e yakın emekli muvazzaf subay astsubayımız var. Bunların hemen hemen ağırlıklı kısmı tutuklu… Şimdi hele hele çok daha ağır olanı, örgüt kurmaktan, örgüt elemanı olmaktan. Şimdi böyle bir şeyin delilleri kesinse ver hükmünü işi bitir. Ama elinde kesin hükümler yok da sen yüzlerce subayı, astsubayı örgüt elemanı olarak veya örgüt kuran olarak, hele hele Genelkurmay başkanını kalkar da bu şekilde değerlendirirsen burası Silahlı Kuvvetler’in moral değerlerini altüst eder. O zaman terörle nasıl mücadele edecek bu insanlar… Cezaevlerindekiler için yaşlılık ve rahatsızlık, hastalık durumunda kolaylık getirip şimdi onları çıkaracağız...” 1
Benzer eleştiri, bir başka siyasetçiden geldi: Sayın Çelik de aynı tepkiyi dile getirdi: “… Türkiye insan malzemesini hoyratça harcamamalıdır. Uzun tutukluluk süreleri insanın hırpalanmasına yol açıyor.” 2
Aslında bu sözlerin, çok geç kalan yorumlar olduğunu, yasama ve yürütmenin yargıya müdahalesi şeklinde yorumlanması mümkünse de tutuklama sorununun çözümü yönünde bir adım olarak da karşılanabilir. Evet, tutuklama konusundaki aşırı uygulamalar, insancıl ilkeleri ihlal edici kararlar devam edip gidiyor. CMK’deki tutuklama ile ilgili kurallar önemsenmediği gibi, adli kontrol uygulamalarına da yargı çevrelerinde sıcak bakılmıyor. 
Bu uygulama sonucunda insanın yüreğini sızlatan görünüm ortaya çıkıyor: 
“……. Hiç seslendin mi cam ardından eşine?
Dokunmadan saçının bir teline…
Konuştukça hüzün çöker yüzüne,
Artık benim göz yaşartan davam var!..” 3
Bugün cezaevlerinde mahkûmlarla aynı koşullar içerisinde kalan ve nice zorluklar, zahmetler, hasretler içerisinde yaşamaya mahkûm edilen, bunun yanı sıra aşılmaz nitelikte sağlık sorunu içerisinde günlerini geçirmek zorunda olan tutukluların feci durumları, bundan önce de çeşitli siyasal partilerin liderleri, bakanlar ve milletvekilleri tarafından ortaya konulmuş, tutuklama sorununa son verilmesi aylar boyunca dile getirilmişti. Bu tepkilerin bir parçası olarak, gazetelerde ve dergilerde tutukluların durumu, içinde yaşadıkları insanlık dışı koşullar kamuoyuna aktarılmıştı. Ne var ki, ülkemizin Başbakanı’nın söylemiş olduğu sözler, konuyla ilgili yasama ve yürütme alanında birtakım değişikliklerin yapılacağı yönünde önemli bir işaret anlamına geliyor. 
Tutuklamalarda inanılmaz artış
Son beş yıl içinde, giderek artan bir süreç ile terör kavramının alabildiğine genişlemesi, bir darbenin ya da şiddet olaylarının varsayılması sonucunda pek çok kişinin şüpheli ve sanık konumuna getirilmesi ile birlikte, tutuklamalar, önceki yıllara oranla inanılmayacak derecede artmıştır. Öyle ki, nice generaller ve amiraller, yüzlerle ifade edilebilen sayı ile aynı anda yakalama kararları konusu olmuş ve CMK’nin ilgili maddeleri hiçe sayılarak, aynı anda tutuklanmıştır. Türkiyemize üniversite kazandıran, dünyaca saygın nice bilim adamı, ülkemizin çeşitli üniversitelerinde rektörlük ve dekanlık yapmış nice profesör ve bu arada sayısız öğrenci ve avukat, bugüne kadar yüzlerce kitabı yayımlanmış gazeteci ve yazar bu uygulamadan paylarını ne yazıktır ki, çok acı biçimde almış ve almaktadır. Türkiye’nin güzide evlatları ve Türkiye bu uygulamalara müstahak değildir. 
Alabildiğine insanı ezen bu uygulamaya 3. Yargı Paketi de bir çare getirememiştir. Bu yargı paketinde tutuklama için, olguların gösterilmesi gerekliliği ortaya koyulmasına rağmen olgu olarak mahkemelerin soyut nitelemeleri ve kanundaki terimleri gerekçe şeklinde göstermeye devam ettiği görülmektedir. Bu nedenledir ki, tutuklamalar devam edip gitmektedir. Oysa CMK 100. maddesinde açıkça, tutuklama için kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgularla, maddenin 2. fıkrasında belirtilen tutuklama nedeninin bulunması birlikte aranmaktadır. Bunun yanı sıra, tutuklama için, işin önemi ile verilmesi beklenen ceza ya da güvenlik tedbiri arasında ölçülülük de aranmaktadır. Kısaca, tutuklama için yargıcın kuvvetli suç şüphesini gösteren olguların varlığını tutuklama nedeni ve nihayet ölçülülük kuralını birlikte göz önünde tutması gerekmektedir. Tutuklama kararını veren yargıçlarımızda bu titizliğin var olduğunu söyleyebilmek çok güçtür.
Ne yapılmalı?
Şayet tutuklamanın aşırı şekilde uygulanmasının önüne geçilmek isteniyorsa, öncelikle yapılması gereken şey, CMK 100’ü değiştirerek“kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların” şeklindeki cümlecik yerine, “suçun işlendiğini belirleyen kuvvetli delillerin bulunması” şeklindeki koşulun kanuna getirilmesidir.
Ayrıca, 3. yargı paketinde var olan ve fakat sadece TMK’nin 10. maddesinde yer alan durumlar için öngörülmüş olan “özgürlükler hâkiminin” görevleri TMK ile TCK’nin bazı maddeleriyle sınırlı tutulmuştur. Bu sınırlı niteliği dolayısıyladır ki, HSYK 1. Dairesi 10.07.2012 tarihli kararı ile 26 özgürlükler hâkimini görevlendirmiş ve bunların üçünü İstanbul için atamıştır. 4 Tutuklama konusunda, CMK’nin 100-108 maddeleri yeniden gözden geçirilmeli, 100/3. madde yürürlükten kaldırılmalı, soyut belirlemelerden ayrılmalı ve aynı zamanda “özgürlükler hâkimlerinin” alanı geniş tutulmalıdır. Bunun yanı sıra, tutuklamaya itiraz dosya üzerinden değil, duruşmanın yapılacağı bir yargılama ile mümkün olmalıdır.
Bazı ülkelerde tutuklamanın standart, olagelmiş koşulların gerçekleşmesi halinde verilmesi olgusu ile karşılaşılmamaktadır. Bugün tutuklamaya insancıl bir yaklaşımla bakıldığına göre kimi ülkelerdeki uygulamaları aktarmakta fayda vardır. Şöyle ki; İtalya’daki uygulamayı örnek olarak vermek ve bilmekte yarar vardır. 1989 tarihli İtalyan Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 275/5. maddesi şu şekildedir: “Olağandışı büyük önleme zaruretinin varlığı dışında, şu hallerde tutuklamaya başvurulamaz: Sanığın hamile olması, emzikli anne olması, ağır hasta veya 65 yaşından büyük bir kişi olması. Aynı şekilde, olağandışı önem taşıyan önleme zaruretinin varlığı dışında; bir tedavi kurumunda terapi uygulanan uyuşturucu veya alkol bağımlısı kişi de, tedaviye ara verilmesi, sanığın bağımlılıktan kurtarılmasına halel getirecek ise tutuklanamaz.” 5
Karşılaştırmalı hukukta tutuklama kararının verildiği soruşturma ya da kovuşturmalarda savcının ve yargıcın daha hızlı hareket etmesi yönünde kurallar bulunmaktadır. Örneğin, ABD hukuk sisteminde, tutuklama kararı verildikten sonra, 30 gün içerisinde iddianame düzenlenmesi ve davanın da iddianamenin hazırlanmasından sonra en geç 70 gün sonra bitirilmesi güvence altına alınmıştır. 6
Şayet insanın yüceliğini ve kutsallığını kabul ediyorsak, tutuklama ile yaratılan karanlık tabloyu bir an evvel kaldırmak zorundayız. 
(1) Oralara Gönderecek Subayımız Kalmadı, Hürriyet, 26.01.2013, sh. 26; Tutuklu Askerler İçin Yasa Sinyali, Milliyet, 26.01.2013, sh. 1, 26.
(2) Uzun Tutukluluk Zarar Veriyor, Cumhuriyet, 27.01.2013.
(3) Alican Türk, Artık Benim Bir Davam Var, Cezaevinden Mektup Var, Cumhuriyet, 04.01.2013.
(4) HSYK 1. Daire, 10.07.2012 tarih, 1888 sayılı karar, http:/www.hsyk.gov.tr/duyurular/2012/Temmuz/1-bolge-adli-mustemir-yetkiler.pdf.
(5) Nur Centel, Karşılaştırmalı Tutuklamanın İşlevini Gören Diğer Kurumlar ve Türk Hukuku, Ankara Barosu Hukuk Kurultayı, 2000/2, Ankara, 2000, sh. 287; Özen İnci Uslu, Bir Koruma Tedbiri Olarak Türk Ceza Hukukunda Tutuklama, Ankara, 2011, sh. 71.
(6) Özen İnci Uslu, sh. 74.
 
Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR Yeditepe Üni. Hukuk Fak. Ceza Hukuku Öğretim Üyesi
 
 
(Cumhuriyet)

 

Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR | Tüm Yazıları
Hits: 1427